31 Ekim 2009 Cumartesi

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/10/31/gutenberg-cagindan-e-book-cagina/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/10/31/gutenberg-cagindan-e-book-cagina/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/10/31/akpyi-bitirmek/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/10/31/akpyi-bitirmek/

30 Ekim 2009 Cuma

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/10/30/kibrista-son-tango/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/10/30/kibrista-son-tango/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/10/30/beni-benden-alan/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/10/30/beni-benden-alan/

5 Ekim 2009 Pazartesi

Dış Politikada Eksen Değiştirme

Sınırlarımızın hemen ötesinde önemli gelişmeler yaşanıyor.Bugün itibariyle Ermenistan ile ilişkilerimizi normalleştiren anlaşma tarihi iki ülke tarafından İsviçre'de açıklanıyor.Bunun dışında Ekim ayı içerisinde Başbakanın Kuzey Irak-Erbil şehrini de içeren Irak ziyareti var.Ardından yineTayyip Erdoğan tarafından nükleer anlaşmazlığın merkez ülkesi olan İran'a bir gezi gerçekleştirilecek.Baş döndürücü gelişmelerin görece var olan istikrarı zayıflatacak ögeler içerdiği biliniyor.Zaman geçtikçe neler yaşanacak görülecek.Bana kalırsa belirsizliklerin duman gibi sardığı Ortadoğu'da iyi şeyler yaşanmayacağı kesin gibi.

Dönelim Avrupa'ya:Almanya'da geçen hafta yapılan seçimlerden sonra Yunanistan dün iktidara PASOK lideri Yorgo Papandreu'yu seçti. Papandreu,300 sandalyeli Yunan Parlamentosu'nda 160 milletvekilli kazanarak yeni dönemin eski tercihi oldu.Aile boyu siyasetçi ve ılımlı bir diplomat profili çizen yeni başbakan AB konusunda Türkiye'ye Kıbrıs çözümsüzlüğünü sebep alarak yeni engeller getirebilir.Yeni başlıkların açılmasını 2009 sonuna kadar Rum Kesimine hava ve deniz limanlarını açma şartına bağlanması Türkiye ve Yunanistan arasında süt liman olan ilişkileri germe ihtimali taşıyor.Ekonomik krizin pençesinde acil önlemler alma kararında olan Papandreu içeride sıkıştığı zaman kadim hedef olarak ülkemizi göstermesi şaşırtıcı olmaz.Sosyal demokrasinin Yunan temsilcisi bize uzak olmayan bir isim ama siyaset sahnesi çıkarların ilkelerden önce geldiği bir alan. Ummadığımız taş başımızı yarabilir.

AB sürecinin Ortadoğu odaklı ABD girişimlerden dolayı dumura uğradığı dış ilişkilerimizde küresel güçlere taşeronluk yapmanın karşılığını ilişkilerimizin yönünün Doğu ekseninden Batı eksenine doğru kaymasıyla ödüyoruz.

3 Ekim 2009 Cumartesi

İnsan Olmaya Geldim...

Bu tarihten hemen hemen bir sene öncesi.Herhalde hayat bizler için umarsız biçimde devam ediyordu. Düşüncelerini paylaşmadığım ama aynı düşünceyi paylaşan bir grup Sarıyer'de gösteri yaparken içlerinden üç arkadaşı, aranıyorlar bahanesiyle polis tarafından gözaltına alındılar.Sanırım,devlet hazretlerinin gözünde ideolojilerini sloganlarında taşımaktan başka bir tehlikeleri yoktu. Malum,esas tehlikeliler korunup,balla kaymakla semiriliyorlar.Kanla beslenen yarasalarca arkaları kurulanlar, ne zamandır yasadışı örgüt elemanı değil gizli ibareli andıçların kahramanları.Bu yolların yolcusu olmak hevesliliği ajanlık kitabında okutulan ilk tercihli ders olmalı.

