Sınırlarımızın hemen ötesinde önemli gelişmeler yaşanıyor.Bugün itibariyle Ermenistan ile ilişkilerimizi normalleştiren anlaşma tarihi iki ülke tarafından İsviçre'de açıklanıyor.Bunun dışında Ekim ayı içerisinde Başbakanın Kuzey Irak-Erbil şehrini de içeren Irak ziyareti var.Ardından yineTayyip Erdoğan tarafından nükleer anlaşmazlığın merkez ülkesi olan İran'a bir gezi gerçekleştirilecek.Baş döndürücü gelişmelerin görece var olan istikrarı zayıflatacak ögeler içerdiği biliniyor.Zaman geçtikçe neler yaşanacak görülecek.Bana kalırsa belirsizliklerin duman gibi sardığı Ortadoğu'da iyi şeyler yaşanmayacağı kesin gibi.
Dönelim Avrupa'ya:Almanya'da geçen hafta yapılan seçimlerden sonra Yunanistan dün iktidara PASOK lideri Yorgo Papandreu'yu seçti. Papandreu,300 sandalyeli Yunan Parlamentosu'nda 160 milletvekilli kazanarak yeni dönemin eski tercihi oldu.Aile boyu siyasetçi ve ılımlı bir diplomat profili çizen yeni başbakan AB konusunda Türkiye'ye Kıbrıs çözümsüzlüğünü sebep alarak yeni engeller getirebilir.Yeni başlıkların açılmasını 2009 sonuna kadar Rum Kesimine hava ve deniz limanlarını açma şartına bağlanması Türkiye ve Yunanistan arasında süt liman olan ilişkileri germe ihtimali taşıyor.Ekonomik krizin pençesinde acil önlemler alma kararında olan Papandreu içeride sıkıştığı zaman kadim hedef olarak ülkemizi göstermesi şaşırtıcı olmaz.Sosyal demokrasinin Yunan temsilcisi bize uzak olmayan bir isim ama siyaset sahnesi çıkarların ilkelerden önce geldiği bir alan. Ummadığımız taş başımızı yarabilir.
AB sürecinin Ortadoğu odaklı ABD girişimlerden dolayı dumura uğradığı dış ilişkilerimizde küresel güçlere taşeronluk yapmanın karşılığını ilişkilerimizin yönünün Doğu ekseninden Batı eksenine doğru kaymasıyla ödüyoruz.
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Ekim 2009 Pazartesi
3 Ekim 2009 Cumartesi
İnsan Olmaya Geldim...
Bu tarihten hemen hemen bir sene öncesi.Herhalde hayat bizler için umarsız biçimde devam ediyordu. Düşüncelerini paylaşmadığım ama aynı düşünceyi paylaşan bir grup Sarıyer'de gösteri yaparken içlerinden üç arkadaşı, aranıyorlar bahanesiyle polis tarafından gözaltına alındılar.Sanırım,devlet hazretlerinin gözünde ideolojilerini sloganlarında taşımaktan başka bir tehlikeleri yoktu. Malum,esas tehlikeliler korunup,balla kaymakla semiriliyorlar.Kanla beslenen yarasalarca arkaları kurulanlar, ne zamandır yasadışı örgüt elemanı değil gizli ibareli andıçların kahramanları.Bu yolların yolcusu olmak hevesliliği ajanlık kitabında okutulan ilk tercihli ders olmalı.
Tutuklananlar Engin Çeber ile iki arkadaşıydı. Yasadışı örgüte mensup denilerek,izinsiz yaptıkları siyasi toplantının günahını çekmek üzere İstinye Karakolu'na alındılar.Orada,sonu ölümle bitecek işkencenin ilk adımları küfür, dayak gibi normal mevzuat uygulamalarıyla başlamıştı bile.Polisin karakolda başlayan şiddet gösterisi video kameralara gösterilmeyen yüzü ve jandarmanın orantılı! güç kullanımıyla Metris Cezaevi'nde aynen devam etti.İnfaz Koruma Memurları,ayakta sayım vermiyor diye Engin Çeber'i cezaevine geldiğinden beri başına ve diğer hassas yerlerine vurarak kıyasıya dövdüler. Ölümle sonuçlanan bir tutuklanma hikayesinin rivayetini yapmak insana çok güç geliyor.Ve son...Yaşadığı işkence sonrası hastahaneye kaldırılan Çeber hayatını kaybetti.
Can verenin suçlu,müdafinin devlete saldıran taraf gibi algılandığı hukuk cemaatinde kime neyi anlatacaksınız?Bizim tek güvencemiz halen onuruyla iş gören hakim ve savcıların bulunduğuna dair.Dava sonucu alınacak karar, mahkeme süreci boyunca yapılmaya çalışılan ayak oyunlarına adaletin mağlup olup olmadığını da gösterecek.Dün gece TV'de, artık yaşamayan bir kişiyi yerde oturmuş,dönülmez akıbetini beklerken görmek hepimiz için vicdan karası değil mi?Bana kalırsa yaşarken adaleti sağlamak, kadavradan suç delili çıkarmaktan daha elzem.
Tutuklananlar Engin Çeber ile iki arkadaşıydı. Yasadışı örgüte mensup denilerek,izinsiz yaptıkları siyasi toplantının günahını çekmek üzere İstinye Karakolu'na alındılar.Orada,sonu ölümle bitecek işkencenin ilk adımları küfür, dayak gibi normal mevzuat uygulamalarıyla başlamıştı bile.Polisin karakolda başlayan şiddet gösterisi video kameralara gösterilmeyen yüzü ve jandarmanın orantılı! güç kullanımıyla Metris Cezaevi'nde aynen devam etti.İnfaz Koruma Memurları,ayakta sayım vermiyor diye Engin Çeber'i cezaevine geldiğinden beri başına ve diğer hassas yerlerine vurarak kıyasıya dövdüler. Ölümle sonuçlanan bir tutuklanma hikayesinin rivayetini yapmak insana çok güç geliyor.Ve son...Yaşadığı işkence sonrası hastahaneye kaldırılan Çeber hayatını kaybetti.
Can verenin suçlu,müdafinin devlete saldıran taraf gibi algılandığı hukuk cemaatinde kime neyi anlatacaksınız?Bizim tek güvencemiz halen onuruyla iş gören hakim ve savcıların bulunduğuna dair.Dava sonucu alınacak karar, mahkeme süreci boyunca yapılmaya çalışılan ayak oyunlarına adaletin mağlup olup olmadığını da gösterecek.Dün gece TV'de, artık yaşamayan bir kişiyi yerde oturmuş,dönülmez akıbetini beklerken görmek hepimiz için vicdan karası değil mi?Bana kalırsa yaşarken adaleti sağlamak, kadavradan suç delili çıkarmaktan daha elzem.
Etiketler:
adalet,
Engin Çeber,
Engin Çeber Davası,
hukuk,
insan hakları,
işkence,
Türkiye
1 Ekim 2009 Perşembe
Organ Alan Var Mı?
