30 Haziran 2009 Salı

Durmak Yok Küçülmeye Devam...

2009 ilk çeyrek dönemindeki büyüme, pardon! küçülme rakamları açıklandı.Milli gelir Ocak-Mart arasında -13.8 azaldı. İhracat ise Haziran ayında %41 azalmış durumda. 6 aylık toplam ihracat düşüşünü de söyleyelim,%3o. Küresel kriz katmerlenerek gelip vuruyor ülkemizi. Aç insanların gözbebeklerindeki öfkeyi, çaresizliği görmemek olanaksız. İşsizlik alıp başını giderken, hükümet darbe günlüklerinden,sahte belgelerden mealler uydurup TSK'dan rövanşı almaya bakıyor. Kendi seçmenine ihanet etmenin yolu bu olsa gerek.Toplumsal çalkantılar çoğunlukla ekonominin dibe vurduğu zamanları bekler durur.Artık sokaklarda kışkırtmalara çok açık bir insan malzemesi yaratılmıştır.

Yönetemeyen demokrasinin ardında üretmeyen, daralmış bir ekonominin yağlanmamış çark gıcırtıları duyuluyor. İşte bu derinden duyulan, darbe geliyor fısıltıları. Dünya'yı baştan aşağıya şekillendiren ekonomik tsunami, elbette bizi teğet geçmeyecek. Siyaset, toplumsal hayat, gelenekler, alışkanlıklarımız, dini pratiklerimiz bu dalganın altında kalacak. Özüne, emeğine, birbirine daha da yabancılaşan birey, iyice bencilleşip fakirliğini bile birbiriyle paylaşmayacak. Bana kalırsa paylaşma duygusuna verilen önem böyle zamanlarda ortaya çıkacak.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Siyasi Tercihler...

Türk ekonomisi 2007 yılının sonundan itibaren küçülmeye başladı.Bu süre zarfında işsiz sayısında ve dış ticaret dengesinde bozulmalar devam ediyordu. 2008 yılının Ağustos ayından itibaren ise küresel kriz bu baskıların üstüne geldi. Şimdi 2009 yılı için -5 küçülme bekleniyor, 2010 yılı için de küçülme olabileceği öngörülüyor. Alt gelir grubuna dahil olan %20'lik kesimin durumu ülkemizde korkunç bir fakirleşme yaşandığının göstergesi. En üst düzeydeki %20 lik gelir dilimine sahip grup ile arasındaki fark gitgide açılıyor. Yüksek gelirliler milli gelirden %50'lik kısımı alırken, en yoksullar %5 kadar bir pay almakta.Sadece bu tablo bile gelir dağılımındaki vahşi adaletsizliği açıkça göstermektedir.

Aynı zamanda seçmen de olan bu kitle çoğunlukla sağ partileri iktidarda görmek istemektedir. Sol partilerin siyasi yelpazede aldıkları pay ise hızlı yoksulluk artışına karşın ya gerilemekte ya da yerinde saymaktadır. Bu duruma solun güncel gelişmeleri kavrayamaması, lider partisi olma kitle partisi olamama açmazında tıkanıp kalmaları, geleneksel oy tabanlarına uzak durmaları, Kürt Sorunu, yapılan askeri darbeler... gibi sebeplerin yol açtığı öne sürülebilir. Bana kalırsa Türk halkı hala solculuğu, soğuk savaştan kalma alışkanlıkla komünizmle özdeşleştirmekte, çoğunlukla kırsal kesim insanı ya da şehirlerin varoşlarında yaşayan yeni göçmüş/yerleşik kesim seçim dönemlerinde geleneklerini yaşatan muhafazakar partileri sandıktan çıkarmaktadır. Sağ partilerin çoğunlukla itibar görmesi gelir dağılımından tutun dış politikaya, eğitimden sağlığa kadar tüm ülkede geçerli politikaların, yerel ve merkezi yönetimlerde liberal ekonomi/küresel sermaye yanlısı DP-AP-ANAP-DYP-AKP partilerince tespit edilmesine yol açmıştır.Halkımız bu arada farkında olmadan bir tercihte bulunmuş,açıkça meydana çıkmıştır ki bu tercih sermayedarın yanında emekçinin karşısındadır. Binbir ayak oyunuyla değiştirilen seçim sistemi düzene! alternatif olabilecek partileri oyunun dışında bırakmaktadır. Eğitilememiş büyük sayıda bir nüfus işsizlik-yoksulluk-toplumsal yozlaşma kıskacına alınmış,bu ne yaman bir çelişkidir ki verdiği oylarla kendini celladına teslim etmiştir.Şimdi her zamandakinden fazla ülkemizde sola ve onun politikalarına ihtiyaç var. Herkesin bir oyu olduğuna göre bize düşen görev halkımıza doğruyu bıkmadan usanmadan anlatmakdır.

DGM'lerden Ergenekon'a...

Hükümet geceyarısı önergesiyle CMK'nın 250. maddesini değiştirdi. Yasanın yeni haliyle askerler sivil mahkemelerde yargılanabilecek. Bana kalırsa konunun geri kalanı hukukçuların bilgi alanına giriyor. Daha önde gelen sorun ise yargının gitgide siyasallaşması . Ergenekon Davası'nda her türlü özel yetki ile donatılan mahkeme ve savcılar bana DGM'lerin hukuksuzluk örneklerini hatırlatıyor.Oysa Deniz Feneri Soruşturması'nda ifade alınma safhası hala devam etmekte. Siyasi güçler eliyle hukukun katli ilk değil ki yıllardır gözümüzün önünde yaşanıyor. Suç işleyen bir kişinin asker veya sivil olması asla farketmemeli. Hukuk düzeni suçluluların ya da güçlülerin üzerindeki üniformaya yahut temsil ettiği kurumun dokunulmazlıklarının arkasına sığınmasına engel olabilmeli.

TSK ile AKP'nin çatışması yazılan senaryonun ilk kısmı gibi . Bu duruma daralan ekonominin getirdiği sorunlar eşlik edecek. Geri kalan kısmında ülkeyi istikrarsızlaştırma çalışmaları başlayacak. Sosyal çatışma aynı toplumun farklı gelir ve düşüncedeki insanları arasında yaşanabilir. Dikkat edilmesi gereken zamanlardayız, oynanan oyun kardeş kanı akıtılması üzerine kurulu. Siyasi motifle tasarlanmış ses getiren cinayetleri, sabotajlar, toplu gösterileri , kışkırtmalar izleyebilir.Yaşatılan psikolojik savaş sayesinde önümüzdeki günlerde tüm sistem sınanıyor olacak. Komşularımız bölünme ve çatışmalarla sarsılırken buralarda meleklerin cinsiyetini tartışmak en hafif deyimiyle aymazlığımızı gösteriyor.

27 Haziran 2009 Cumartesi

Bir Demokrat Var Benden İçeri...

Gücü elinde tutanın güçsüzü umarsızca ezdiği toprakların insanlarıyız.Haksızlığı hayatımızın en yeminli düsturu yapmışız evelallah.Şimdiyse en haki renkli giysilerimizin üzerine mevsimlik demokratlığımızı giyindik ki ya Rabbim tadından yenmiyor.Başımızı çevirip bakarsak faili meçhul cinayetler işlenirken, gözaltında kayıplar yaşanırken, işkenceyle canlar alınırken hepimiz neredeydi? Ekranlarda basbas bağıran tatlı su demokratları tüm bunlar yaşanırken neredeydiler? Şaşırmamak lazım onlar dinci hamilerinin kucaklarına yerleşirken arsızca arkadaşlarını satabilen kalemşörler.Parayı veren onları kullanır, satılık kalemlerini menfaat temin ettikleri herkese sunarlar.Açlık onların ruhuna yerleşmiştir ve kişilikleri tek kullanımlık prezervatiftir.

Şimdi darbe tartışmaları, Ergenekon süreci ya da Belge saptırmaları esnasında yaşanacaklar neler olabilir? Birbirini gammazlayanlar, gerçek ya da sahte belge ticareti yapanlar, dostuna sırtını dönenler olacak bundan eminim.Bizler de gözlerimizin önünde yaşananları görmezden geleceğiz . İnsanın atası maymun nasıl olsa,oysa saysan üç maymun kadar etmez bizim cesaretimiz.Vicdanımıza sığdırdığımız daha nice geçici 15. madde var ki say say biteremem. Cesur, dürüst, Mustafa Kemal tarafında olan, bağımsız, kim varsa küstürdük, öldürdük, hapse attık...

Silahlı Kuvvetler içinde darbe taraftarı olan subaylar her zaman vardı, bu gerçek. Onlardan daha fazlası toplumda potansiyel olarak mevcut, esas tehlikeli gerçek bence bu.Kenan Evren'in intihar etmesi Erdal Eren'i geri getirecek mi? Faik Türün'ün mezarını kazısak Deniz Gezmiş o tertemiz gözleriyle uyanacak mı? Salim Başol'u tutuklasak Adnan Menderes Yassıada'dan son seferle geri mi gelecek? Olmayacak dua oysa benimkisi.