Tutuklananlar Engin Çeber ile iki arkadaşıydı. Yasadışı örgüte mensup denilerek,izinsiz yaptıkları siyasi toplantının günahını çekmek üzere İstinye Karakolu'na alındılar.Orada,sonu ölümle bitecek işkencenin ilk adımları küfür, dayak gibi normal mevzuat uygulamalarıyla başlamıştı bile.Polisin karakolda başlayan şiddet gösterisi video kameralara gösterilmeyen yüzü ve jandarmanın orantılı! güç kullanımıyla Metris Cezaevi'nde aynen devam etti.İnfaz Koruma Memurları,ayakta sayım vermiyor diye Engin Çeber'i cezaevine geldiğinden beri başına ve diğer hassas yerlerine vurarak kıyasıya dövdüler. Ölümle sonuçlanan bir tutuklanma hikayesinin rivayetini yapmak insana çok güç geliyor.Ve son...Yaşadığı işkence sonrası hastahaneye kaldırılan Çeber hayatını kaybetti.

Can verenin suçlu,müdafinin devlete saldıran taraf gibi algılandığı hukuk cemaatinde kime neyi anlatacaksınız?Bizim tek güvencemiz halen onuruyla iş gören hakim ve savcıların bulunduğuna dair.Dava sonucu alınacak karar, mahkeme süreci boyunca yapılmaya çalışılan ayak oyunlarına adaletin mağlup olup olmadığını da gösterecek.Dün gece TV'de, artık yaşamayan bir kişiyi yerde oturmuş,dönülmez akıbetini beklerken görmek hepimiz için vicdan karası değil mi?Bana kalırsa yaşarken adaleti sağlamak, kadavradan suç delili çıkarmaktan daha elzem.

2 Ekim 2009 Cuma

Bireysel Terör...

Ne zamandır ekranlarda kanlı insan manzaraları seyrediyoruz.Olmadık sebeplerle canice işlenen cinayetler,çocuk kaçırmalar,kadın ve yaşlılara saldırılar artarak sürüyor.Suç işlemenin normal karşılanması, toplum temelinde meşruiyet kazanması hiçbir dönemde böylesine itibar kazanmamıştı.Daha bugün, İstanbul-Hadımköy'de 4 kişi evlerinde ölü bulundu.Travmalarını kendi hayatlarında yaşayan bireyler intihar ederlerken,dışa yansıtanlar rahatça adam öldürebiliyor.Cinnet toplumunun kıyısında gezinen düşmüş ruh gezginleri her an hayatlarımıza kolayca kast edecek potansiyeli üzerilerinde taşıyorlar.

Peki neden bu duruma düştük?Sürekli baskı altında tutulan,korkuyla sindirilmiş kişilik mezarlıkları yaşarken anlamlandıramadığı ekonomik ve sosyal değişimlerin,normların silinmesinin acısını böyle çıkartıyorlar. Yukarıdaki ezcümleleri yazmak için ruh sağlığı hekimi, sosyolog ya da psikolog olmanıza gerek yok.Sadece insanların gözlerine bakmanız yeterli. Karanlık bir ruh halinde evlerinden dış dünyaya adım atanlar en yakın çevrelerinden başlamak üzere şiddet yangınlarını üzerimize kusuyorlar. Trafikte karşıdan karşıya geçmekte bile zorluk yaşanıyorsa artık değer yargılarını değil terörizmi konuşmanın zamanı gelmiş de geçmiş bile.

Göçle değişen töre toplumu,geride bıraktığı kırsal hayatın değer yargılarını şehirlerde de sürdürmekte.Bireyler,mega köylerde kasaba hayatını yaşarlarken almaları gereken devlet destekli eğitim, sağlık, istihdam araçlarına ulaşamazlarsa yaşadığı çevreye yabancılık duyup, içe kapanma süreci yaşıyorlar.Bu süslü ifadenin Türkçesi göç insanlarımız işsiz, aç,mesleksiz olarak değersizliklerini her birimizin hayatına kast ederek yansıtıyorlar.Aile dramlarının, boşanmaların, mahalle baskılarının temelinde adil ve dengeli bir yaşam standardının oluşturulamaması yer alıyor.