Haber can acıtıcı, Afyonkarahisar iline bağlı iki köyün bazı sakinleri! kredi kartı borçlarını ödemek için organ mafyasına böbreklerini satmışlar. Böbrek piyasasında rakamlar muhtelif 15.000-20.000 ya da 30.000 kim kime tutturabilirse.6 ilde eş zamanlı yapılan baskında yakalanan emekli öğretmen çete lideri ilk böbrek naklini para karşılığı kendisine yaptırmış.Bakmış para tatlı, piyasada istek var böbrek işine soyunmuş.Böbrekçi Hoca, arz ile talebi karşı karşıya getirip komisyon alarak anılan illerde tezgahını vücuda getiriyor.Kredi kartı borcu olan köylüler böylelikle önce kartlarına sonra da böbreklerine sarılarak borç batağından çıkmaya çalışmışlar. Operasyon yapılmasa sırada bekleyen köylülerden bir kısmı şimdi hayatlarına tek böbrekle devam ediyor olacaklardı.
Anadolu halkı genelde tarım ve hayvancılıkla geçinir,en azından bugüne kadar böyle oldu.2001 Banka ve Döviz Krizi ertesi IMF politikaları sayesinde tarım sektörü hızla küçülmeye başladı.Sebep? Sebep,devlet artık çiftçinin, köylünün ürünlerini satın almıyordu.Üretici, spekülatörün insafına terk edilerek güya gelişmiş ülkeler gibi çağdaş bir tarım piyasası kurulacaktı.Hedeflenenin tam tersi gerçekleşti, ürün fazlasına sahip ülkelere hazır ihracat kapısı olup,üretici iken tüketici haline getirildik. Zamanla tarım KİT'leri özelleştirilince köylü milletin efendisi değil, büyük toprak sahiplerinin ırgatı oldu.Tütün, fındık, buğday,mısır hemen hemen tüm ürünlerde ithalatçı ülke Türkiye. Nereden nereye? Kendi besicisini, çiftçisini, tohumcusunu bir kenara bırakıp dış ülkelerin gıdamızda sözü geçenlerden sayılmasına sebep olduk.GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ekili tarım alanları artık organik tarım için elverişli değil.Üstelik tohumlarını da sana bunu ilk kez pazarlayanlardan almak zorundasın.Şimdi herkes Suriye sınırındaki toprakların neden altın değerinde olduğunu anladı mı? Toprak kutsaldır, emek kutsaldır,üreten kutsaldır.Var mı itirazı olan?
Sonuç ortada; borç içinde yüzen köylümüz satacak bir şeyi kalmadığından vücudunun bir parçasını paraya tahvil ediyor.Demagoji yapmıyorum, dün oyunu satanların bugün böbreklerini satmalarını yadırgamasam da üzülüyorum.Sefaletin günlük hayat ritüellerine girdiği, yozlaştıkça yobazlaşan bir cemaat toplumuna neyi, nasıl anlatacaksın? Halk cahil, ümitsiz ve yokluğun pençesinde kıvranıyor.Ülkede genel bir savaş hali dışında kaos için her şey mevcut.Senaryo yazılmış, figüranlar sahnede...Merak etmeyin,başrol oyuncuları da fazla zaman geçmez rollerinin gereğini yerine getirirler.Buradan Cumhuriyeti,kendileri gibi kese kağıdı haline getirmeye çalışanlara bir çift lafım olacak:Tarihi bilmiyorsunuz, hele yakın tarihi hiç.
Anadolu halkı genelde tarım ve hayvancılıkla geçinir,en azından bugüne kadar böyle oldu.2001 Banka ve Döviz Krizi ertesi IMF politikaları sayesinde tarım sektörü hızla küçülmeye başladı.Sebep? Sebep,devlet artık çiftçinin, köylünün ürünlerini satın almıyordu.Üretici, spekülatörün insafına terk edilerek güya gelişmiş ülkeler gibi çağdaş bir tarım piyasası kurulacaktı.Hedeflenenin tam tersi gerçekleşti, ürün fazlasına sahip ülkelere hazır ihracat kapısı olup,üretici iken tüketici haline getirildik. Zamanla tarım KİT'leri özelleştirilince köylü milletin efendisi değil, büyük toprak sahiplerinin ırgatı oldu.Tütün, fındık, buğday,mısır hemen hemen tüm ürünlerde ithalatçı ülke Türkiye. Nereden nereye? Kendi besicisini, çiftçisini, tohumcusunu bir kenara bırakıp dış ülkelerin gıdamızda sözü geçenlerden sayılmasına sebep olduk.GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ekili tarım alanları artık organik tarım için elverişli değil.Üstelik tohumlarını da sana bunu ilk kez pazarlayanlardan almak zorundasın.Şimdi herkes Suriye sınırındaki toprakların neden altın değerinde olduğunu anladı mı? Toprak kutsaldır, emek kutsaldır,üreten kutsaldır.Var mı itirazı olan?
Sonuç ortada; borç içinde yüzen köylümüz satacak bir şeyi kalmadığından vücudunun bir parçasını paraya tahvil ediyor.Demagoji yapmıyorum, dün oyunu satanların bugün böbreklerini satmalarını yadırgamasam da üzülüyorum.Sefaletin günlük hayat ritüellerine girdiği, yozlaştıkça yobazlaşan bir cemaat toplumuna neyi, nasıl anlatacaksın? Halk cahil, ümitsiz ve yokluğun pençesinde kıvranıyor.Ülkede genel bir savaş hali dışında kaos için her şey mevcut.Senaryo yazılmış, figüranlar sahnede...Merak etmeyin,başrol oyuncuları da fazla zaman geçmez rollerinin gereğini yerine getirirler.Buradan Cumhuriyeti,kendileri gibi kese kağıdı haline getirmeye çalışanlara bir çift lafım olacak:Tarihi bilmiyorsunuz, hele yakın tarihi hiç.
26 Eylül 2009 Cumartesi
Kıbrıs ve Son Gelişmeler...
2008 Eylül ayından beri Hristofyas ile Talat, BM çatısı altında Birleşik Kıbrıs Devleti'ni kurmak amacıyla görüşüyorlar.Anlaşıp,el sıkıştıkları elle tutulur hiçbir konu yok.Annan Planı'nın 2004 referandumunda Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilmesinden beri uzlaşmaz taraf olduğu halde Güney hep ödüllendiriliyor.Üstelik önemli davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi, AB Adalet Divanı ise K.K.T.C. devletini mahkum ediyor. Bu durumun son örneği Orams Davası.1996 yılında açılan Louzidiou Davası'nın ardından Rum tarafının İngiliz Oram çiftinin satın aldığı Kuzey'deki arazinin Güney Kıbrıslı Rum Apostolidi'ye ait olduğunu öne sürerek İngiltere'de dava açması ile konu Güney'in hukuk alanının bütün Kıbrıs adasını kapsadığına ait ABAD kararı ile sonuçlandı. İngiliz çift yargılama süresince mağdur olduklarını öne sürerek AİHM'e gittiler, dava halen devam ediyor.Haklıyız ama mağduruz edebiyatının arkasına sığınmadan ülkemizin başta Kıbrıs olmak üzere diğer milli politikaları adım adım nasıl terk ettiğini gösteren hazin tabloyu tasvir etmek isterim...
