31 Temmuz 2009 Cuma

Nereye Gidiyoruz?

Yargının siyasallaştırılma çabası her geçen gün hızlanıyor. HSYK'nın kriz yaratan atama kararnamesinin mürekkebi kurumadan, kurulun tanınmış üyelerinden Ali Suat Ertosun olaylı bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Ertosun, kanlı "Hayata Dönüş " operasyonlarının kilit isimlerinden birisi de aynı zamanda . Ergenekon Davası sanıklarıyla ilişkide olduğu savı ile eleştirilen Ertosun iddiaları red edip,kendisini ve Kurul üyesi arkadaşlarını savunmak amacıyla dünkü basın toplantısını düzenlediğini söylüyor.

Bu toplantı sonrası şu sonuca ulaşıyorum:İktidarsız müktedirler gider ayak tarafsız kalma ihtimali olan kurumlara da tasallut etmektedirler. Adalet mekanizmasının içler acısı hali ortada iken sırf kendilerine yakın duran savcıları koruma güdüsüyle zor işleyen bir mekanizmayı kilitlemek art niyet ürünü olan bir davranış. Acil çözülmesi gereken devasa sorunların yerine kamuoyunu oyalama amaçlı ayak oyunları yaşadığımız çifte kavrulmuş kriz döneminde en hafif deyimiyle umursamazlık. Günü kurtarmak kaygısıyla ülkemizin geleceği üzerinde yanlış, haksız ve acil kararlar alınıyor.

Yargı-Hükümet gerilimi iplerin kopacağı ana kadar devam edecek gibi.O ipin asıl düğümünü kesinlikle Ergenekon Davası oluşturuyor.Bana kalırsa, yukarıda bahsedilen Gordion Düğümünü çözecek olan kılıçlı el , kenara çekilmiş harekete geçeceği günü beklemekte.

NATO Kafa NATO Mermer...

Büyük ülkeler dış politikalarında taşeron kullanmak gibi bilinen yöntemlere sahiplerdir. Kendilerine yakın olan iktidarlara destek sunarak o ülkelerin uluslararası arenada çatışma bölgelerine asker göndermesi , kendilerine ekonomik yardım sağlaması, organizasyonlarda kendi leyhlerine oy kullanarak çıkarlarına uygun hareket etmesi gibi bir dizi uygulamayı bu şekilde sağlama alırlar. Ülkemiz, NATO ittifakına dahil olduğundan beri ABD öncülüğünde yukarıda sayılan ne kadar uluslararası eylem varsa iştirak etmiş ve kendisini reşitliğini ispat etme zorunluluğu hisseden çocukların ergenlik psikolojisinden bir türlü kurtaramamıştır. Kore Savaşı, Körfez Krizi, nükleer silahların konuşlandırılması, Afganistan Operasyonu bu durumun bilinen örnekleridir. Üstelik Soğuk Savaş döneminin Avrupa'ya yerleştirilmiş ABD kaynaklı nükleer silahların yarısı halen Türkiye'de varlığını sürdürmektedir.

NATO üyeliğinden ne menfaatimiz olduğunu iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu yönde yapılacak tarafsız bir analiz AB üyeliğimizin bizlere neler getireceği konusunda ışık verici gerçek bir yol haritası sunacaktır. Bağımsızlığımız pahasına yapılan tercihler ülkemizi gitgide daha yoksul, yalnız ve yönsüz bırakmakta,bu durum bizi dış dünyada saygınlık uyandıran bağımsız bir ülkeden başkalarının çıkarlarına angaje olmuş, kukla idarecilerin yönettiği muz cumhuriyetlerine çevirmektedir. Eleştirel düşüncenin kısıtlandığı, yargının bağımsız bırakılmadığı bir ortamda devlet aygıtının kendi halkına karşı kullandığı çifte standartlar Batı ülkelerinin teşvikiyle artabilir. Özgürlüğümüz ve varlığımız tehdit altında dikkat edilmesi gereken günlere doğru yelken açtık. Yolumuz , faşizmden önce son çıkış noktasına doğru gidiyor.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Dibi Bulmak Ne Kadar Sürer?