Ekonomik krizler, işsizlik ve göçü beslerken şehirdeki kalabalıkların yalnız bırakılmış hayatları nice acıları iç dünyalarında süründürerek devam ediyor.Yaşadığımız boş tartışmalar,magazinleşmiş siyaset sanatçıları, ünlü-ünsüz sevgi dilenenler,mesleksiz kanaat önderleri, iğdiş edilmiş nesiller düzenin değişime karşı direnme çığlıklarının fahri temsilcileri. Şimdi, köşeyi onlar tutuyor,köşeyi onlar dönüyor ve onlar benden sonra tufan diyorlar.Sahiden tufan olmaması için,toplumsal afet haline gelen şiddet ve boş vermişlik sarmalının üstesinden gelebilmek için çağdaş, demokratik sol siyaset değer yargıları ve hırsız olmayan isimlerle gündeme getirilmeli.Çünkü işin şaka kaldırır tarafı yok.

1 Ekim 2009 Perşembe

Organ Alan Var Mı?

Haber can acıtıcı, Afyonkarahisar iline bağlı iki köyün bazı sakinleri! kredi kartı borçlarını ödemek için organ mafyasına böbreklerini satmışlar. Böbrek piyasasında rakamlar muhtelif 15.000-20.000 ya da 30.000 kim kime tutturabilirse.6 ilde eş zamanlı yapılan baskında yakalanan emekli öğretmen çete lideri ilk böbrek naklini para karşılığı kendisine yaptırmış.Bakmış para tatlı, piyasada istek var böbrek işine soyunmuş.Böbrekçi Hoca, arz ile talebi karşı karşıya getirip komisyon alarak anılan illerde tezgahını vücuda getiriyor.Kredi kartı borcu olan köylüler böylelikle önce kartlarına sonra da böbreklerine sarılarak borç batağından çıkmaya çalışmışlar. Operasyon yapılmasa sırada bekleyen köylülerden bir kısmı şimdi hayatlarına tek böbrekle devam ediyor olacaklardı.

Anadolu halkı genelde tarım ve hayvancılıkla geçinir,en azından bugüne kadar böyle oldu.2001 Banka ve Döviz Krizi ertesi IMF politikaları sayesinde tarım sektörü hızla küçülmeye başladı.Sebep? Sebep,devlet artık çiftçinin, köylünün ürünlerini satın almıyordu.Üretici, spekülatörün insafına terk edilerek güya gelişmiş ülkeler gibi çağdaş bir tarım piyasası kurulacaktı.Hedeflenenin tam tersi gerçekleşti, ürün fazlasına sahip ülkelere hazır ihracat kapısı olup,üretici iken tüketici haline getirildik. Zamanla tarım KİT'leri özelleştirilince köylü milletin efendisi değil, büyük toprak sahiplerinin ırgatı oldu.Tütün, fındık, buğday,mısır hemen hemen tüm ürünlerde ithalatçı ülke Türkiye. Nereden nereye? Kendi besicisini, çiftçisini, tohumcusunu bir kenara bırakıp dış ülkelerin gıdamızda sözü geçenlerden sayılmasına sebep olduk.GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ekili tarım alanları artık organik tarım için elverişli değil.Üstelik tohumlarını da sana bunu ilk kez pazarlayanlardan almak zorundasın.Şimdi herkes Suriye sınırındaki toprakların neden altın değerinde olduğunu anladı mı? Toprak kutsaldır, emek kutsaldır,üreten kutsaldır.Var mı itirazı olan?

Sonuç ortada; borç içinde yüzen köylümüz satacak bir şeyi kalmadığından vücudunun bir parçasını paraya tahvil ediyor.Demagoji yapmıyorum, dün oyunu satanların bugün böbreklerini satmalarını yadırgamasam da üzülüyorum.Sefaletin günlük hayat ritüellerine girdiği, yozlaştıkça yobazlaşan bir cemaat toplumuna neyi, nasıl anlatacaksın? Halk cahil, ümitsiz ve yokluğun pençesinde kıvranıyor.Ülkede genel bir savaş hali dışında kaos için her şey mevcut.Senaryo yazılmış, figüranlar sahnede...Merak etmeyin,başrol oyuncuları da fazla zaman geçmez rollerinin gereğini yerine getirirler.Buradan Cumhuriyeti,kendileri gibi kese kağıdı haline getirmeye çalışanlara bir çift lafım olacak:Tarihi bilmiyorsunuz, hele yakın tarihi hiç.