20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1983 yılına kadar Kıbrıs Türkü,Türkiye ile omuz omuza yaşam mücadelesi verdi.Diplomasi masasında bıçak kemiğe dayanınca aynı sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek yılların Kıbrıs Davası Türk halkının kendi milli devletini kurmasıyla sonuçlandı.Barış Harekatı sonrası yaşanan ateşkesin tek garantisi ise Türk Ordusu olmuştur.Verilen 2000 şehitin karşılığında güvenlikleri sağlanan Kıbrıs Türk halkı bizlerden başka hiçbir dostları olmadığına halen ikna olmadılarsa onları ikna edecek tek tarihi gerçek Rumların ne kadar Türk kanı döktükleridir.K.K.T.C. halkının ekonomik sıkıntılarının yeniden kendi canlarını feda edecek kadar derin olmadıklarına inanıyorum.
Rum Kesimi'nin 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olması ile Türkiye uluslararası arenada karşısında Yunanistan'ın yanısıra bu devletçiği de buldu.1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyeliği kazanma amacıyla verdiğimiz tavizler 2004 Annan Planı referandumu Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edildiği halde Rum tarafından reddedilmesi sonucunu doğurmuştur.Yine aynı zirvede Türkiye 2009 yılı sonuna kadar hava limanları ve limanlarını Güney Kıbrıs'a açma sözünü de verdi. Salam politikası aynen devam ediyor. Rauf Denktaş sonrası yeni Cumhurbaşkanı Talat ise bizim siyasilerimizin AB sevdasına benzer bir liderlik örneği göstermeye devam ediyor. AB trenini yakalamak için Rum vagonuna atlamak cehalet değilse ne örneğidir? Peki, tam üyelik görüşmelerinde kimi başlıkların açılmasının Rum-Yunan vetosuna uğramasının hatasını kimde aramak gerekir? AB üyeliği uğruna verilen tek taraflı tavizlerin sonunda milli çıkarlarımıza daha ne kadar halel getireceğiz? Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı soykırımın benzerini Türk askerini adadan çekersek biz imkan vereceğiz.Böyle bir ihtimal çok zayıf olsa da, gelecek günlerin öngörülemez olması bu tip kaygıları arttırmaktadır.
Coğrafya olarak Ortodoks Çemberi'nin tam ortasındayız.11 Eylül ardından da 21. yüzyıl Haçlı Seferleri ile ABD, Ortadoğu ve Asya kıtasını işgalleriyle kuşak gibi sardı.Halihazırda gerilmeye başlayan ABD-İran,İsrail-İran ve Suriye-Irak ilişkilerine ek olarak ülkemizde girişilen Ermeni, Kürt Açılımları ile AB ve Kıbrıs Davaları'nın tandem hale getirilmeleri bizlerin değil hasımlarımızın ekmeğine yağ sürüyor.Kıbrıs yüzmeyen uçak gemisi tabiri ile Akdeniz'deki sınırlarımızın başladığı yerde bulunmakta ve yukarıda anılan çemberin çıkış noktası sayılıyor.Savaşarak alınan toprakların masa başında elimizden alınmaya çalışılması günlük siyasetin boş tartışmalarında gölgede kalıyor.
Milli politikalar uzun yılların tecrübesiyle oluşturulur. Strateji ve tarih bilgisi olmadan bu politikaları terk etmek aklın değil bilgisizliğin, vizyon sahibi olmamanın ürünü değil mi?
20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1983 yılına kadar Kıbrıs Türkü,Türkiye ile omuz omuza yaşam mücadelesi verdi.Diplomasi masasında bıçak kemiğe dayanınca aynı sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek yılların Kıbrıs Davası Türk halkının kendi milli devletini kurmasıyla sonuçlandı.Barış Harekatı sonrası yaşanan ateşkesin tek garantisi ise Türk Ordusu olmuştur.Verilen 2000 şehitin karşılığında güvenlikleri sağlanan Kıbrıs Türk halkı bizlerden başka hiçbir dostları olmadığına halen ikna olmadılarsa onları ikna edecek tek tarihi gerçek Rumların ne kadar Türk kanı döktükleridir.K.K.T.C. halkının ekonomik sıkıntılarının yeniden kendi canlarını feda edecek kadar derin olmadıklarına inanıyorum.
Rum Kesimi'nin 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olması ile Türkiye uluslararası arenada karşısında Yunanistan'ın yanısıra bu devletçiği de buldu.1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyeliği kazanma amacıyla verdiğimiz tavizler 2004 Annan Planı referandumu Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edildiği halde Rum tarafından reddedilmesi sonucunu doğurmuştur.Yine aynı zirvede Türkiye 2009 yılı sonuna kadar hava limanları ve limanlarını Güney Kıbrıs'a açma sözünü de verdi. Salam politikası aynen devam ediyor. Rauf Denktaş sonrası yeni Cumhurbaşkanı Talat ise bizim siyasilerimizin AB sevdasına benzer bir liderlik örneği göstermeye devam ediyor. AB trenini yakalamak için Rum vagonuna atlamak cehalet değilse ne örneğidir? Peki, tam üyelik görüşmelerinde kimi başlıkların açılmasının Rum-Yunan vetosuna uğramasının hatasını kimde aramak gerekir? AB üyeliği uğruna verilen tek taraflı tavizlerin sonunda milli çıkarlarımıza daha ne kadar halel getireceğiz? Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı soykırımın benzerini Türk askerini adadan çekersek biz imkan vereceğiz.Böyle bir ihtimal çok zayıf olsa da, gelecek günlerin öngörülemez olması bu tip kaygıları arttırmaktadır.
Coğrafya olarak Ortodoks Çemberi'nin tam ortasındayız.11 Eylül ardından da 21. yüzyıl Haçlı Seferleri ile ABD, Ortadoğu ve Asya kıtasını işgalleriyle kuşak gibi sardı.Halihazırda gerilmeye başlayan ABD-İran,İsrail-İran ve Suriye-Irak ilişkilerine ek olarak ülkemizde girişilen Ermeni, Kürt Açılımları ile AB ve Kıbrıs Davaları'nın tandem hale getirilmeleri bizlerin değil hasımlarımızın ekmeğine yağ sürüyor.Kıbrıs yüzmeyen uçak gemisi tabiri ile Akdeniz'deki sınırlarımızın başladığı yerde bulunmakta ve yukarıda anılan çemberin çıkış noktası sayılıyor.Savaşarak alınan toprakların masa başında elimizden alınmaya çalışılması günlük siyasetin boş tartışmalarında gölgede kalıyor.