Bize lazım olan demokrasinin asgarisi, askerisi ya da azamisi değil, vatandaşına değer vereni. Halkını müttefikleri için ezmeyeni, zenginleriyle el ele verip soymayanı, evinden çocuklarının yanından alıp kaybetmeyeni...Azla yetinen elindekini de yitirir.

26 Haziran 2009 Cuma

Krizler ve Darbeler...

Darbe dönemlerine baktığımızda müdahale öncesi ve sonrası üretim araçlarına sahip olma konusunda ciddi değişiklikler gözleniyor. Ekonomik krizlerle birlikjte askeri darbelerin yaşanması tesadüf değil elbette. 1958 yılında yapılan devalüasyon 27 Mayıs'ı, keza IMF ile 1970 Ağustos ayı içinde yapılan anlaşma 12 Mart Muhtırasını, 24 Ocak 1980 Kararları ise 12 Eylül Askeri Darbesi'ni tetikleyen ekonomik altyapıyı hazırlamıştır. Sermaye yapılan her darbede biraz daha güçlenmiş, buna karşılık orta ve alt sınıfların yaşam standartları düşmeye devam etmiştir.

Bu süre zarfında sosyal gelişmenin önü ekonomik gelişmeye engel olunarak durduruldu. Özgür bir anayasa rafa kaldırıldı, sendikal haklar çalışma barışı denilerek hadım edildi.Eğitim, sağlık, vergi, savunma politikaları çağdaş dünyanın gerisinde tutuldu. Zamanla anlaşılıyor ki ABD ve müttefiklerinin desteği ile halkımızın sessiz rızası sonucu yapılan darbeler Türkiye'nin yoksullaşmasına, yozlaşmasına, gerici güçlerin egemen olmasına sebep olmuştur. Toplumun yaşanan gelişmelere karşı duyarsızlığı 12 Eylül'de siyasetin toplumdan, üniversiteden, gençlerden ve sendikalardan yasaklanıp koparılmasıyla meydana geldi.Ait olduğu çevreye yabancılaşan kitle seçimden seçime bu demokrasi oyununa miting alanlarında ve sandıklarda katılarak devre dışılığına devam ediyor. Siyasi partiler liderlerin kişisel görüşlerini tüm teşkilatlarına ve halka dayattığı güdük demokrasinin üsleri halinde. TBMM çatısı altında kahvehane düzeyinde tartışmalar yapılıyorsa yaşanan seviyesizliğin askeri darbelerden ari olduğu savunulamaz.Katılımsız siyaset , 1940'lı yılların gizli oy, açık tasnif demokrasisine benziyor.

Bu kez dünya çapında olan bir ekonomik kriz yaşanıyor. Sermaye-emek çelişkisinin ulaştığı son nokta muhafazakarlaşmak olacak ne yazık ki. Yabancılar, işçiler, farklı düşüncedekiler, farklı ırk ya da dinden insanlar toplumun geri kalanından dışlanacak, onlara saldırılacak, nefes almalarına engel olunacak bana kalırsa.Türkiye'de de faşizmin ayak sesleri o kadar yakın,bu sesi duymayan gözünü kışlalardan başbakanlığa çevirse iyi eder.

25 Haziran 2009 Perşembe

Askerden Yanıt ve Cemaat'in Rolü

Genelkurmay Askeri Savcılığı, Taraf Gazetesi'nce Albay Dursun Çiçek tarafından yazıldığı öne sürülen "İrtica ile Mücadele Belgesi" nin Genelkurmay'da hazırlanmadığını öne sürerek konu ile ilgili takipsizlik kararı verdi. İddia edilen belge kim tarafından yazıldı, cevap yok. Senaryo üretmek dışında herhangi bir olanak da yok. TSK üzerine düşen "Darbeci-Cunta Üreten Odak" sıfatını ikircikli açıklamalar yardımıyla silemez. Orduyu savunmak benim işim değil ama asker bu meyanda birilerinin eliyle kendini savunamaz hale getiriliyor. Askeri Savcılığın kamuoyuna doyurucu bir açıklamada bulunamaması da maalesef Silahlı Kuvvetleri zan altında bırakıyor. Dosya şimdilik Ergenekon Davası'nın savcılarının sütüne emanet edilmiş durumda.Şu anda Askerin tek derdi Taraf'ın bu belgeyi nasıl elde ettiği olsa gerek.

Cumhuriyet'in kurucu değerlerine karşıtlığı su götürmez olan bir Cemaat bu toz duman arasında yayın organı Zaman Gazetesi ile bir haber yayımladı. Haberde iki general arasındaki telefon konuşmalarına atfen 27-05-2009 tarihinde Hakkari-Çukurca'da 6 askerin şehit olduğu mayınlı saldırının sebebini Tuğgeneral Z.E.'nin bizzat döşediği mayınlar olduğu öne sürülüyor. Sadece bu veya buna benzer haberlerde Hükümet ile Fethullah Gülen Cemaati arasındaki organik bağ deşifre edilmiyor, AKP ve yandaş medyasının TV-internet-basılı kitle iletişim araçları yardımıyla TSK aleyhinde hava oluştururarak, geride kalması gereken 28 Şubat Süreci'nin intikamını almaya çalıştıkları ortaya çıkıyor.

Tarihimizin asri davası ilerici-gerici çekişmesi psikolojik savaş yöntemleri, çakma belgeler, Taraf ya da Zaman gibi iç veya dış istihbarat unsurlarına çalışan basın yayın organlarıyla, yeminli kalemşörlerle... kendi mecrasında akıyor.

Sorunun özünde demokrasi mücadelesi değil, üretim araçlarının el değiştirmesi yatıyor. İktidara yakın Anadolu Sermayesinin İstanbul Dükalığı ile pastayı paylaşım kavgasında daha önde yer almanın tüm yollarını kullanıyor. Ortadoğu ve tüm Dünya yeniden şekillenirken uydurma bir belge ile demokrasi havarisi kesilmek bize çarpık bir bakış açısından başka bir şey veremez. Kesin olan şey ise bu davada taraf tutmadan herhangi bir aşamaya gelinemeyeceğidir. Güvendiğim tek husus Mustafa Kemal'in Cumhuriyeti'nin asker ya da sivil sütü bozuk tiplerin eylemleri , küresel güç odaklarının kötücül senaryolarıyla yıkılamayacak kadar sağlam olduğudur. Bilginize...

24 Haziran 2009 Çarşamba

6 şehit verilen mayın patlamasıyla ilgili şok iddia -  ZAMAN GAZETESİ [İnternetin İlk Türk Gazetesi]

6 şehit verilen mayın patlamasıyla ilgili şok iddia -  ZAMAN GAZETESİ [İnternetin İlk Türk Gazetesi]

Shared via AddThis

Emekçi ve Yemekçi...

Radikal Gazetesi'nin haberine göre Hak-İş Başkanı Salim Uslu kendisine bağlı bir sendika tarafından hediye edilen Mercedes S 320 makam otomobiline biniyor. Aynı zamanda otomobilin fiyatı 370.ooo T.L. imiş. İşçilerin hakkını savunması gereken bir sendika liderinin kriz döneminde böylesine pahalı bir araca binmesi üzücü. Kaldı ki daha çok maaş sendikacılığı yapan Türk sendikal ağaları kendi sınıfına ihanet etmeye hep yakın çizgide durarak, egemen devlet ideolojisi karşısında yelkenlerini çabucak suya indiriyorlar. Abdullah Baştürk , Süleyman Çelebi , Rıdvan Budak gibi isimler ise varlıklarıyla, sendikal duruşlarıyla temsil ettikleri sınıflara hep daha yakın durumda oldular bana kalırsa. Bayram Meral'ler, Salim Uslu'lar, Mustafa Özbek'ler ise 12 Eylül tipi devşirme sendikacılığın parlayan yıldızları oldular. İşçiyiz diyerek, onun temsilcisiyiz diye geçinip asalaklık yapmak hakkını kimse kendinde görmemeli, buna da bizzat emekçiler izin vermemelidir. Sendikalarımızda oto-kontrol mekanizmaları pek işletilmiyor demek ki.

Çağdaş sendikacılık ve işçi sınıfının ekonomik-sosyal hakları söz konusu edildiğinde DİSK gibi sivil toplum örgütlerinin yaklaşımları tercih edilmelidir. Sosyalizm'in yıkılmasıyla gerilediği iddia edilen sol sendikacılık küreselleşmenin yayılıp , sömürünün çoğalmasıyla yeniden dirilerek örgütlü mücadele boşluğunu kapatabilir.Yaşanan ekonomik kriz bu acil ihtiyacın ancak sol/sivil sendikalarla güvenlice giderilebileceğini gösteriyor.Sosyal patlamaların emniyet sübabı olan DİSK gibi halka yakın örgütler ülkemizde yeniden çağdaş sol girişimin öncüsü ya da toparlayıcısı olabilirler. Tarihin onlara yüklediği misyonun farkında olduklarını umarım.

23 Haziran 2009 Salı

Irak'ın Geleceği...