Mektup Kardeşliği...

Geçen hafta, Açılım hakkında Ana Muhalefet Lideri ile Başbakan arasında mektup tartışması yaşandı.Ancak kendi kendine gelin güvey olan bizler ve siyasiler tarafından ortaya karışık gündem sayesindeyse konu çarçabuk unutuldu gitti.Kaosun matematiği olmaz diye düşünürsek yaşanan belirsizlik ve diyalogsuzluk ortamında tüm kurumlar üzerine düşen edimleri yerine getirmekte sıkıntıda kalıyorlar.İki tarafın kendi gündemlerini birbirlerine dayatmaları altından kalkılamayan sonuçları beraberinde getirebilir.

Malum, Meclis bugün,Abdullah Gül'ün konuşmasıyla yeni yasama yılı için açılış oturumunu yapacak.DTP'lilerin ifade verme krizi, sınır ötesi harekat tezkeresi,açılımlar...gibi konular ekonomik kaynaklı depremin öncü sarsıntıları.Bana kalırsa yöneten ve yönetilen arasında yaşanan uçurum halk nezdinde tartışmaların önemini azaltıyor.Unutmaya hevesli balık hafızamızla yaşadığımız günleri anlamlandırmaktan uzak kalıyoruz.

Açılım sürecinde yaşanan kamplaşmalara karşı ciddi herhangi bir tedbir alınamadı.Her alanda ciddi kan ve zaman kayıpları yaşıyoruz.Dünya değişirken değişememe sancılarını yaşamak sadece bize özgü bir durum olmasa gerek.Kaosun bize özgü olan kısmı yanlış adamları doğru mevkilere seçmek olabilir.

Borç Yiyen...

Türkiye,bugüne kadar IMF ile 19 kez masaya oturdu.20.IMF Anlaşmasının ise akıbeti hala belirsiz.Oysa,Para Fonu'nun buyur edeceği tedbirlerin benzerleri Orta Vadeli Program ile şimdiden yola çıkmış,geliyor.Köpüğü alınmış açılımların ardına bakarsak yarın bugünden daha fakir olacağımız söylenebilir.IMF-Dünya Bankası toplantıları İstanbul çapında yaşattığı yoğun trafikle devam ederken benim değinmek istediğim esas konu şu:

Radikal Gazetesi Ekonomi sayfasında IMF'ye kalan borcumuz ile ilgili bir haber var.Gazete'ye göre borcumuz halen 7.8 milyar dolar.Haberin içeriğinde 2001 yılından beri kullandığımız kaynak 47.128 milyon dolar, ödemelerimiz ise 46.780 milyar dolar olarak yer almış.Faizlerle beraber toplam borç ödemelerimize kalan miktarı eklersek 54.850 milyar dolara ulaşıyoruz.Sadece faiz giderleri ise 7.722 milyar dolar olmuş.Yılda 1 milyar dolara yakın bir rakam.

Kriz dönemlerinde taze kaynak bulmak için kapısını her çaldığımızda IMF bize para verip,reçete sunmuş orası tamam.Biz bu reçeteyi uygulamayıp kulağımızın üzerine yatmışız ona da kabul.Peki üstesinden bir türlü gelemediğimiz dalgalanmaların asli sebebi olarak mevcut düzeni göremez miyiz? Küresel Kriz'in patlamış yedek lastiği IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar bizim gibi geri kalmış ülkelere kendi mali politikalarını dikte etmeleri sonucu bu sahip-köle ilişkisi marazi hale gelmiş olamaz mı?

Başından beri düzen bozuk kurulmuş.Konu üzerinde hepimizin ortak sorumsuzluğu es geçilemez.Birey ve toplum olarak tasarruf değil tüketimin özendirildiği,borçla hayatını sürdürmenin uzun vadede onulmaz sorunlar açacağını artık öğrenmiş olmamız lazım.Dönüp dolaşıp IMF ile anlaşma imzalamak kendini sürekli tekrar etme halini alıyor.Tedavi etmemiz gereken travmalarımız var ve biz bunlardan acı şekilde kaçıyoruz.Sorun IMF'de değil, bizlerde.