Milli politikalar uzun yılların tecrübesiyle oluşturulur. Strateji ve tarih bilgisi olmadan bu politikaları terk etmek aklın değil bilgisizliğin, vizyon sahibi olmamanın ürünü değil mi?
Etiketler:
AB,
ABD,
dış politika,
Kıbrıs,
KKTC,
Rum Kesimi,
Türkiye
28 Ağustos 2009 Cuma
IMF Toplantıları ve Büyüme...
IMF ve Dünya Bankası'nın yıllık zirveleri Ekim ayı içerisinde İstanbul'da yapılacak. Küresel Kriz'in tam ortasına gelen bir dönemde böylesi bir toplantı ses getirecek özelliklere sahip.Yapılan açıklamalara dayanılarak Para Fonu'na bakılırsa 2. çeyrekte artık büyüme rakamlarında daha ılımlı bir düşüş ya da hafif bir çıkıştan bahsediliyor. Fonun 1.Yardımcısı Lipsky şu ana kadar alınan tedbirlerin yukarıdaki gelişmeleri tetiklediği ancak finansal piyasalarda beklenen düzelmenin daha yaşanmadığını söylüyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemin güçlüklerini 3 konuya indirip konuyu şöyle bağlıyor:
1-Kısa Vadeli Güçlükler:Özel sektöre dayalı pozitif büyüme beklentisi gerçekçi mi?
2-Finans Sektörünün Yenilenmesi:Piyasaların yenilenmesi için neye gereksinim vardır ve bu ne zaman yapılacaktır?
3-Yapısal Konulara Yönelmek:Küresel büyümeye yeniden ulaşmak ve gelecekteki çalkantılardan kurtulmak için kamu ve özel piyasalarda ne gibi değişiklikler yapılacaktır?
Muhtemelen İstanbul'daki zirvede bu konular daha enine boyuna tartışılacaktır.Geriye dönersek bunalımın kökeninde finansal piyasalarda şişme, banka aktiflerine sonradan zarar olarak geçen zehirli varlıkların kredi piyasasında rağbet görmesi , emtia fiyatlarının aşırı değer kazanması ile denetimsizlik gibi unsurların yattığı iddia ediliyor.Bana kalırsa kriz nedenleri savaş/tüketim ekonomisinin üretim ve paylaşım ekonomisine dönüştürülememesinde yatıyor.Azınlık olan zengin sınıfın korkunç bir servet artışına karşılık 1 milyar kadar insanın günde 1$'dan daha az bir parayla geçinmek zorunda kalması, bunalıma giden yolun yapıtaşı. Bu sefalet derecesindeki yaşam koşulları krizden önce de yaygındı, şimdi ise daha da yaygınlaştı.Temel dengelerdeki bozukluklar sadece iktisatçıların kendi aralarında tartışmalarının konusunu oluşturuyor.İktisat insan davranışlarını içeren bir sosyal bilim ise ekonomik faaliyetler böylesi bir fakirlik ortamında en ilkel seviyesinde kalır.50 trilyon $'a mal olduğu söylenen krizin faturasını yine bu konuda hiçbir dahli olmayan insanların sırtına yüklemek yeni bir krizi çağırmak değil mi?
Bu kriz kapitalizmin adil olmayan paylaşım politikalarından güç aldı. Yatırım-tasarruf -üretim kriterlerinin, sadece özel sektöre dayalı büyüme ve finansal araçların alınıp satılmasına dayalı kredi ekonomisi karşısında geri planda bırakılması sonucu bugünlere gelinmiştir.Yarının neler içereceği bu kadar toz duman arasında belirsizliğini korurken ülkemiz için kesin olan tek konu Türkiye'de yeni bir krizin başlama olasılığı.
1-Kısa Vadeli Güçlükler:Özel sektöre dayalı pozitif büyüme beklentisi gerçekçi mi?
2-Finans Sektörünün Yenilenmesi:Piyasaların yenilenmesi için neye gereksinim vardır ve bu ne zaman yapılacaktır?
3-Yapısal Konulara Yönelmek:Küresel büyümeye yeniden ulaşmak ve gelecekteki çalkantılardan kurtulmak için kamu ve özel piyasalarda ne gibi değişiklikler yapılacaktır?
Muhtemelen İstanbul'daki zirvede bu konular daha enine boyuna tartışılacaktır.Geriye dönersek bunalımın kökeninde finansal piyasalarda şişme, banka aktiflerine sonradan zarar olarak geçen zehirli varlıkların kredi piyasasında rağbet görmesi , emtia fiyatlarının aşırı değer kazanması ile denetimsizlik gibi unsurların yattığı iddia ediliyor.Bana kalırsa kriz nedenleri savaş/tüketim ekonomisinin üretim ve paylaşım ekonomisine dönüştürülememesinde yatıyor.Azınlık olan zengin sınıfın korkunç bir servet artışına karşılık 1 milyar kadar insanın günde 1$'dan daha az bir parayla geçinmek zorunda kalması, bunalıma giden yolun yapıtaşı. Bu sefalet derecesindeki yaşam koşulları krizden önce de yaygındı, şimdi ise daha da yaygınlaştı.Temel dengelerdeki bozukluklar sadece iktisatçıların kendi aralarında tartışmalarının konusunu oluşturuyor.İktisat insan davranışlarını içeren bir sosyal bilim ise ekonomik faaliyetler böylesi bir fakirlik ortamında en ilkel seviyesinde kalır.50 trilyon $'a mal olduğu söylenen krizin faturasını yine bu konuda hiçbir dahli olmayan insanların sırtına yüklemek yeni bir krizi çağırmak değil mi?
Bu kriz kapitalizmin adil olmayan paylaşım politikalarından güç aldı. Yatırım-tasarruf -üretim kriterlerinin, sadece özel sektöre dayalı büyüme ve finansal araçların alınıp satılmasına dayalı kredi ekonomisi karşısında geri planda bırakılması sonucu bugünlere gelinmiştir.Yarının neler içereceği bu kadar toz duman arasında belirsizliğini korurken ülkemiz için kesin olan tek konu Türkiye'de yeni bir krizin başlama olasılığı.
12 Ağustos 2009 Çarşamba
Irak Bölünüyor, Biz Ortaklık Derdindeyiz...
ABD, 2011 yılına kadar Irak'tan çekilme kaygısı taşırken,kimilerince Türkiye doğan boşluğu doldurabilecek bir bölgesel güç olarak görülüyor.Kürt Açılımı'nın yankı bulduğu son günlerde Irak'a Dışişleri Bakanı ile Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı tarafından yapılan ziyarette karşılıklı çıkara dayalı stratejik ortaklık amacı güdüldüğü dile getirildi.Irak'a ziyaret gayesiyle bize yabancı kalan geleneklere, tarihsel arka plana, siyasi ve sosyal yapıya sahip komşumuzla ağırlaşan hatta kanayan yaralara pansuman vurma gayreti görülüyor.