Ortadoğu'da karışıklık zaten had safhadaydı şimdi buna İran'ı da ekleyebiliriz. Ancak yazı konumuz Irak. Geçen hafta Kerkük'te, Türkmen kasabası Tuzhurmatu'da bombalı intihar eylemi sonucu 72 kişi öldü. Türkiye için acilen istikrara kavuşması gereken bölge kesinlikle burası. Sebepler arasında PKK'nın o karışıklıktan faydalanıp yaşam alanı bulması, Özerk Kürt Yönetimi'nin bağımsızlaşma yolundaki ısrarlı adımları, ABD'nin işgalle birlikte Irak'ı üs bölgesi olarak kullanması, giderek açığa çıkan Şii-Sünni,Arap-Kürt-Türkmen bölünmesi ve buna bağlı olarak büyüyen iç savaş tehlikesi, İran'ın artan etkisi sayılabilir.

Güçlerin Statüsü Anlaşması sonucu ABD 2011 yılına kadar Irak'ı terkedecek . Bu çekilmenin doğal sonucu olarak artan güvenlik açığı dış müdahalelere daha uygun bir ortam sağlayacak ülkede. Bereketli hilalin talihsiz halkı Saddam Hüseyin dönemini de aşan katliamlarla karşı karşıya kalabilir. Milyonlarca ölü, mülteci, yaralı ve sakat, ailesiz çocuklar ile zaten mahvolmuş bir ülke portresi çiziyor. O kadar çok bilinmez arasında Irak patlayacak bir bomba durumunda.

Dış politikamız 11 Eylül sonrası meydana çıkan GOP'un karşısında fazla varlık gösteremediyse de TBMM'de 1 Mart tezkeresine red cevabı bizi gireceğimiz bataklıktan korudu. Bu süre zarfında kırmızı çizgilerimiz: Irak'ın bölünmesini engellemek, Türkmenlere karşı düşmanca davranışları önlemek, ABD'nin bir an önce ülkeyi terketmesini sağlamak olarak özetlenebilir. Her ne kadar ekonomik ilişkiler kurulup geliştirilse bile ilerde parçalanmış bir Irak'la karşı karşıya kalabiliriz. Ülkeyi bir arada tutmak amacıyla eski düşmanlarını yeni bir düşman olarak gösterip tekrar İran'a saldırtabilirler. Küresel güçlerin şapkasından daha ne kanlı tavşanlar çıkacak kimbilir?

Krizle Gelen...

Hükümetin teşvik ve istihdam paketi içerdiği unsurlarla gerileyen üretimi ve istihdamı dolayısıyla talebi eski haline getirme amacı güdüyor. Bunun yanında sivil toplum örgütleri de talebi uyaracak kampanyalar yürütüyorlar. El ele verip krizden kurtulma çabaları takdire şayan.Peki tüm Dünya'da dibe vurup vurmadığı tartışılan kriz bizde ne durumda? Dışarıda durum pek iç açıcı değil. ABD'de batan finans kuruluşlarına ve bankalara sermaye enjeksiyonu sonrası yapılan stres testi ek tedbirlerin alınması gerekliliğini ortaya koyuyor. Batı ülkelerinde reel kesim üretimini azalan talebe göre ayarlarken iş gücü piyasası işten çıkarmalarla sosyal çalkantılara sebep olacak katılığı içeriyor. Krizi fırsata çevirmek her babayiğidin harcı olamıyor ne yazık ki!

Ülkemizde düşen faizler ve durgunluğun getirdiği eksi enflasyon geçici bir durum. Talebin hareketlendiği zamanı kollayan perakendeciler, üreticiler ya da komisyoncular mal ve hizmetlerin fiyatlarını arttırarak geçmişte yapamadıkları zamların acısını çıkaracaklar bana kalırsa. Türkiye'de enflasyonun sebepleri arasında üretimin yetersizliği, rekabet azlığı, kamunun borç ve faiz yükü sayılabilir.Özel kesimin dışarıya olan borçları cari açığın kurlar üzerinde baskı yapmasına zemin hazırlıyor. Dalgalı kur politikası göreli sakinlikten tehlikeli sulara geçişte kolaylık sağlıyor.

Tüm bunların kaynağı ise belirsizlik. Siyasi ortam gergin; tek parti iktidarda olmasına rağmen 2011'den önce erken genel seçimler yapılabilir. En azından 5 sene önce yapılması gereken reformlar seçimler sebebiyle savsaklanıyor. Seçim ekonomisinin popülizminin yerine geçim ekonomisinin sıkıntıları alıyor.

22 Haziran 2009 Pazartesi

Abdullah Gül'ün Konvoyu...

Cumhurbaşkanı'nı pazar günü katılması gereken bir davete geç bırakmamak için Konya-Ankara karayolu bir süre trafiğe kapatılıp güzergahta seyreden araçlar kenara çektirilerek yarım saat boyunca bekletilmiş . Devlet katında genel düşünce şu " Hastası olan da yolcusu olan da bekleyecek işi ne!". Olayı haber yapmak için kameraya alan vatandaş memura niye yolu kapatıyorsunuz diye sorduğunda "Hesap mı soruyorsun kardeşim!" cevabını alıyor.Bizde vatandaş nesne, devlet özne addedildiği için böyle akla ziyan davranışlar normal kabul ediliyor. 35 yaşını bitirdim böyle saçmalıklara hala alışamadım. Birileri Cumhurbaşkanı'na yalakalık yapacak diye onca insanı bu yaz sıcağında bekletmek: Bu tedbiri düşünenlerin zeka ve karakter seviyesini gösteriyor. Abdullah Gül'ün böyle bir şeyden haberi varsa onu da bunların arasına katmak gerekir diye düşünüyorum. Hatta devlet büyüklerinin isimlerinin başına Hazret ... ya da sonuna (R.A.)sıfatlarını koyalım, olsun bitsin.İran olmak istemiyorlar mıydı işte size Türk tipi molla rejimi.

Sanırım sorun bizim hakkımızı medeni bir şekilde arayamamızda yatıyor.Yaşadığı her siyasi rejim boyunca sindirilmiş, aç bırakılmış, sadece vergi ve asker almak için yanına gelinmiş, insan gibi davranılmamış bir halkın seçkinler eliyle koyun sürüsüne çevrilmesi amacını taşıyor bu davranışlar. Osmanlı'dan bu yana değişen tek şey saltanatın kaldırılıp yerine Cumhuriyet rejiminin konması. Günümüzde de devletin en üst katına kadar yerleşip hala bu rejimi tüm nitelikleriyle içine sindiremeyenler var. Türkiye'nin geçmişi ile olan en büyük kavgası ilerici-gerici düşünceler arasında yaşanıyor. Farklı,yeni ve yabancı olan her şeye karşı düşmanlık sivil muhalefet yapamama sonucunu da beraberinde getiriyor. Elinde silahlı ve organize gücü olan iktidarlar resmiyet taşımayan her unsuru istediği gibi itip kakabiliyor. Mustafa Kemal Atatürk bu Cumhuriyet'i birileri birilerini zengin etsin, geri kalanın canı cehenneme diye düşünerek halkıyla beraber kurmadı.Biz yanlış ve haksız tercihlerde bulunarak kendimize parya muamelesi yaptırma hakkını seçkinlere sağladık. Şimdi oturup düşünme, kendi kafasızlığımızın sonucunu katlanma zamanı değil bence. Harekete geçip asker, polis, zabıta, sivil ya da kamu görevlisi kim olursa olsun halka iyi davranmayan her kişiye gereken meşru tepkide bulunmak. Hak verilmez ancak alınır.

Liberalleştiremediklerimizden misiniz?

Türkiye 20. asrın ikinci yarısından beri liberalleşmeye çalışıyor.Batı ittifakına katılmak amacıyla, 2.Dünya Savaşı'nın hemen ardından geçilen çok partili hayat -darbe dönemleri dışında - 60 senede iyiden iyiye içselleştirildi. Ankara Anlaştması ile AET/AB çatısı altında tam üyelik çabaları da son 2 5 senede hız kazandı. Artık halkın seçtiği hükümetler silahlı güçlerin kendisine tabi olduğu sivil iradeyi temsil ediyor.

Yarım asırlık demokrasi macerasında devletin halka tahakküm etmesi, gözaltında kayıplarla faili meçhul cinayetler gerçeği, işkencenin önlenememesi, yolsuzluğun/kayırmacılığın günlük hayatın gerçekleri haline gelmesi, silahlı kuvvetlerin darbe yaptığı veya darbe taraftarı olması, sivil toplumun ya da muhalefetin önünün kesilmesi gibi konularda fazla mesafe alınamamış, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte çağdaş değerler buna eşlik edememiştir. Derinde yatan sebep bence demokratik liberalizmin ekonomik liberalizmle başbaşa gidememesidir. "Bırakınız yapsınlar!" felsefesi sadece iktidarlara yakın çevrelere ve onların hempalarına özgürlük sağlamış, Menderes-Demirel-Özal hükümetlerinin uyguladığı sağ ekonomik politikalar halk nezdinde demokrasi değerlerini gündemde tutamamıştır. Soğuk Savaş'ın bitmesine yakın zamanda PKK eylemleri ile patlak veren Kürt Sorunu demokratikleşememe davasında hala en önemli konuyu teşkil etmektedir.