Türkiye 2007 yılından itibaren yavaşlama sürecine girdi.Ekonomik faaliyetlerin daralma yönünde ivme kazanması ise teğet geçeceği söylenen Küresel Kriz ile eş zamanlı. 2009 yılı küçülme rakamlarının doğal sonucu olarak işsizlik ve enflasyon oranları tepe noktaları bulacak gibi. TÜİK'in çivi,süt tozu ya da barut gibi birbiriyle alakasız maddeleri enflasyon sepetine dahil etmesi bile durgunluk+enflasyon sarmalına girdiğimiz gerçeğini değiştirmez.Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları talepteki gerilemeye rağmen azalmış görünmüyor, mevsimsel etkilerin ya da dış dünyada emtia fiyatlarının düşmesi gibi sebepler arındırılsa bile Türk ekonomisinin kamu-özel sektör kaynaklı yapısal zaafları örtülmüyor. Tasarruf ve yatırım açığımızı, iç ve dış kaynaklı kredi musluklarıyla kapatma çabamız duvara çarpmış durumda. Kaynaklarımızı verimli kullanamamamız sonucu tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçiş sıkıntılarla dolu bir süreç şimdi.

Kamu kesiminin borçlarına, özel kesimin borçlarını ilave edersek kaynak sıkıntımızın had safhada olduğu ortaya çıkıyor. Bütçenin seçim öncesi ve sonrası durumu da hiç içaçıcı değil.Cari açığın biz ve bizim dışımızdaki sebeplerle düşmesi doların fiyatının artmayacağı anlamına da gelmiyor.Tüm bu verileri alt alta koyarsak şu sonuçlara varabiliriz:

1- Ekonomiye bakış açımızı dolar-faiz-borsa şaşılığından kurtarmamız lazım.
2-IMF ile imzalanacak olan anlaşma dipten gelen dalgaya karşı bizi koruyamayabilir.
3-2001 Krizi'nden sonra güçlendiği gözlenen bankacılık sektörü bile güven bunalımının nereye varacağını kestiremezken, hükümetin onca oyalamadan sonra dümeni yeniden IMF'ye teslim etme ihtimali başlı başına bir iradesizlik göstergesi.
4-Güvensizlik krizi beslerken, siyasetteki istikrarsızlık da krizi besleyecek.
5-Ekonominin siyasal sonuçlar yaratarak dönüşümü, sosyal kesimleri çatışmalara sürükleyebilir.
6-İnsan haklarında gerileme sandıktan çıkan bir siyasal hareketle hızlanabilir.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Bağdat-Ankara Arası Milli Strateji

İç politika, ülkelerin dış politikasını genel düzeyde etkiler ve şekillendirir, dış politikanın ülke siyasetlerini belirlediği örnekler sınırlı ama çarpıcıdır. Kıbrıs , bizim için bu konuda en önemli örnek olarak sayılabilir. Hükümetler devlet stratejilerini diplomasi aracılığı ile uzun vadeli planlar halinde düzenleyip, üzerinde değişiklikler yapmak kaydıyla uygulamaya koyarlar. Güç dengesinin- reel politikanın diplomaside anlamı karşılıklı çıkar ilişkileri ve milli menfaatlerdir. Tüm bu anlatılanlar ciddi devletlerin milli bir stratejiye sahip olduğunu gösterir. Türkiye, uluslararası arenada ne zamandır stratejisiz taktik manevralara kalkışmakta ve hemen hemen hepsinde başarısızlığa uğramaktadır. Bu durumun başlıca sebepleri arasında hükümetin tabuları yıkıyoruz diye Cumhuriyet Dönemi boyunca süregelen geleneği yıkması, kendi çıkarlarını ülke çıkarlarından öne alması gibi nedenler sıralanabilir.

2010 yılının Ocak ayında Irak Genel Seçimleri yapılacak. Meşruiyeti tartışmalı olan iki Kürt asıllı isim Talabani ve Zebari koltuklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya. Kuzey Irak Yönetimi' ni birinci derecede endişelendiren ABD askerlerinin çekilmesi ise bir diğeri merkezi yönetimde söz sahibi olan kendilerine yakın siyasetçilerin yerini Şii-Sünni olan ama Arap asıllı yenilerinin alması riski. Kerkük petrollerinden istedikleri payı alamayan Özerk Kürt Yönetimi , sırtını bir süreliğine Türkiye'ye dayama amaçlı bir taktik içinde. Son Kürt Açılımı Irak'ın mevcut durumu göz önüne alındığında daha bir anlam kazanıyor. 25 Temmuz Yerel Seçimleri 3 önemli vilayette yapılan oylama KDP-KYB ikilisinin karşısına yine kayda değer muhalefetin çıkmayacağını gösterir işaretler içeriyor.

Bağımsızlıklarını dış destekle kazanan halklar ne yazık ki destek aldıkları ülkelerin piyonu olmaktan öteye gidememişlerdir. Kürt liderler , emperyalizmin maşası olmakla kendi halklarına ihanet etmekle kalmayıp , çevre ülkelere terörü koz olarak kullanan siyaset esnaflığını kimliğini de edinmişlerdir. Bizim kırmızı pasaport verip , el üstünde tuttuğumuz Barzani, Talabani gibi tipler bayrağımızı yaktırma cüretinde bile bulunmuşlardır. Türkiye'ye düşmanlık edip, sonra ona muhtaç olan kişilikten yoksun müsvedde isimlerdir bunlar.