Salt ekonomik çıkar kaygısıyla komşumuza yaklaşmak reel dış politik hesaptan öte öngörüsüzlüktür.Üstelik Irak, siyasi birliği konusunda tereddütler duyulan, kamu yönetiminde Sünni-Şii ya da Arap-Kürt-Türkmen gibi birbirine zıt unsurlar taşıyan, anayasasını federal yapıya dayandırmış, sınırları belirsiz ,ABD'ye her açıdan bağımlı bir devlet.PKK konusu, Kerkük ve Türkmen problemi bizle Irak'ı yakın zamanda karşı karşıya getirebilir. 2010 yılında yapılacak Genel Seçimler sonrası kıyamet kopmasa bile çatışma ihtimali yükselecek.Süreç boyunca iç güvenlik ciddi biçimde tehdit altında kalacak. Olası Arap-Kürt ya da Kürt-Türkmen savaşı sınırlarımıza yeni bir göç dalgası getirebilir. Bölgedeki karışıklıktan en fazla faydalanacak olan güç ise PKK olacak gibi görünüyor. Bu sayede yaşam alanını genişletecek.Örgütün iplerini elinde tutan Barzani-Talabani ve ABD için zayıf bir Irak, güçlü ve birleşik bir Irak'tan daha güvenilir bir müttefik.Aynı strateji Türkiye için de geçerli görünüyor.
Ümmetçilik ideolojisine dayalı dış politik adımlarla çok kutuplu dünyanın gerçekleri örtüşmüyor. Etnik ve dini unsurların moral değerler olarak, elle tutulur çıkarlar kadar etkili olduğu günümüz diplomatik arenasında bu düşünceyi hayata geçirmek yerel dengeleri bozarak din savaşlarına gidecek kadar bağnazlığa yol açabiliyor. Mustafa Kemal'in gerçekçi, dengeli, aktif ve barışçı dış politikasına geri dönsek fena olmaz bana kalırsa. ABD kaynaklı haritalar bizlere bölünmüş bir Irak'a benzer bir Türkiye vaat ediyor. Sarsılan benlik bilincimizi herkes için demokratik hakları geliştirerek ulaşabiliriz. Kendi güvenliğini sağlayamayanlardan fayda beklemek ise tek kelime ile şaşkınlıktır.
Salt ekonomik çıkar kaygısıyla komşumuza yaklaşmak reel dış politik hesaptan öte öngörüsüzlüktür.Üstelik Irak, siyasi birliği konusunda tereddütler duyulan, kamu yönetiminde Sünni-Şii ya da Arap-Kürt-Türkmen gibi birbirine zıt unsurlar taşıyan, anayasasını federal yapıya dayandırmış, sınırları belirsiz ,ABD'ye her açıdan bağımlı bir devlet.PKK konusu, Kerkük ve Türkmen problemi bizle Irak'ı yakın zamanda karşı karşıya getirebilir. 2010 yılında yapılacak Genel Seçimler sonrası kıyamet kopmasa bile çatışma ihtimali yükselecek.Süreç boyunca iç güvenlik ciddi biçimde tehdit altında kalacak. Olası Arap-Kürt ya da Kürt-Türkmen savaşı sınırlarımıza yeni bir göç dalgası getirebilir. Bölgedeki karışıklıktan en fazla faydalanacak olan güç ise PKK olacak gibi görünüyor. Bu sayede yaşam alanını genişletecek.Örgütün iplerini elinde tutan Barzani-Talabani ve ABD için zayıf bir Irak, güçlü ve birleşik bir Irak'tan daha güvenilir bir müttefik.Aynı strateji Türkiye için de geçerli görünüyor.
Ümmetçilik ideolojisine dayalı dış politik adımlarla çok kutuplu dünyanın gerçekleri örtüşmüyor. Etnik ve dini unsurların moral değerler olarak, elle tutulur çıkarlar kadar etkili olduğu günümüz diplomatik arenasında bu düşünceyi hayata geçirmek yerel dengeleri bozarak din savaşlarına gidecek kadar bağnazlığa yol açabiliyor. Mustafa Kemal'in gerçekçi, dengeli, aktif ve barışçı dış politikasına geri dönsek fena olmaz bana kalırsa. ABD kaynaklı haritalar bizlere bölünmüş bir Irak'a benzer bir Türkiye vaat ediyor. Sarsılan benlik bilincimizi herkes için demokratik hakları geliştirerek ulaşabiliriz. Kendi güvenliğini sağlayamayanlardan fayda beklemek ise tek kelime ile şaşkınlıktır.
8 Ağustos 2009 Cumartesi
Rus Gazı Bize Ne Kadar Yarar?
Türk-Rus enerji anlaşmaları geçtiğimiz Perşembe günü Putin-Erdoğan arasında imzalandı. Türkiye'nin enerji koridoru olma özelliğini pekiştireceği söylenen anlaşmalar kanımca Rusların bizden daha kazançlı çıktığı bir akıllıca bir diplomasiyi içeriyor.
1-Rusya , Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı'na petrol verme karşılığında Güney Akım Doğalgaz Hattı için ekonomik bölgemizden faydalanma hakkına kavuşuyor.
2-Nükleer santral konusunda gelişme sağlarken, Nabucco'ya alternatif boru hattı inşa etme niyetini saklı tutuyor.
3-İsrail ile gaz anlaşmasını Türkiye üzerinden sağlama alıyor.
4-Mavi Akım 2 Hattının inşası ile daha fazla gaz satma imkanına kavuştu.
5-2011 yılında sona erecek doğalgaz anlaşmasını uzatmış oldu.
Atılan imzalar ile yeni bir cephe kazanan Rusya Federasyonu, işin magazinel tarafı bir kenara bırakılırsa akıllıca bir zamanlama ile bölgede enerji konusunda ağırlığını hissettirecek. Türkiye'nin karşı tarafa bağımlılığını arttıracak bu gelişmelerin stratejik açıdan ülkemize ne getirip ne götüreceğini zaman gösterecek.
Ticari açıdan önemli bir ortaklığa sahip olduğumuz Rusya gümrük konusunda anlaşmamız önemli bir konu. Çıkarlarımızı azami hale getirmemiz siyasi irade ile el ele gidecek.
1-Rusya , Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı'na petrol verme karşılığında Güney Akım Doğalgaz Hattı için ekonomik bölgemizden faydalanma hakkına kavuşuyor.
2-Nükleer santral konusunda gelişme sağlarken, Nabucco'ya alternatif boru hattı inşa etme niyetini saklı tutuyor.
3-İsrail ile gaz anlaşmasını Türkiye üzerinden sağlama alıyor.
4-Mavi Akım 2 Hattının inşası ile daha fazla gaz satma imkanına kavuştu.
5-2011 yılında sona erecek doğalgaz anlaşmasını uzatmış oldu.
Atılan imzalar ile yeni bir cephe kazanan Rusya Federasyonu, işin magazinel tarafı bir kenara bırakılırsa akıllıca bir zamanlama ile bölgede enerji konusunda ağırlığını hissettirecek. Türkiye'nin karşı tarafa bağımlılığını arttıracak bu gelişmelerin stratejik açıdan ülkemize ne getirip ne götüreceğini zaman gösterecek.