Oysa son 1 senede yaşanan Dünya Krizi ekonomiyi siyasetin önüne çekmiş, bu yeniden şekillendirme çağında kaynaklarını verimli kullanan uluslar zorlukları aşma hususunda daha avantajlı duruma geçmişlerdir. Halkın üretilen gelirden daha fazla pay aldığı sosyal demokrat bir paylaşım politikası demokrasiyi seçimden seçime yapılan bir tiyatro komikliğinden çıkaracaktır. Daha özgür olmak için daha zengin olmak gerekir , daha zengin olmak için ise verimli biçimde üretilen geliri adilce paylaşmak.

21 Haziran 2009 Pazar

İran'ın Yönü Nereye Yakın?

Ortadoğu'yu yeniden biçimlendirme çabaları ABD başkanı Obama'nın seçilmesiyle hız kazandı. Değişen bir şey yok bu politikalarda, GOP yeni başkanın güler yüzüyle kaldığı yerden devam ediyor. Önce Irak ve Afganistan 2009 yılıyla birlikte Pakistan,İran... Aradaki temel fark Irak ve Afganistan doğrudan ABD işgaline uğradı. Pakistan ve İran ise yerel güçlerin iktidar kavgası sebebiyle için için kanayan bir iç savaş yaşıyorlar. İnsan sormadan edemiyor sıra ne zaman bize gelecek diye?

İran bu konuda özel bir yer taşıyor. Bize bu kadar yakın ama yeterince tanımadığımız bir yapı söz konusu. 1979 İslam Devrimi'nden bu yana molla düzeninin kurduğu organlarla yönetiliyor. Sistemin başında dini lider -Ali Hamaney- var. Onun dışında Anayasayı Koruma Kurulu, Düzenin Yararını Teşhis Kurulu, Uzmanlar Meclisi, Halk Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı makamları var. Genelde İran'a özgü hiyerarşik organlar mevcut. Bu arada Devrim Muhafızları ve Besiçler iktidarın sivil silahlı gücü. Tüm hafta boyunca süren ölüm ve yaralanma haberlerinin kaynağı aslında bu iki güç. Halk bu iktidar çatışmasının arasına sıkışmış durumda. Musavi taraftarları Devrim'i korumaya devam etme yanlısı, onların sadece istediği çalınan oylar sebeiyle seçimlerin tekrar edilmesi. Ahmedinejad ise Hamaney'in desteğini arkasına almış, Rafsancani'nin ve diğer muhaliflerinin karşısına çıkmış durumda. Hatemi ve Musavi düzenin Humeyni'nin kurduğu biçimde evrilmesi taraftarı bana kalırsa. Ortada molla rejimine karşı herhangi bir isyan yok . Düşlediğimiz özgür ve bağımsız İran hala uzak bir hayal. Düşen petrol fiyatları sonucu ekonomik zayıflama, nükleer silah edinmek yönündeki ısrar, Ortadoğu'da ABD karşısına dikilen yegane güç olma arzusu, halihazırdaki yönetimin gösterileri şiddet yoluyla bastırma güdüsünün arka planını hazırlıyor. İçerde zayıf bir İran attığı tüm adımlarda Batı'nın kendisini daha da kıstırmasıyla karşı karşıya kalacak. Muhalefet bu seçimlerden daha da güçlenerek çıktı. Ahmedinejad seçim öncesine göre daha tartışmalı durumda. Hamaney ve Ahmedinejad zor günler yaşayacak bana kalırsa.

Unutmadan sorayım sırada hangi ülke var? Türkiye ya da Suriye...Dikkat etmemiz lazım.

20 Haziran 2009 Cumartesi

Dünya Değişirken...

Taraf Gazetesi'nin geçen haftaki haberi ile gündemimiz kıyasıya değişti. Diğer önemli gelişmeler geri planda kaldı veya bırakıldı. Gerçek olup olmadığı kanıtlanamayan bir belge üzerinden darbe, demokrasi ya da siyaset tartışmaları yapmak anlamsız kalıyor bana kalırsa. 10 sene sonra geriye dönüp baktığımızda zamanımızı,enerjimizi, kaynaklarımızı vb. ne kadar gereksiz konulara harcamış olduğumuzu acı bir şekilde hatırlayacağız, tabii hatırlamak istersek. Merak ediyorum Türkiye'de demokrasi önündeki yegane engel TSK ve onu gönüllü destekçileri mi? Sıkıştığımızda askerlere gelin, daha ne duruyorsunuz diyenler biz değil miydik? Kimse üzerine almaz, anımsamak istemez o günleri. Biz sadece gündüz gözüyle kötü rüya görüyoruz.

Ekonomik demokrasi yaşanmıyor ülkemizde,zengin ve yoksul arasındaki uçurum giderek açılıyor.Gelir dağılımını daha adil nasıl yaparız sorusu yıllarca cevapsız bırakıldı.Türkiye'de liberalizm çarpık bir biçimde uygulanıyor, Küreselleşme ülkeye refah değil, sefalet getiriyor ne zamandır. Ekonominin dayandığı ilkeler rekabet, girişimcilik, verimlilik , yenileşme ya da üretim değil, rant paylaşımı, ağır işleyen bürokrasi, iş piyasası katılığı, eğitimsizlik, fiyatların pahalılığı gibi bize özgü haller.

Özgür siyaset şeffaflık, hesap verilebilirlik,halka açıklık,yenilikleri takip etme gibi unsurlardan oluşuyor bana kalırsa. Ekonomik altyapının dayandığı kriterler ne kadar halka yakın olursa siyaset bizde de parti politikaları ya da lider kaprislerinden ibaret kalmaz. Önümüzde 25 yıldır askere havale edilen bir Doğu Sorunu var. Kürtlere kızarak, köy yakarak, çete kurararak, çocukları hapse atarak çözülmez bu sorun.

Dünya'yı yeniden şekillendiren borç krizi bizi dışarıda bırakmayacak.Ortadoğu siyasi haritası bir daha çizilirken Türkiye kendi yönünü kutuplar arasından bir tanesini tercih etmek zorunluluğunda kalarak tespit edemez.Çok kutuplu uluslararası siyaset 21. yüzyılın 20. yüzyıldan çok daha fazla çatışma ve savaş içereceğini ortaya koydu. Doğal kaynaklara ulaşım, dini ve etnik kırılmalar, birbirine düşman halklar, açlık, hastalıklar gelecek resmi kanla bulayacak ne yazık ki. Daha özgür Dünya, daha özgür Türkiye çağdaş sol politikalar ile kurulabilir.Bu gidişle muhafazakarlık yaparak açlığa ve çatışmaya talim edeceğiz.Üretilen gelir herkese yeter , yeter ki adil paylaşmaya razı sınıflar ve bu sınıfların sesini duyan demokrat siyasetçiler olsun.

19 Haziran 2009 Cuma

Neye Tarafsınız?

Yaşanan ekonomik bunalımın siyasete sıçramaması eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Taraf Gazetesi'nin son haberi tarafını ilan etmişlerin kozlarını yeniden paylaşacakları, merkez üssü Ankara olan rant kavgasını yeniden sahneleyecek. Türkiye'de kişi başına en fazla mevduat düşen ilin Ankara olduğunu öğrendim: Rüşvetin belgesi olmaz ama mevduatı olur tabii.Seçilmiş iktidar ile atanmışların savaşında öne çıkan, yeni Anadolu burjuvazisinin eskisini altetme planından başka birşey değil.

Türkiye muhafazakarlaştırılırken sermaye bir o kadar tekelleştirildi 80'li ve 90'lı yıllarda. Koç,Sabancı, Eczacıbaşı,Karamehmet,Şahenk'lerin... yerine Ülker, Albayrak,Boydak aileleri devşirildi, üretilen artı değer yoksul sınıflardan ziyade haksızca sermayedarlara aktarılıyordu. Bunun adını da koymuştuk yüksek enflasyon...Hayali ihracatcıların, bankerlerin, tefecilerin, vurdumduymaz hükümetlerin hortumlamalarıyla yaratılan bütçe açığı ve borç sarmalı en haksız vergi türü olan yüksek enflasyonla ikame edildi. Tüketimle şahlanan talebe arz yetişemiyor ayın sonunu getiremeyenler borçlanarak bankaların, tefecilerin ya da varlık yönetim şirketlerinin insafına kalıyorlardı 2000'li yıllarda.

Bizi aldatıyorlar... Sahnede sergilenen oyun rant paylaşım kavgasından başka birşey değil. Buradan bakınca paranın özne, insanların nesne olduğu bu gölge oyunu koca koca adamların en kutsal değerleri ayaklar altına aldığı rezilce bir tezgah. Halkımız iki tarafa da inanmasın. Taraf Gazetesi'nin de dış istihbarat servislerinin psikolojik savaş taşeronu olduğuna biraz ihtimal versin, en azından ben böyle düşünüyorum.

Sivil demokrasi gazete haberleriyle değil alt/orta sınıfa daha fazla öncelik veren ekonomi politikalarıyla gelişir.

18 Haziran 2009 Perşembe

Siyasette Taraf Darbesi...

