AB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2009 Pazartesi

Dış Politikada Eksen Değiştirme

Sınırlarımızın hemen ötesinde önemli gelişmeler yaşanıyor.Bugün itibariyle Ermenistan ile ilişkilerimizi normalleştiren anlaşma tarihi iki ülke tarafından İsviçre'de açıklanıyor.Bunun dışında Ekim ayı içerisinde Başbakanın Kuzey Irak-Erbil şehrini de içeren Irak ziyareti var.Ardından yineTayyip Erdoğan tarafından nükleer anlaşmazlığın merkez ülkesi olan İran'a bir gezi gerçekleştirilecek.Baş döndürücü gelişmelerin görece var olan istikrarı zayıflatacak ögeler içerdiği biliniyor.Zaman geçtikçe neler yaşanacak görülecek.Bana kalırsa belirsizliklerin duman gibi sardığı Ortadoğu'da iyi şeyler yaşanmayacağı kesin gibi.

Dönelim Avrupa'ya:Almanya'da geçen hafta yapılan seçimlerden sonra Yunanistan dün iktidara PASOK lideri Yorgo Papandreu'yu seçti. Papandreu,300 sandalyeli Yunan Parlamentosu'nda 160 milletvekilli kazanarak yeni dönemin eski tercihi oldu.Aile boyu siyasetçi ve ılımlı bir diplomat profili çizen yeni başbakan AB konusunda Türkiye'ye Kıbrıs çözümsüzlüğünü sebep alarak yeni engeller getirebilir.Yeni başlıkların açılmasını 2009 sonuna kadar Rum Kesimine hava ve deniz limanlarını açma şartına bağlanması Türkiye ve Yunanistan arasında süt liman olan ilişkileri germe ihtimali taşıyor.Ekonomik krizin pençesinde acil önlemler alma kararında olan Papandreu içeride sıkıştığı zaman kadim hedef olarak ülkemizi göstermesi şaşırtıcı olmaz.Sosyal demokrasinin Yunan temsilcisi bize uzak olmayan bir isim ama siyaset sahnesi çıkarların ilkelerden önce geldiği bir alan. Ummadığımız taş başımızı yarabilir.

AB sürecinin Ortadoğu odaklı ABD girişimlerden dolayı dumura uğradığı dış ilişkilerimizde küresel güçlere taşeronluk yapmanın karşılığını ilişkilerimizin yönünün Doğu ekseninden Batı eksenine doğru kaymasıyla ödüyoruz.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Kıbrıs ve Son Gelişmeler...

2008 Eylül ayından beri Hristofyas ile Talat, BM çatısı altında Birleşik Kıbrıs Devleti'ni kurmak amacıyla görüşüyorlar.Anlaşıp,el sıkıştıkları elle tutulur hiçbir konu yok.Annan Planı'nın 2004 referandumunda Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilmesinden beri uzlaşmaz taraf olduğu halde Güney hep ödüllendiriliyor.Üstelik önemli davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi, AB Adalet Divanı ise K.K.T.C. devletini mahkum ediyor. Bu durumun son örneği Orams Davası.1996 yılında açılan Louzidiou Davası'nın ardından Rum tarafının İngiliz Oram çiftinin satın aldığı Kuzey'deki arazinin Güney Kıbrıslı Rum Apostolidi'ye ait olduğunu öne sürerek İngiltere'de dava açması ile konu Güney'in hukuk alanının bütün Kıbrıs adasını kapsadığına ait ABAD kararı ile sonuçlandı. İngiliz çift yargılama süresince mağdur olduklarını öne sürerek AİHM'e gittiler, dava halen devam ediyor.Haklıyız ama mağduruz edebiyatının arkasına sığınmadan ülkemizin başta Kıbrıs olmak üzere diğer milli politikaları adım adım nasıl terk ettiğini gösteren hazin tabloyu tasvir etmek isterim...

20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1983 yılına kadar Kıbrıs Türkü,Türkiye ile omuz omuza yaşam mücadelesi verdi.Diplomasi masasında bıçak kemiğe dayanınca aynı sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek yılların Kıbrıs Davası Türk halkının kendi milli devletini kurmasıyla sonuçlandı.Barış Harekatı sonrası yaşanan ateşkesin tek garantisi ise Türk Ordusu olmuştur.Verilen 2000 şehitin karşılığında güvenlikleri sağlanan Kıbrıs Türk halkı bizlerden başka hiçbir dostları olmadığına halen ikna olmadılarsa onları ikna edecek tek tarihi gerçek Rumların ne kadar Türk kanı döktükleridir.K.K.T.C. halkının ekonomik sıkıntılarının yeniden kendi canlarını feda edecek kadar derin olmadıklarına inanıyorum.

Rum Kesimi'nin 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olması ile Türkiye uluslararası arenada karşısında Yunanistan'ın yanısıra bu devletçiği de buldu.1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyeliği kazanma amacıyla verdiğimiz tavizler 2004 Annan Planı referandumu Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edildiği halde Rum tarafından reddedilmesi sonucunu doğurmuştur.Yine aynı zirvede Türkiye 2009 yılı sonuna kadar hava limanları ve limanlarını Güney Kıbrıs'a açma sözünü de verdi. Salam politikası aynen devam ediyor. Rauf Denktaş sonrası yeni Cumhurbaşkanı Talat ise bizim siyasilerimizin AB sevdasına benzer bir liderlik örneği göstermeye devam ediyor. AB trenini yakalamak için Rum vagonuna atlamak cehalet değilse ne örneğidir? Peki, tam üyelik görüşmelerinde kimi başlıkların açılmasının Rum-Yunan vetosuna uğramasının hatasını kimde aramak gerekir? AB üyeliği uğruna verilen tek taraflı tavizlerin sonunda milli çıkarlarımıza daha ne kadar halel getireceğiz? Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı soykırımın benzerini Türk askerini adadan çekersek biz imkan vereceğiz.Böyle bir ihtimal çok zayıf olsa da, gelecek günlerin öngörülemez olması bu tip kaygıları arttırmaktadır.

Coğrafya olarak Ortodoks Çemberi'nin tam ortasındayız.11 Eylül ardından da 21. yüzyıl Haçlı Seferleri ile ABD, Ortadoğu ve Asya kıtasını işgalleriyle kuşak gibi sardı.Halihazırda gerilmeye başlayan ABD-İran,İsrail-İran ve Suriye-Irak ilişkilerine ek olarak ülkemizde girişilen Ermeni, Kürt Açılımları ile AB ve Kıbrıs Davaları'nın tandem hale getirilmeleri bizlerin değil hasımlarımızın ekmeğine yağ sürüyor.Kıbrıs yüzmeyen uçak gemisi tabiri ile Akdeniz'deki sınırlarımızın başladığı yerde bulunmakta ve yukarıda anılan çemberin çıkış noktası sayılıyor.Savaşarak alınan toprakların masa başında elimizden alınmaya çalışılması günlük siyasetin boş tartışmalarında gölgede kalıyor.

Milli politikalar uzun yılların tecrübesiyle oluşturulur. Strateji ve tarih bilgisi olmadan bu politikaları terk etmek aklın değil bilgisizliğin, vizyon sahibi olmamanın ürünü değil mi?