Ticari açıdan önemli bir ortaklığa sahip olduğumuz Rusya gümrük konusunda anlaşmamız önemli bir konu. Çıkarlarımızı azami hale getirmemiz siyasi irade ile el ele gidecek.
31 Temmuz 2009 Cuma
NATO Kafa NATO Mermer...
Büyük ülkeler dış politikalarında taşeron kullanmak gibi bilinen yöntemlere sahiplerdir. Kendilerine yakın olan iktidarlara destek sunarak o ülkelerin uluslararası arenada çatışma bölgelerine asker göndermesi , kendilerine ekonomik yardım sağlaması, organizasyonlarda kendi leyhlerine oy kullanarak çıkarlarına uygun hareket etmesi gibi bir dizi uygulamayı bu şekilde sağlama alırlar. Ülkemiz, NATO ittifakına dahil olduğundan beri ABD öncülüğünde yukarıda sayılan ne kadar uluslararası eylem varsa iştirak etmiş ve kendisini reşitliğini ispat etme zorunluluğu hisseden çocukların ergenlik psikolojisinden bir türlü kurtaramamıştır. Kore Savaşı, Körfez Krizi, nükleer silahların konuşlandırılması, Afganistan Operasyonu bu durumun bilinen örnekleridir. Üstelik Soğuk Savaş döneminin Avrupa'ya yerleştirilmiş ABD kaynaklı nükleer silahların yarısı halen Türkiye'de varlığını sürdürmektedir.
NATO üyeliğinden ne menfaatimiz olduğunu iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu yönde yapılacak tarafsız bir analiz AB üyeliğimizin bizlere neler getireceği konusunda ışık verici gerçek bir yol haritası sunacaktır. Bağımsızlığımız pahasına yapılan tercihler ülkemizi gitgide daha yoksul, yalnız ve yönsüz bırakmakta,bu durum bizi dış dünyada saygınlık uyandıran bağımsız bir ülkeden başkalarının çıkarlarına angaje olmuş, kukla idarecilerin yönettiği muz cumhuriyetlerine çevirmektedir. Eleştirel düşüncenin kısıtlandığı, yargının bağımsız bırakılmadığı bir ortamda devlet aygıtının kendi halkına karşı kullandığı çifte standartlar Batı ülkelerinin teşvikiyle artabilir. Özgürlüğümüz ve varlığımız tehdit altında dikkat edilmesi gereken günlere doğru yelken açtık. Yolumuz , faşizmden önce son çıkış noktasına doğru gidiyor.
NATO üyeliğinden ne menfaatimiz olduğunu iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu yönde yapılacak tarafsız bir analiz AB üyeliğimizin bizlere neler getireceği konusunda ışık verici gerçek bir yol haritası sunacaktır. Bağımsızlığımız pahasına yapılan tercihler ülkemizi gitgide daha yoksul, yalnız ve yönsüz bırakmakta,bu durum bizi dış dünyada saygınlık uyandıran bağımsız bir ülkeden başkalarının çıkarlarına angaje olmuş, kukla idarecilerin yönettiği muz cumhuriyetlerine çevirmektedir. Eleştirel düşüncenin kısıtlandığı, yargının bağımsız bırakılmadığı bir ortamda devlet aygıtının kendi halkına karşı kullandığı çifte standartlar Batı ülkelerinin teşvikiyle artabilir. Özgürlüğümüz ve varlığımız tehdit altında dikkat edilmesi gereken günlere doğru yelken açtık. Yolumuz , faşizmden önce son çıkış noktasına doğru gidiyor.
23 Temmuz 2009 Perşembe
Buradan Bakınca...
HSYK, Adli Tıp, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri gibi devlet kurumlarının hayatımıza bir şekilde dahil olduğunu görüyoruz. İşlerini sessiz sedasız yapması gereken, en hassas düzeyde kararları veren organların güven bunalımı doğuracak eylemleri tutunacak dalımız kalmadığının işareti.Yaşananlar, aşiret ekonomisinin çürük temeliyle şekillenen cemaat toplumunun kriz çığlıkları. Eğitimsiz, işsiz, umutsuz insanların bileşik kaplar misali açmazı devlet düzeyinde kilitlenmelerle kendini gösteriyor.
Kriz, değer yargılarının dinamitlenmesidir.Kişiliksiz bireylerden müteşekkil zayıf toplumsal bağdır, beraberlik duygusudur. Ekonominin dip noktadan hangi harf biçimiyle çıkacağını konuşuyoruz ama gitgide insanlığımızı yitiyoruz, işte bununla alakadar olmuyoruz. Mahallelerin arasına dikilen lüks rezidanslar sınıflararası adaletsizlik ile yaşam koşullarının ne kadar güçleştiğinin işaret fişekleri olsa gerek. Yoksullaşmanın barut misali kıvrım kıvrım ilerlediği toplumsal hayat, bizlere bugünlerimizi aratacağa benziyor.
Kriz, değer yargılarının dinamitlenmesidir.Kişiliksiz bireylerden müteşekkil zayıf toplumsal bağdır, beraberlik duygusudur. Ekonominin dip noktadan hangi harf biçimiyle çıkacağını konuşuyoruz ama gitgide insanlığımızı yitiyoruz, işte bununla alakadar olmuyoruz. Mahallelerin arasına dikilen lüks rezidanslar sınıflararası adaletsizlik ile yaşam koşullarının ne kadar güçleştiğinin işaret fişekleri olsa gerek. Yoksullaşmanın barut misali kıvrım kıvrım ilerlediği toplumsal hayat, bizlere bugünlerimizi aratacağa benziyor.
24 Haziran 2009 Çarşamba
Emekçi ve Yemekçi...
Radikal Gazetesi'nin haberine göre Hak-İş Başkanı Salim Uslu kendisine bağlı bir sendika tarafından hediye edilen Mercedes S 320 makam otomobiline biniyor. Aynı zamanda otomobilin fiyatı 370.ooo T.L. imiş. İşçilerin hakkını savunması gereken bir sendika liderinin kriz döneminde böylesine pahalı bir araca binmesi üzücü. Kaldı ki daha çok maaş sendikacılığı yapan Türk sendikal ağaları kendi sınıfına ihanet etmeye hep yakın çizgide durarak, egemen devlet ideolojisi karşısında yelkenlerini çabucak suya indiriyorlar. Abdullah Baştürk , Süleyman Çelebi , Rıdvan Budak gibi isimler ise varlıklarıyla, sendikal duruşlarıyla temsil ettikleri sınıflara hep daha yakın durumda oldular bana kalırsa. Bayram Meral'ler, Salim Uslu'lar, Mustafa Özbek'ler ise 12 Eylül tipi devşirme sendikacılığın parlayan yıldızları oldular. İşçiyiz diyerek, onun temsilcisiyiz diye geçinip asalaklık yapmak hakkını kimse kendinde görmemeli, buna da bizzat emekçiler izin vermemelidir. Sendikalarımızda oto-kontrol mekanizmaları pek işletilmiyor demek ki.