Asker ile hükümet arasındaki bilek güreşi muhalefetin devreye girmesiyle artık körebeye dönüşmüş durumda. Ordu içersinde darbe meraklısı unsurların varlığı herkesin bildiği bir sır, Taraf Gazetesi'ne Genelkurmay'daki yeni cunta haberi servisini yapanlar kuşkusuz bu gerçeğin de farkında. İzninizle biraz paranoyak olmak istiyorum, çatışmanın arka planında istihbarat örgütlerinin hakimiyet mücadelesi olmasın sakın? Gizli elleri yeniden harekete geçiren sizce ne olabilir ? Ergenekon Davası boyunca MİT'in adını ne kadar duydunuz? Tuncay Güney'i güvenli evlerde saklayan kim? Kanımca Aydınlık tipi bir gazete olan, yaptığı kışkırtıcı haberlerle adını duyuran Taraf kimin kullandığını bilemediğim bir maşa.Gene patolojime sığınıyorum ; Gazete'nin sahibi Alkım Yayınları, Genel Yayın Yönetmeni bildiğim kadarıyla Yasemin Çongar-Milliyet'in eski Washington Temsilcisi- sevdiğim yazarlardan Ahmet Altan'da kadroda. Asker kaynaklı atlatma haberlerini iç veya dış istihbarat unsurlarından aldıkları Darbe Belgesi'nin varlığı kadar açık.Bu sebeple Taraf'ın tarafsızlığından şüpheliyim.

Siyasi iktidarlar çalkantılı dönemlerde istihbarat örgütlerini halka ve muhalefete karşı kullandı. Dış ve iç istihbarat unsurları her zaman ajandalarında hassas bölgeleri içeren çok taraflı yeni senaryolar barındırırlar. Dünya, yepyeni ve çok kutuplu bir düzene giderken Ortadoğu'da tesbih tanesi gibi ülkeler iç savaş ya da çok taraflı kışkırtmalar yaşamakta:İran, Pakistan, Afganistan, Irak, Lübnan, umarım olmaz ama yakında da Türkiye var...

Üretmeyen ve daralan ekonomimiz, siyasi hayatı darbe iklimine kolaylıkla sokuyor. Ankara'da taşlar yerinden oynarken askeri demokrasimiz asgari müştereklerde anlaşamayan TARAF'ların komplo planlarına daha ne kadar tahammül edebilir?

17 Haziran 2009 Çarşamba

Faşizmden Daha Vahimi Olur mu?

AKP ve Fethullah Gülen ile ilgili Genelkurmayca hazırlandığı iddia edilen belgeler "vehamet" tartışmasını da beraberinde getirdi. Dün, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı 80 dakika başbaşa görüşürken bu kelime çerçevesinde fikir yürüttükleri öne sürülebilir. Önümüzdeki yaz ayları boyunca en ufak gerilimle birlikte siyasi kargaşaların yaşanacağı o kadar açık ki bunu görmemek için sağduyu özürlü olmak gerekir. Darbe yanlısı güçler her zaman olacak ülkemizde ama yönetemeyen siyaset, kriz ekonomisinin sosyal hayata düşen izdüşümü bana kalırsa.Dünya ekonomisini altüst eden kriz herşeyi yeniden şekillendirirken Türkiye bu değişim dalgasının dışında kalmayacak. Rant ekonomisinden paylaşım ekonomisine, aşiret değerlerinden çağdaş değerlere doğru yola çıkmadığımız sürece kaos hep bizim yanımızda olacak.

TBMM'de 300 den fazla milletvekili ile temsil edilen AKP, tek adam partisi olmasından kaynaklanan boşluğu dolduramıyor. Ülkemizin siyasi partileri güçlü isimlerin yönettiği kanarya seven dernekleri statüsünden kurtarılmalı ve liderlerimiz Atatürk gibi olma heveslerinden bir an önce vazgeçmeliler. Benzemeye çalıştıkları Mustafa Kemal'den ziyade Franco, Salazar ya da Musollini'leri andırıyorlar. 21. yüzyılda bu isimleri konuşmak çok acı. Ancak faşizm, üretim ekonomisinin olmadığı geri kalmış toplumların yaşam içececiği, AKP ise bu yapının yerel/küresel temsilcisi bana kalırsa. Örgütsel değil de bireysel terörizmin daha fazla yaşandığı ülkemizde faşizmin ayak seslerini işitmiyorsanız durum gerçekten vahim.

16 Haziran 2009 Salı

İran'ın Seçimi 2...

Hükümete karşı psikolojik harekat hazırlıkları Genelkurmay tarafından yalanlanmazken gözümüzü yurtdışına çevirelim, durum şu: İran seçimler sonrası iyice karışmış görünüyor. Dün 8 kişi gösterilerde öldürüldü. Dini iktidar, ülke içinde siyasi muhaliflerini artık silahla susturmaya çalışıyor. Baskı altındaki halk oyların çalınmasına karşı isyan halinde. Seçim sonuçları bu basıncın daha da artmasına sebep oldu.

Afganistan, Pakistan, Irak şimdi de İran. Ortadoğu halklarını GOP'un kurbanları olarak adlandırmak mümkün. Obama bu kanlı elin kadife eldiveni durumunda. Bölgede kışkırtılmak istenen kardeş kavgası , İran'ın nükleer güce sahip olmasını istemeyen ABD-İsrail ittifakının işine yarar. İran Ortadoğu'nun yükselen gücü. Sünni Arap Devletleri'nin acizliği Ahmedinejad liderliğindeki ülkeyi bölgede önemli bir aktör yapmış durumda. Irak'ta Şii Güçler, Lübnan'da Hizbullah, Filistin'de biraz Hamas bu gücün yerel ortakları.

Ekonomik açıdan zayıf bir İran var, bu gerçek. Halk dini iktidardan memnun değil. Fakirlerin çoğunlukla oy verdiği Ahmedinejad seçime hile karıştırıyorsa Musavi gerçek halk önderi olabilir. Ekonomik durumu iyi hale getiren kim olursa seçimlerin gerçek galibi o olacak. Son söz:İran'ı iyi günler beklemiyor.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Korkular Dirilirken...

İşin rengi değişiyor... Ve ne yazık ki tarih kendini tekrar ediyor. 1950'den beri darbeler demokrasisinde yol alıp geldiğimiz nokta işte burası. Taraf gazetesinin haberine göre Genelkurmay AKP ve Fettullah Gülen cemaati hakkında yıpratıcı hareketler yapılmasına karar vermiş. Psikolojik harekat böyle bir şey olsa gerek. Ankara, bu yaz da gündemin başkenti olmaya devam edecek gibi. Anladığım kadarıyla puslu havayı seven kurtçuklar sebepsiz yere meydana çıkmamışlar. Ergenekon Soruşturması bir kez daha hukukun tarafsızlığını siyasetin sığlığına mahkum bıraktı. Bu topraklar darbeciliğin mümbit mekanları olmak zorunda mı? Sorunun cevabını bizler vereceğiz. Yaratılan siyasi kültür pederşahi zorlamaları, haki renkle boyamaktan ibaret. Sadrazam asmakla geçinen Osmanlı tedhiş mirası darbeciler sayesinde Cumhuriyet değerlerine dönüştü. Mustafa Kemal de bu İttihatçı kafanın karşısındaydı sanırım, en az gericiliğin karşısında olduğu kadar. Çağını aşan bir lider çağdışı kalmış değerleri maalesef tasfiye edemedi. Ekonomik altyapının fay kırıkları siyasette, toplumda, hukukta tamiri imkansız çatlaklar meydana getirecek gibi görünüyor. Kriz ekonomisi aynı zamanda siyaseti darbe arayışlarından medet ummaya zorluyor. Toplumsal açıdan çaresizlik hissi halk nezdinde bireysel silahlanmaya ve teröre yol açmakta.

Silivri Cezaevi'nin Spor Salonu yeni duruşma salonu için hazırlanacakmış. Hukukun siyasallaşması Ergenekon Davasını komediye çevirirken yaşanacak gelişmelerin Yassıada hayaletini Silivri'de iktidar için yeniden hortlatmasından korkarım .

14 Haziran 2009 Pazar

Karl Marks'ın Hayaleti...

Karl Marks'ın hayaleti Dünya'yı geziyor şu an... Marksizm tüm üstyapı kurumlarını üretim ilişkilerine, üretim faktörlerine sahip olma biçimlerine ya da artı değeri paylaşma türlerine göre ekonomik altyapıya bağlar. Endüstriyel Devrim ile topraktan bağımsız emekleriyle geçinen işçi sınıfının ortaya çıkıp hızla büyümesi üstelik hak aramaları, buna karşılık sermayedarların toplumdaki egemen güçlerle bu akışı durdurması Dünya çapında sosyoekonomik tez-anti tez çelişkisini göz önüne sermiştir. Dialektik materyalizm Hegel'in ters duran dialektiğini değiştirip, somut şartlarla sınayarak gelişmenin tez-anti tez-sentez aşamalarından geçerek yeni bir gerçekliğe ulaştığını savunmuştur. Niceliksel değişim niteliksel değişime doğru adım atar bu sayede. Bu akışın önünde duran herkes gerici ya da gelişmenin önünde engeldir. İşçi sınıfının iktidarını ancak gerici güçler "din-devlet-kapitalistler..." istemez. Geleceğin komunist hayatının anahtarı proleter devrimden geçer; aşamaların sonunda herkesin istediği kadar tükettiği yeryüzü cenneti tanımlanır.