Şimdi Kürt açılımının menşei belli oldu.Irak düzeyinde Barzani-Talabani odaklı oynanan oyuna karşılık, topraklarımızda DTP-PKK oyunu Kürt Açılımı olarak hükümet tarafından maya tutmaya çalışılıyor. Bu süreçte CSIS gibi düşünce kuruluşlarının sözde haritaları yeniden masaya yatırılıyor,ağzımıza bir parmak bal çalınarak biz dahil bölge ülkelerinin sınırları emperyalizmin isteklerine göre yeniden belirleniyor. Önümüzdeki seçenekler sınırlı. Hükümetin tercihleri ise tereddüt dolu ve milli menfaatlerden uzak. Karanlıkta ıslık çalmak bu olsa gerek...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Buradan Bakınca...

HSYK, Adli Tıp, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri gibi devlet kurumlarının hayatımıza bir şekilde dahil olduğunu görüyoruz. İşlerini sessiz sedasız yapması gereken, en hassas düzeyde kararları veren organların güven bunalımı doğuracak eylemleri tutunacak dalımız kalmadığının işareti.Yaşananlar, aşiret ekonomisinin çürük temeliyle şekillenen cemaat toplumunun kriz çığlıkları. Eğitimsiz, işsiz, umutsuz insanların bileşik kaplar misali açmazı devlet düzeyinde kilitlenmelerle kendini gösteriyor.

Kriz, değer yargılarının dinamitlenmesidir.Kişiliksiz bireylerden müteşekkil zayıf toplumsal bağdır, beraberlik duygusudur. Ekonominin dip noktadan hangi harf biçimiyle çıkacağını konuşuyoruz ama gitgide insanlığımızı yitiyoruz, işte bununla alakadar olmuyoruz. Mahallelerin arasına dikilen lüks rezidanslar sınıflararası adaletsizlik ile yaşam koşullarının ne kadar güçleştiğinin işaret fişekleri olsa gerek. Yoksullaşmanın barut misali kıvrım kıvrım ilerlediği toplumsal hayat, bizlere bugünlerimizi aratacağa benziyor.

21 Temmuz 2009 Salı

Bireysel Terör...

Ergenekon Terör Örgütü diyerek , çok tehlikeli bir süreci gözden kaçırıyoruz. Bireysel cinayetler, töre davaları daha da genişletirsek toplumsal saldırganlık düzeyine ulaşan şiddet dalgası bunun adı. Orman yasasının, mevcut hukuk düzeninin önüne geçmesi yaşam standardının giderek düşmesiyle eş anlı ilerliyor. Kurtlar Vadisi dizisinin psikopat ruh haline sahip insan kılıklıları her an içimizden birilerine zarar vererek hayat öpücüğü bulmaya çalışıyorlar.Yaşamak için öldür felsefesi bu olsa gerek.Şiddetin bu kadar kanıksanması, saldırganı da bu sarmalın kurbanı yapıyor bana kalırsa. Çıkış yolu bulamayan çok masum arzular, insani ihtiyaçlar zihin dünyasında şekil değiştirip kişiliklerin kırılmasına kadar varıyor. Ruh halimiz hiç de iç açıcı değil.

Bu sürecin en çok zarar görenleri ise yaşlı çocuk ve kadınlar... Onlar fiziksel olarak zayıftır,saldırılara karşı kendilerini savunamazlar. Kim bilir içlerinde ne de güzel taşıdıkları yüreklerini kapkaranlık bir kuyuya atarlar.Davranış bozuklukları zaman içerisinde akli davranışın yerini alır, göz göre göre patolojilerine özgü kişiliklerini severek yaşarlar. Bu satırların yazarı kendi ruh halini düzeltmek için ne kadar çaba gösterdiği için bilir o insanların neler yaşadığını. Kendime ve insanlara güvensizlik duyma, korku, yalnızlık duygusu, başıma her an bir şey gelecekmiş gibi tetikte durma, sevgisizlik patolojimin bana miras bıraktığı bilinçaltı çöpleri.Artık içgüdülerimi yaşayacağım demek için aşağı yukarı 3 sene terapi görmem gerekti. 36 yaşına geldiğimde hala 17 yaşına sahip bir kişiliğin sıkıntılarını duyar,tutulur kalırım.