Çağdaş sendikacılık ve işçi sınıfının ekonomik-sosyal hakları söz konusu edildiğinde DİSK gibi sivil toplum örgütlerinin yaklaşımları tercih edilmelidir. Sosyalizm'in yıkılmasıyla gerilediği iddia edilen sol sendikacılık küreselleşmenin yayılıp , sömürünün çoğalmasıyla yeniden dirilerek örgütlü mücadele boşluğunu kapatabilir.Yaşanan ekonomik kriz bu acil ihtiyacın ancak sol/sivil sendikalarla güvenlice giderilebileceğini gösteriyor.Sosyal patlamaların emniyet sübabı olan DİSK gibi halka yakın örgütler ülkemizde yeniden çağdaş sol girişimin öncüsü ya da toparlayıcısı olabilirler. Tarihin onlara yüklediği misyonun farkında olduklarını umarım.
Çağdaş sendikacılık ve işçi sınıfının ekonomik-sosyal hakları söz konusu edildiğinde DİSK gibi sivil toplum örgütlerinin yaklaşımları tercih edilmelidir. Sosyalizm'in yıkılmasıyla gerilediği iddia edilen sol sendikacılık küreselleşmenin yayılıp , sömürünün çoğalmasıyla yeniden dirilerek örgütlü mücadele boşluğunu kapatabilir.Yaşanan ekonomik kriz bu acil ihtiyacın ancak sol/sivil sendikalarla güvenlice giderilebileceğini gösteriyor.Sosyal patlamaların emniyet sübabı olan DİSK gibi halka yakın örgütler ülkemizde yeniden çağdaş sol girişimin öncüsü ya da toparlayıcısı olabilirler. Tarihin onlara yüklediği misyonun farkında olduklarını umarım.
Etiketler:
DİSK,
Hak-İş,
işçi sınıfı,
Salim Uslu,
sendikalar,
toplum,
Türkiye
23 Haziran 2009 Salı
Krizle Gelen...
Hükümetin teşvik ve istihdam paketi içerdiği unsurlarla gerileyen üretimi ve istihdamı dolayısıyla talebi eski haline getirme amacı güdüyor. Bunun yanında sivil toplum örgütleri de talebi uyaracak kampanyalar yürütüyorlar. El ele verip krizden kurtulma çabaları takdire şayan.Peki tüm Dünya'da dibe vurup vurmadığı tartışılan kriz bizde ne durumda? Dışarıda durum pek iç açıcı değil. ABD'de batan finans kuruluşlarına ve bankalara sermaye enjeksiyonu sonrası yapılan stres testi ek tedbirlerin alınması gerekliliğini ortaya koyuyor. Batı ülkelerinde reel kesim üretimini azalan talebe göre ayarlarken iş gücü piyasası işten çıkarmalarla sosyal çalkantılara sebep olacak katılığı içeriyor. Krizi fırsata çevirmek her babayiğidin harcı olamıyor ne yazık ki!
Ülkemizde düşen faizler ve durgunluğun getirdiği eksi enflasyon geçici bir durum. Talebin hareketlendiği zamanı kollayan perakendeciler, üreticiler ya da komisyoncular mal ve hizmetlerin fiyatlarını arttırarak geçmişte yapamadıkları zamların acısını çıkaracaklar bana kalırsa. Türkiye'de enflasyonun sebepleri arasında üretimin yetersizliği, rekabet azlığı, kamunun borç ve faiz yükü sayılabilir.Özel kesimin dışarıya olan borçları cari açığın kurlar üzerinde baskı yapmasına zemin hazırlıyor. Dalgalı kur politikası göreli sakinlikten tehlikeli sulara geçişte kolaylık sağlıyor.
Tüm bunların kaynağı ise belirsizlik. Siyasi ortam gergin; tek parti iktidarda olmasına rağmen 2011'den önce erken genel seçimler yapılabilir. En azından 5 sene önce yapılması gereken reformlar seçimler sebebiyle savsaklanıyor. Seçim ekonomisinin popülizminin yerine geçim ekonomisinin sıkıntıları alıyor.
Ülkemizde düşen faizler ve durgunluğun getirdiği eksi enflasyon geçici bir durum. Talebin hareketlendiği zamanı kollayan perakendeciler, üreticiler ya da komisyoncular mal ve hizmetlerin fiyatlarını arttırarak geçmişte yapamadıkları zamların acısını çıkaracaklar bana kalırsa. Türkiye'de enflasyonun sebepleri arasında üretimin yetersizliği, rekabet azlığı, kamunun borç ve faiz yükü sayılabilir.Özel kesimin dışarıya olan borçları cari açığın kurlar üzerinde baskı yapmasına zemin hazırlıyor. Dalgalı kur politikası göreli sakinlikten tehlikeli sulara geçişte kolaylık sağlıyor.
Tüm bunların kaynağı ise belirsizlik. Siyasi ortam gergin; tek parti iktidarda olmasına rağmen 2011'den önce erken genel seçimler yapılabilir. En azından 5 sene önce yapılması gereken reformlar seçimler sebebiyle savsaklanıyor. Seçim ekonomisinin popülizminin yerine geçim ekonomisinin sıkıntıları alıyor.
17 Haziran 2009 Çarşamba
Faşizmden Daha Vahimi Olur mu?
AKP ve Fethullah Gülen ile ilgili Genelkurmayca hazırlandığı iddia edilen belgeler "vehamet" tartışmasını da beraberinde getirdi. Dün, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı 80 dakika başbaşa görüşürken bu kelime çerçevesinde fikir yürüttükleri öne sürülebilir. Önümüzdeki yaz ayları boyunca en ufak gerilimle birlikte siyasi kargaşaların yaşanacağı o kadar açık ki bunu görmemek için sağduyu özürlü olmak gerekir. Darbe yanlısı güçler her zaman olacak ülkemizde ama yönetemeyen siyaset, kriz ekonomisinin sosyal hayata düşen izdüşümü bana kalırsa.Dünya ekonomisini altüst eden kriz herşeyi yeniden şekillendirirken Türkiye bu değişim dalgasının dışında kalmayacak. Rant ekonomisinden paylaşım ekonomisine, aşiret değerlerinden çağdaş değerlere doğru yola çıkmadığımız sürece kaos hep bizim yanımızda olacak.
TBMM'de 300 den fazla milletvekili ile temsil edilen AKP, tek adam partisi olmasından kaynaklanan boşluğu dolduramıyor. Ülkemizin siyasi partileri güçlü isimlerin yönettiği kanarya seven dernekleri statüsünden kurtarılmalı ve liderlerimiz Atatürk gibi olma heveslerinden bir an önce vazgeçmeliler. Benzemeye çalıştıkları Mustafa Kemal'den ziyade Franco, Salazar ya da Musollini'leri andırıyorlar. 21. yüzyılda bu isimleri konuşmak çok acı. Ancak faşizm, üretim ekonomisinin olmadığı geri kalmış toplumların yaşam içececiği, AKP ise bu yapının yerel/küresel temsilcisi bana kalırsa. Örgütsel değil de bireysel terörizmin daha fazla yaşandığı ülkemizde faşizmin ayak seslerini işitmiyorsanız durum gerçekten vahim.