Yerküre üzerinde herşeyin maddi temeller üzerinde kurulduğu, gerçeğin sadece maddi değerlerin değişik görünümlerinden ibaret olduğu o dönemde de bilinmiyor değildi ama buna dialektik düşüncenin ateşini katarsanız kitlelerin arayıp da bulamadığı devrimci yolu açarsınız. Şimdi bakıyorum yönetemeyen siyasetin sebebi olarak üretmeyen, ürettiğini adil şekilde paylaşmayan, verimsiz şekilde ekonomik değerleri tüketen, insanı kendine yabancılaştıran ekonomik altyapı yatmaktır. 2001 ekonomik krizi Türkiye'yi yepyeni koşullarla tanıştırırken, bankaların ya da holdinglerin esas alındığı, devletin iktisadi hayattan elini eteğini iyice çektiği, sadece düzenleyici kurumlarla müdahil olduğu yapıyı görüyoruz. Büyük üreticilerin çıkarlarına göre şekillendirilen bu düzende kitleler artı değerin küçük bir kısmıyla yetineceklerdi. Bu formülün adı AKP idi... İşte ekonomi tüm üstyapı kurumları gibi siyasetide böyle etkilemiştir. Değişen değer yargıları, insanlararası ilişkiler bu yeni kredi ya da tefeci ekonomisinin toplumsal alanda izdüşümleri oldu. Yavaş yavaş açlıkla başetmeye çalışan insanların sayısı arttı, yoksulluğun getirdiği yozlaşma, çağdaş dünyanın değerlerine karşı düşmanlıkla içe kapanmaya döndü.

HİÇ ŞAŞIRMAYIN ! bence, sistemin dayattığı herşey hakim güçler istedikleri zaman başka biçimde karşımıza çıkacak. Dip noktaya ulaştığı öne sürülen ekonomik kriz daha tepe noktaya ulaşmadı ki . Yaşanan kısmi düzelmeler ise kriz için alınan acil tedbirler sayesinde yaraya neşter vurulmadan önce gözlenen sahte iyileşme halleri.Değişen dünyayı din referanslı-aşiret odaklı ya da cemaat değerleri öncelikli tezlerle yakalayamazsınız. Tarih boyunca doğal gelişim üreten sınıflara öncelik sağlayan, insana ve akla değer veren,zayıfları kollayan topluluklarca sağlanmıştır. Bu gelişmenin anahtarı da ekonomik altyapıda yatmaktadır, bilmem siz ne dersiniz?

13 Haziran 2009 Cumartesi

Başbakan'a Açık Mektup...

Başbakan üslubunun sertliği konusunda TV'de "Dertliyim, dertli !"demiş.... Bu ruh hali devasa problemlerin çözümü yönünde hükümetinin herhangi bir irade koyamadığı, adım atamadığı için olmalı. 2006 yılından itibaren bağıra bağıra gelen ekonomik kriz Dünya'ya ve Türkiye'ye kök söktürmeye başladı. Kapitalizmin olmazsa olmaz kriz üretim mekanizması siyasi yapıyı da etkiliyor. Hükümet çözeceğim dediği hiçbir problemi çözemedi, üstüne üstlük daha da karmaşık hale getirdi.Örnekleri:Kürt Sorunu,Kıbrıs,Ermeni Sorunu... daha sayayım mı?

Esas halk dertli sayın Başbakan! Korumaların arkasına saklanıp halk arasına girme numaralarıyla bizi kandırmayın. Evine ekmek götüremeyen babalar, fabrikada öğlen yemeğinde çıkan eti yemeyip akşam çocuklarına ayıran anneler, açlık çeken emekliler... Sizin basiretsizliğiniz,beceriksizliğiniz, inancınız üzerine çöreklenen yobaz ticaret zekası ülkeyi bu duruma getirdi. Seçim kazanma hırsıyla ekonomik tedbirleri almadınız, kendinizi ve AKP'yi de bitirdiniz bu süreçte. Kirli siyasetin AK temsilcisi olma kaygınız sizi dertli yapıyorsa diyecek bir şey yok. Biz hancıyız, sizler yolcu sayın Başbakan! Bırakıp gitme zamanınız gelip de geçti, ne şanslısınız ki muhalefet sizden beter durumda. Alternatifimiz olmadığını sanmayın sizi buralara getiren güçler işleri bitince istedikleri zaman buradan alır, kenara koyarlar. Siyaset mezarlığının puslu günlerini seven vampirleri çok bizim ülkemizde, ha bir eksik ha bir fazla.

Dünya olduğu gibi kalmayacak sayın Başbakan! Değişim ekonomik altyapıda başladı üstyapıyı sarsa sarsa değiştirecek. Bu toz toprak kalktığında ismi unutulmuş bir bilen olarak hafızalarımızda yer alacaksınız.Ve sizi hiç de iyi anmayacağız.

12 Haziran 2009 Cuma

İran'ın Seçimi...

Fazla tanımadığımız bir ülkede,İran'da bugün cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyor.4 aday arasından Ahmedinecad ve Musavi başkanlığa yakın isimler. Musavi 1988 yılına kadar ülkede başbakanlık yapmış, bana kalırsa Ahmedinecad'a göre daha saygın bir isim . Ancak Ahmedinecad bir dönem daha başkanlığı alırsa şaşırmamak gerekir derim. İslam Devrimi'nden beri İran, Dünya'ya din kisveli bir duvar ördü. Yasaklar ve baskılarla geçen onca yılın ardından dışa kapalı olmanın getirdiği çürümüşlük, fakirleşme, kendisinden farklı olana karşı duyulan merakla karışık değişim isteği hızla arttı.Her şeye rağmen İran Ortadoğu'da etkisi fazlasıyla hissedilen bir ülke.

Dış ilişkiler açısından bakarsak Obama'nın başkanlık dönemi diyalog özlemiyle başladı. Dünya'nın geri kalanıyla barışmak isteyen ABD aslında kazanamayacağı küresel savaşın zararlarını azaltmak amacında.İsrail ise nükleer güç sahibi, düşman bir ülkenin varlığından iyiden iyiye rahatsız. Bir tarafa ABD-AB-İsrail kanadını koyarsak diğer tarafta İran-Rusya-Çin bloku durmakta. Geleceğin çok kutuplu dünyasından öte ABD yanlısı ya da ABD muhalifi ülkeler olarak okunabilir yeryüzünün yeni politik düzeni.İran neyi seçerse seçsin değişim kapısına gelmiş dayanmış durumda. Rafsancani,Devrim Muhafızları, Besiçler, Ahmedinecadlar ya da diğer isimler... son kullanma tarihi geçmiş ürün durumundalar. Burada en önemli konu mollaların elinde bulunan ekonomik gücün halkın refahına yönelik olarak nasıl kullanılacağı? Değişim yanlıları varolan pastayı ihtiyaç halindeki kitlelere adil bir biçimde nasıl dağıtabilir? Mevcut siyasi sistem çürümüş olarak duruyor ya da Devrim evriliyor diyebiliriz, ama hangi yöne? Önümüzde kanlı bir Pakistan-Irak ya da Afganistan örneği dururken Türkiye olarak bu seçimler bizim için önemli sonuçlar doğurmaz mı? Sorular sorunlara yönelik çözümleri de içinde barındırmalı...

Diyardan Diyara...

Her insanın içinde en çok yapmak istediği bir edim vardır;bu benim için yazmak eylemidir... Korkularımı, kaygılarımı, hiç dile getiremediğim arzularımı, en doğal içgüdülerimi,hiç benden ayrılmaz komplekslerimi ve daha neler neler... O herşeyi, yoksulluğumu ve yalnızlığımı satır satır paylaşmak.

Şimdi müzik dinliyorum ... Çağlayan bir ırmak olup içinde yıkanıyorum seslerin, varolmanın sarhoşluğunu yaşıyorum. Bu tatmin olmaz yalnızlıkları, duvarların ötesini kelimelerle kurduğum dostlukla aşmalıyım. Keman çalıyor şimdi usul usul...Herşeyi getirip bir yana bırakıyorum sabahların en güzel saatini , karne alan çocukları, açları, işsizleri, sahtekarları, çaresizleri ... Yok olmayacak ! Dünya'yı yıkıp yeniden yapmalı; yazarlardır, bu ağır işin gönüllü emekçileri.

Kalemi kırmak iş değil, yaşamak lazım dolu dolu... Bir daha yenmek iç burkan mağlubiyeti... Anlamı kırıp çıkarmak lazım kelimelerden... O ilk rüzgarla yelkenleri doldurup alıp başını gitmek uçsuz bucaksız gökyüzüne... Fazla bir şey istemiyorum inanın bana.Yazmak istemediklerimi bile yazmak sadece.

11 Haziran 2009 Perşembe

Afganistan Parçalandı Sıra Pakistan'da...

2001 yılındaki işgalden önce de Afganistan iç savaş ve işgal gerçeğini tüm acılarıyla yaşamıştı. 1979 tarihli S.S.C.B. saldırganlığı ve buna karşılık ABD'nin Yeşil Kuşak projesi Taliban ve El-Kaide'nin filizlenmesine yol açtı. Ülkedeki karmaşık etnik gruplar, aşiretler, uyuşturu baronları, çevre ülkelerin siyasi emelleri... gibi unsurlar iç savaş koşullarını belirledi. Savaş döneminin düşman devleti S.S.C.B. yenilip ülkeyi terkettikten sonra da bölgedeki husumetler devam ederek şimdiki yok oluş tablosunu önümüze getirdi.

Soru şu: Sırada Pakistan mı var? Kasım ayında Bombay saldırılarının -Pakistan kökenli El-Kaide'ye yakın- Leşker-i Tayyibe tarafından yapıldığı biliniyor. İki ülke arasında Keşmir Sorunu, sınır anlaşmazlıkları, nükleer güce sahip olma ve o gücü kullanma konusundaki rekabet ilişkileri gergin tutuyor. Navaz Şerif'in ana muhalefet lideri olarak ülkesine geri dönmesi, buna karşılık Asaf Ali Zerdari'nin zayıf idaresi altında Svat Vadisi'nde Pakistan Taliban'ına yönelik kanlı operasyonlar iç siyaseti açmaza düşürmüştür. ABD'nin zorlaması ile yapılan Svat Operasyonu ülkeye daha fazla kan ve gözyaşı getirecek.Bu dengede İran'ı unutmamak gerek; çünkü zayıf bir Pakistan, İran için tercih sebebidir.

Sadece 1 ayda, 2 milyon insan iç savaş nedeniyle göçmen durumuna düştü. Afganistan'da güçlenen Taliban Pakistan'da da istihbarat örgütünün desteği sayesinde varlığını koruyor. Ekonominin zayıf olduğu, sosyal hayatın din odaklı aşırılar tarafından kısıtlandığı, hukuk ve demokrasinin seçkinler elinde oyuncak haline getirildiği Pakistan, ABD dostluğunun diyetini ödüyor olmasın?

10 Haziran 2009 Çarşamba

Sürdürülemez Eğitimsizlik...

Dün gazetede Rusya Devlet Balkanı Medyedev'e ait bir yazıyı okudum. Konu tahıl üretimi ve gelecekte yaşanacak olan olası açlık tehlikesi ile ilgiliydi. Yazıda kullanılan kavramlar makalenin konuya hakim bir kalemden çıktığını gösteriyor. Belki de bu makale danışmanlarına ait düşüncelerin yazıya dökülmüş haliydi. Benim için önemli olan bir devlet başkanının 30-40 sene içerisinde hayati derecede önemli olacak bir konuyu gündeme getirmesidir. Hepimiz aşıklar gibi Obama'nın ağzının içine bakarken Rusya Devlet Başkanı ilerde yürürlüğe konulması gereken tarımı geliştirme ve toprağı daha verimli kullanma stratejilerini önümüze getiriyor. Yoksul ülkelerin halkları açlıkla mücadele ederken bizlerin de bu tehlikeden uzak olmadığımızı dillendiriyor.Benim ülkemin politikacılarının da düşünen, araştıran, geleceğe ait bir vizyonu olan dünya'ya açık insanlardan oluşmasını temenni ederim. Mesela Başbakanın kitap yazması, Abdullah Gül'ün sergilere konu olabilecek bir ressam olması ya da Bülent Arınç'ın varoluşçu felsefe üzerine doktorası olan bir düşünür vasfına sahip olması gibi...Resmi eğitim seviyesi ilköğretim 4. sınıf olan bir toplumdan bunları beklemek abesle iştigal galiba.Ben gene de önümüzdeki neslin hayata karşı daha donanımlı bireylerden meydana geleceğini hayal ediyorum.Kızmayın sadece hayal kuruyorum.

9 Haziran 2009 Salı

Nereye Gidiyoruz?

Hayatta karşılığı olan en önemli iki şey bana göre özgüven ve sevgidir ... Bireylere güven veren, onlara değerli olduklarını hissettirerek yaşam kalitelerini yükselten her iktidar halk nezdinde kuvvetli kalırlar. İktidar ancak bu şekilde muktedir olabilir.

AKP iktidarında ekonomide güven unsuru yaratan iki çapa vardı: AB ve IMF... Dış kaynaklı olan bu unsurların yerine güven arttıran reformları uygulamaya koyamadık, dış rüzgarlarla yelkenleri şişirdik. 2004 Yerel ve 2007 Genel Seçimleri ile halk desteğini yanına alan iktidar ne adil ve kalıcı vergi politikalarını hayata geçirebildi ne de üretim ekonomisini teşvik etti. Arsız bir küresel iştaha karşılık ihracat arttı, buna karşılık ithalat patladı. Durgunluk kapımızı 2006 yılından itibaren çalmaya başlamıştı. Siyasetteki puslu hava ekonomiyi de etkiledi, kimse gelecek hakkında istikrarlı tahminde bulunamıyordu. ABD'de patlak veren tut-sat krizi bizi ikili kıskaca soktu ve kendi zaaflarımızın yarattığı durgunluğa bir de küresel kriz eklendi. Son olarak 2009 Yerel Seçimleri ile siyasi açıdan daha da zayıflayan AKP, IMF ve AB ile anlaşmazlıklar yaşıyor. Ekonomik gerilemeye karşılık torba yasalar olarak anılan yamalı tedbirler güven yaratamıyor ne yazık ki! Son teşvik paketi de geciken ancak yaraya merhem olabilecek olumlu bir adım. Önümüzdeki günlere rengini verecek olaylar ise siyaset merkezli olacak.

Ekonomik altyapı tüm Dünya'yı şekillendirirken Türkiye bu altüst oluşun dışında kalmayacak. Bizleri hızlı,üzücü ve zor günler bekliyor olabilir. Toplumsal yozlaşma ise bugünleri daha da zorlaştıracak. Bana ülkemin durumu şöyle betimlenebilir: Kaptansız ve dümeni kırık bir gemi kayalara doğru hızla yaklaşıyor.Kriz daha yeni başlıyor.

7 Haziran 2009 Pazar

Zübükzade...

Başbakan partisine AKP diyenlere herkesin önünde edepsiz sıfatını kullanmış.Bu seviyede konuşan bir insanın edepten bahsetmesi edebe hakaret olmuyor mu? İnsanlara iyi hitap etmek hasletinin onlara karşı terbiyesizlik etme hakkını vereceğini biraz ahmaklar düşünür. Ben hükümetin başını Zübükzade İbrahim Efendi'ye benzetirim, yani o tiplemede oynayan Kemal Sunal'ın kurnazlığı, kaypaklığı, boyunun boyuna huyunun huyuna uymasıdır bu çağrışımı ben de uyandıran dostlarım.Yoksa RTE'nin hazırcevaplığı, kıvraklığı,kitleleri hareketlendiren hitabet yeteneği gibi özellikleri kendisini gerçek hayatın tam karşısına düşüren bir Türkiye resmidir. RTE başarısızlığın getirdiği hırçınlık içinde kanımca. RTÜK Zahit'in koltuğa yapışması, Deniz Feneri Derneği davasının gelişme yönü, yaşanan ekonomik kriz kendisini ikbal derdine düşürmüştür. Kadere inanan insanlar olarak Allah'ın dediği olur deyip, kendisi hakkındaki iyi dileklere mukadderat adını vererek yoksul insanların gözlerindeki gazap üzümlerine dikkat etmesini salık veririm.62 milyon dolara uçak almak ya da tertemiz toprağı peşkeş çekmekle uğraşmak RTE'ye yakışmaz;Türkiye cücelerin yönettiği bir dev ülke olmamalı.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Biz Bunları Haketmiyoruz...

Elimizde somut bulgular olmadan kurumları ya da kişileri karalamak yanlış olur. Öyleyse somut durumlardan yola çıkalım; Süleyman Mercümek nereye kayboldu bilginiz var mı? Bosna için toplanan yardım paralarının iç edilmesine ön ayak olan yalnızca Mercümek değildi, o bu sömürü piyasasında kullanılan bir isim olarak hafızamızda yer aldı. Kayıp Trilyon davasının sanıkları mahkum olsalar bile bir gün hapis yatmadılar. Deniz Feneri davasında adı geçen kişilerin mal varlıklarına tedbir konulması adli süreçte daha ilk adım olsa gerek. Peki Almanya bu suistimal kokan süreci adalet önüne getirmese hangimizin sesi çıkacaktı? Türkiye'de dokunulmazlık zırhı sadece siyasilere ait değil, bazı kurumlar da bu zırha sığınıyor. Siyasetin finansmanını akçalı işlerle yapan düzen yardım paralarını kolaylıkla iç edebilir.İnsanların vicdanları kurumsallaştığı için hukuk oluşmadı mı? Birilerinin iyilik etmek amacıyla güvenip kendilerine teslim ettikleri emanetleri hortumlayan vicdansızları başka ülkenin adli güçleri yakalıyorsa bizdekiler ne işe yarıyor merak ediyorum? Gurbet elinde kursaklarından keserek bu hırsızlara teslim eden yarı saf yarı akıllı vatandaşlarımız şimdi paralarının üstüne bir bardak soğuk su içiyorlar. Kombassan,Yimpaş,Sayha Holding... daha sayayım mı?