TBMM'de 300 den fazla milletvekili ile temsil edilen AKP, tek adam partisi olmasından kaynaklanan boşluğu dolduramıyor. Ülkemizin siyasi partileri güçlü isimlerin yönettiği kanarya seven dernekleri statüsünden kurtarılmalı ve liderlerimiz Atatürk gibi olma heveslerinden bir an önce vazgeçmeliler. Benzemeye çalıştıkları Mustafa Kemal'den ziyade Franco, Salazar ya da Musollini'leri andırıyorlar. 21. yüzyılda bu isimleri konuşmak çok acı. Ancak faşizm, üretim ekonomisinin olmadığı geri kalmış toplumların yaşam içececiği, AKP ise bu yapının yerel/küresel temsilcisi bana kalırsa. Örgütsel değil de bireysel terörizmin daha fazla yaşandığı ülkemizde faşizmin ayak seslerini işitmiyorsanız durum gerçekten vahim.
10 Haziran 2009 Çarşamba
Sürdürülemez Eğitimsizlik...
Dün gazetede Rusya Devlet Balkanı Medyedev'e ait bir yazıyı okudum. Konu tahıl üretimi ve gelecekte yaşanacak olan olası açlık tehlikesi ile ilgiliydi. Yazıda kullanılan kavramlar makalenin konuya hakim bir kalemden çıktığını gösteriyor. Belki de bu makale danışmanlarına ait düşüncelerin yazıya dökülmüş haliydi. Benim için önemli olan bir devlet başkanının 30-40 sene içerisinde hayati derecede önemli olacak bir konuyu gündeme getirmesidir. Hepimiz aşıklar gibi Obama'nın ağzının içine bakarken Rusya Devlet Başkanı ilerde yürürlüğe konulması gereken tarımı geliştirme ve toprağı daha verimli kullanma stratejilerini önümüze getiriyor. Yoksul ülkelerin halkları açlıkla mücadele ederken bizlerin de bu tehlikeden uzak olmadığımızı dillendiriyor.Benim ülkemin politikacılarının da düşünen, araştıran, geleceğe ait bir vizyonu olan dünya'ya açık insanlardan oluşmasını temenni ederim. Mesela Başbakanın kitap yazması, Abdullah Gül'ün sergilere konu olabilecek bir ressam olması ya da Bülent Arınç'ın varoluşçu felsefe üzerine doktorası olan bir düşünür vasfına sahip olması gibi...Resmi eğitim seviyesi ilköğretim 4. sınıf olan bir toplumdan bunları beklemek abesle iştigal galiba.Ben gene de önümüzdeki neslin hayata karşı daha donanımlı bireylerden meydana geleceğini hayal ediyorum.Kızmayın sadece hayal kuruyorum.
30 Nisan 2009 Perşembe
Savaşan Fakirler...
Terör kazanı kanla karışıp,kaynıyor.Oyalamalar dışında ciddi ve anlaşılır tedbirler de alınamıyor ne yazık ki.Sorun burada ise çözümü de bu topraklarda yaşıyor bence. Kutuplaşmalar sağlayarak teröre ancak katkıda bulunulur, şu anda yapıldiği gibi. DTP'ye karşı yapılan operasyonlar PKK'nın eyleme geçmesini tetiklemekten başka bir işe yaramadı. Bir terör örgütünün istediği politikaları uygulayabilmesi, karşısında ciddi bir iktidar olmadığını gösterir.Sivil irade ne çare ki askeri vesayet altında kalmıştır.
Demokrasinin güdük kalması Kürt Sorunu'nun gerçek nedeni değil mi ? Siyasal örgütlenmesi yasaklanmış kesimler hak arama yollarını şiddete başvurarak aramakta. Sadece Kürt'lerin haksızlığa uğradığını söylemek bu açmazın tek yanını gösterir bence.Türkiye'nin diğer bölgelerinde de demokrasi sorunu olduğu açık.Yasakların gölgesinde yaşanan hayatlar çıkış yolunu terör açmazında buluyor.Sanki çok geniş bir kan davası varmış gibi şimdi daha çok kan akacak. Kafalar bulandırılırken bir gerçeği kaçırmayalım :Bağımsızlığımız ekonomimize ve varlığımızı korumamıza bağlı.IMF ile anlaşarak ya da ABD-AB eksenine yaslanarak değil. Şiddet ve açlıkla sınananlara gelince gün gelir bu insanlar gerçek şiddetin yuvası olurlar,sakın unutmayalım...
Demokrasinin güdük kalması Kürt Sorunu'nun gerçek nedeni değil mi ? Siyasal örgütlenmesi yasaklanmış kesimler hak arama yollarını şiddete başvurarak aramakta. Sadece Kürt'lerin haksızlığa uğradığını söylemek bu açmazın tek yanını gösterir bence.Türkiye'nin diğer bölgelerinde de demokrasi sorunu olduğu açık.Yasakların gölgesinde yaşanan hayatlar çıkış yolunu terör açmazında buluyor.Sanki çok geniş bir kan davası varmış gibi şimdi daha çok kan akacak. Kafalar bulandırılırken bir gerçeği kaçırmayalım :Bağımsızlığımız ekonomimize ve varlığımızı korumamıza bağlı.IMF ile anlaşarak ya da ABD-AB eksenine yaslanarak değil. Şiddet ve açlıkla sınananlara gelince gün gelir bu insanlar gerçek şiddetin yuvası olurlar,sakın unutmayalım...
6 Şubat 2009 Cuma
Beyaz Eşya Siyaseti...
Tunceli'nin Nazimiye ilçesine ve ilin geneline beyaz eşya yardımları yapılıyormuş.Seçimden önce bu yardım haberleri iyice hızlanıyor.İnsanların oylarına yardım veya yardım vaadleri ile talip olmak nasıl bir siyasi ahlak anlayamadım? Bu partilere oy verenler oylarını satmış olmuyorlar mı? Fakirleri bu kadar düşünen iktidar niye o yörelerde fabrika kurup,iş imkanları sunmuyor o insanlara? Kendi haksız zenginliklerinden duydukları utançla bu yardımlar yapılıyor olmasın sakın?
Sadaka kültürü bize ait değildir. Gelir dağılımının bozukluğu kaderimiz değildir. Yapmamız gereken daha fazla sosyal adalet sağlayan partileri bünyemizde barındırmak. Kapitalizm ile geldiğimiz son nokta bu. Fakirlik, tembellik, yobazlık ve sadaka kültürü... Krizle beraber ekonomimiz gibi ahlakımız da dibe vurmuyor mu?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)