Yolsuzluklar yoksulluğu, yoksulluk ise yozlaşmayı getiriyor her geçen gün. Dini kendi çıkarları için sömüren inanç vampirleri siyasi sülük haline gelmiş isimler sayesinde en yüksek makamlara kadar çıksalar bile gün olur devran döner, bunun hesabı size sorulur. Ben kendi halkım adına üzülürüm bu insan kılığındaki züppelere inandıkları için, kızarım kendi insanıma eline fırsat geçse hemen aynı rezilliğe tenezzül ettikleri için...SOYULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ...

5 Haziran 2009 Cuma

Belirsizliğe Çare Olur mu?

Ekonomik teşvik paketi açıklandı, hayırlı olsun! Türkiye 4 ana bölgeye ayrılarak gelişmesi istenen yörelere belirli sektörlerde yapılan yatırımlar karşılığında destek sağlanacak. Yatırım ve istihdam açısından geç kalınmış ama yararlı bir adım atıldı.Ekonomideki belirsizliği giderecek bir çerçeve program ise hala yapılamadı. İlla illa IMF'nin olmasına gerek yok bu konuda; kendi milli programımızı kotarıp, yolumuza devam edebiliriz.

Başbakan, destek anlaşması hakkında IMF'nin siyasi içerikli talepleri olduğunu söylemiş. O zaman neden 18 aydır görüşmeye devam ediyorlar? Sürüncemede bıraktıkları IMF taslağını rafa kaldırmak daha dürüstçe bir davranış değil mi? Adamların kapısına gidip kredi isteyen biziz,anlaşmayı dinamitleyen gene biz.Uluslararası alanda dar kafalılıkla ve kısa vadeli bir uyanıkla hareket ederseniz Kıbrıs'da olduğu gibi kendizi mahcup duruma düşürürsünüz.Geçen hergün bizim aleyhimize... Korkarım, Dünya küresel krizden kurtulsa bile biz aynı sıkıntıların katmerlisini tekrar tekrar yaşayacağız.

4 Haziran 2009 Perşembe

ÖSS,KPSS,KPDS,DGS...

Bu kısaltmaların açılımlarını yaşı 12'den büyük olan her Türk vatandaşı hemen hemen bilir ya da bir fikri vardır. Öğrencilerin çilesi 6 yaşında başlıyor bu sistemde. Anne-babalar yarış atı misali çocuklarını özel dersten kurslara, kurslardan okullara sürüklemektedirler,ne için? Çocukları daha iyi eğitim alsınlar diye herhalde. Ama bu eğitim sistemiyle öğrenciler öğrenme-gelişme, merak edip araştırma-sorgulama yeteneklerini adım adım kaybediyorlar. Lise çağına gelip okuma-yazma konusunda problem yaşayan gençler gördüm.Bu insanlar üniversite kazanıp ne sahibi olacaklar,düz lise mezunu gibi düz üniversite mezunu olmaktan başka?

Üniversite evrensel düşüncenin kapısıdır.Hayat boyunca öğrendiğimiz veya öğrenemediğimiz her şeyi gözden geçirir, irdeler ve kişiliğimizde yerine koyarız. Eğitimli insanı diğerinden ayıran bu değil midir? Sürekli sorgulamak, kendi fikirleri gibi başka fikirlerin de en az ona ait olan kadar doğru ve saygıdeğer olabileceğini kabul etmek; bence gelişme yolunda atılan en önemli adım budur.Dünya vatandaşı olabilmek kendini bilmek, kendini aşmak, diğerine düşman gözüyle bakmamak değil mi? Niye biz tam tersi bireyler yetiştiriyoruz?

3 Haziran 2009 Çarşamba

Suçlu Kim?

Tüm toplumu saran bir şiddet dalgası ile içiçeyiz. Yok yere işlenen cinayetler bizlere ancak filmlerde görülebilecek korku tünelinde olduğumuz hissini uyandırıyor. Suçlu olarak gösterilen kişilerin elleri ne kadar kanlı? Benim düşünceme göre köyden kente göçle başlayan değerler çatışması, demokratik kanalların kapatılmasıyla tüm topluma giydirilen deli gömleği, liberal ekonominin getirdiği yaşam standardı adaletsizlikleri, eğitim ve altyapı gibi sorunlar...

Bu şiddetten nasibini alanlar çoğunlukla çocuk,yaşlı ve kadınlar. Ataerkil töre toplumunun egemen değerleri daha birçok konuda bizi çözümsüzlüklerle karşı karşıya getiriyor. Bu şiddetin bir diğer sebebi bana göre şu andaki siyasi iktidar: Toplumdaki yozlaşmanın göstergesi olan AKP ve onun temsil ettiği değerler, insanları çıldırmanın eşiğine getirecek bir yol haritası olarak değerlendirilebilir. Tuz kokunca neyi koruyacaksınız? Yaşanan krize karşı önlem almak gibi bir basireti gösteremeyen siyasi iktidar, kendi sebep olduğu toplumsal krizlere nasıl tedbir getirsin?

2 Haziran 2009 Salı

Anadolu Çocuğu Değilsiniz!..

Organik tarım alanlarını başka devletlere peşkeş çekmeye çalışan hükümet, şimdi de genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretilmesine onay veriyor.Bilmediğiniz bir konunun uzmanı olmaya gerek yok, sadece gerekli olan yeterince bilgi, akıl ve iyiniyet...Türkiye tarımsal üretimde verimliliğin yanından bile geçmiyor.Kendi topraklarında organik tarımı beceremeyen bir ülke niye başkalarından alacağı zararlı tohumlarla neslini zehirler,bu bilinmez işte. Bilinmeyene adım atmak için cahil cesareti değil akılla hemhal olan cesaret yeterli. Üstelik bu ürünler ağırlıklı olarak ABD ve İsrail gibi ülkelerden ithal edilecek: genetiği değiştirilmiş ürünleri satmak amacıyla ürettikleri belli,siz ise tarımınızı çeşitlendirip verimli kılmıyorsunuz, köylünüzü eğitmeyerek toprak köleliğine mecbur bırakıyorsunuz. Yarın bu iktidardan çekilip gittiğinizde arkanızdan iyi söz de edilmeyecek bunu bilin.

1 Haziran 2009 Pazartesi

Atma Recep Din Kardeşiyiz...

Size destek veren insanları yalnız ve aç bırakmak gibi bir derdiniz olabilir mi? AKP'nin böyle bir derdi var anlaşılan.Seçim sonuçlarına bakarsak partiyi genellikle yoksul ve orta-alt gelir düzeyindeki seçmenlerin tercih ettiğine inanıyorum. Nasıl din kaynaklı tezlerini Batı devletlerinden icazetli politikayla ustaca harmanlandırsalar da, hükümet yoksul halkın hakları konusunda hiç de dirayetli bir tutum gösterememiştir. Bu süre zarfında zengin daha zengin fakir ise daha fakir olmuştur. Kanımca en kötü sol parti, AKP'nin iane dağıtmaya dönük Peronist ekonomik politikalarına göre tercih edilir.

R.T.E. esip, gürlüyor: Başı sıkıştıkça iç ve dış gezintilere çıkıyor ya da söylediklerinden geri adım atıyor. Sanki o lafların sahibi o değilmiş gibi.Kendi lafına sahip çıkmayan bir insan oy verenlerine neden sahip çıksın ki?

Kula Kulluk Edenlere...

Günümüz dünyası çıkar ilişkileri ile biçimlenmekte. Varolan ekonomik yapı bizleri daha menfaatçi,bencil ve yalnız yapıyor. Dini referansları siyasetlerine temel yapanlar da çürüme daha hızlı gerçekleşiyor ne yazık ki. Kaybettikleri kişiliklerini güce ve maddiyata tamah ederek yeniden vücuda getirmeye çalışıyorlar, ama nafile. Kula kulluk etmek en fazla dindarlarda oluyor. Tarikata girmek bir nevi kendinden kopuş,insanın fıtratına aykırı bir durum. "Şeyh uçmaz, mürit uçurur" lafı boşuna söylenmemiş. Zombi gibi mezardan bakan gözlerle çok karşılaştım yaşamım boyunca. Hem onlara acıdım hem de dua ettim tüm iyi niyetimle.

İktidarsız müktedirler bizlerin en büyün sıkıntısı olmadı mı? Yetersiz egolar dünyasında ayakta kalmak daha zordur. Bu tipler kendi bataklıklarına acımasızca sizi çekerler ve zayıfları yutarlar.Ben, bu yüzden şartların bir sonucu olarak bakarım önde gelen isimlere. Onlar biraz da bizlerdir. Kendimizde bulduğumuz bazı özellikleri onlara atfeder sonra da döner biz de inanırız o efsaneye.

Zaman akılla iş yapmanın zamanıdır. Rüşvet vererek oy alanlar rüşvet alarak çocuk okuturlar. Allah ya da Peygamberin lanetlediği her işte biraz da onların payı vardır. Benim merak ettiğim bu pislikte benim ne kadar payım olduğudur.