En başta söylediklerimden yola çıkarak kendi sıkıntılarıma vardım, doğrusu bu dostlarım. Altını çizmem gereken tek gerçek şu olur ki insanı sevmek gibi bir şey bu durumun panzehiri. Kendinizi sevmek ruhsal sıkıntıların tek ilacı.Yaşadığınız her anı doya doya tadın, siz o kadar güzelsiniz ki bunu görememeniz bile sizin kusurunuz değil bana kalırsa. Bilinçaltınızdaki tortuları atın, içgüdülerinizi yaşayın dolu dolu. Atın ölümü arpadan ise sizin ömrünüz yüreğinizle dolsun. Çıkarlarınız için kendinizi satmayın,kendinize olan inancınızı koruyun. O inanç sizin tek enerji kaynağınız bana kalırsa. Son sözüm:Kendinize gerçekten iyi bakın...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Ergenekon'da 2. İddianame...

2. İddianamenin ilk duruşmasının görülmeye başlanmasının hemen ardından, 3. iddianame mahkemeye sunuldu. 2009 yılında yapılan 10-11 ve 12. dalgaları içeren son iddianame ile tutuklu, tutuksuz 52 sanık daha mahkemeye çıkarılacak. Daha önceki dalgalarda tutuklanıp hapse atılan sanıklar , duruşmalar devam ettiği sürece tahliye edilmeyi bekleyecekler. Bu bekleyiş süresi 7 seneye kadar uzanabilir.

Ergenekon Süreci siyasi muhaliflerine korkutma amacı güden bir iktidarın hezeyanlarından başka bir şey içermiyor. Hangi yasadışı kuruluş tek kurşun sıkmadığı halde terör örgütü olarak nitelendirilebilir? Görevdeyken kudretli olan subayların, emekliliklerinde darbe yapabilecek kadar güçleri olabileceği kuşkulu. Kalemlerinden başka geçim yolu olmayan aydınlar, darbelerin her türlü sillesini yedikleri halde yeni bir darbeye çanak tutmalarını beklemek hiç de mantıklı değil.Böyle bir gizli örgüt emekli subaylarla darbe sevdalısı aydınlara kalmışsa yandı gülüm keten helva. İktidar borazanı medyanın olayları abartarak vermesi ise darbe yapma gücüne sahip odakları perdeliyor.

Ergenekon Davası'nın bizzat kendisi, hukuku iktidarın güdümüne koyma çabalarıyla darbe kokan özellikler arz ediyor. Adalet mekanizmasının sıhhatli işlemesine herkesin ihtiyacı olduğu gerçeği Yassıada Davaları'ndan bu güne kadar sayısız şekilde kanıtlandı. Umarım Silivri Ceza ve Tutukevi'nin 740 kişilik duruşma salonu gelecek günlerde iktidar yanlılarına adalet dağıtmaz.Göreceğiz...

17 Temmuz 2009 Cuma

Savaşlar Çağı...

İsrail, nükleer denizaltısından sonra iki de savaş gemisini (Mısır desteğiyle) Kızıldeniz'e çıkarmış durumda.Bazı kaynaklara göre ise Suudi Arabistan, hava sahasını İsrail jetlerine açarak olası bir İran harekatı durumunda Yahudi Devleti'ne desteğini sunacak. Ortadoğu'daki Şii-Sünni nüfuz çatışması bu yardımın sebebi olsa gerek. İran'ın ezeli düşmanı ABD'nin Başkan Yardımcısı Joe Biden da, "İsrail, İran'a saldırırsa yolunda durmayız." diyerek gelecek günler hakkında bize tahminde bulunma şansını sağladı.Peki ne oldu da, barış için İran'a dahi elini açan Obama'nın umut verici diyalog çağrılarından bugünlere gelindi? Küresel bir alt üst oluş döneminin taze başkanı , gerçek güç dengesini görmüş olabilir.

Kriz bölgelerinin çoğu İslam toplumlarının yaşadıkları coğrafyada bulunuyor, tesadüf değil elbette. "Büyük Oyun" , aynı inancı paylaştığımız insanlar üzerinde oynanıyorsa bu stratejinin arka planını nasıl bir zihniyet belirlemekte? Saldırgan tarafları savaşa teşvik eden sebepleri: İran'ın mevcut yönetimini değiştirmek, nükleer silahları geliştirmesini durdurmak, terör örgütlerine destek vermesini engellemek diye sıralayabiliriz. Nükleer güce de sahip bulunan İran, bu kanlı plana katılmak zorunda bırakıldığında Sovyetler Birliği'nin dağılışından beri yaşanacak olan en büyük savaşa şahit olabiliriz.

Yaşananları arka arkaya koyarsanız görünen büyük resimde şunlar öne çıkıyor: Hristiyan ve Yahudi nüfusa sahip devlet ya da devletçikler, İslam coğrafyasını savaşlarla, iç çatışmalarla yeniden şekillendiriyorlar. Tüketim ekonomisinin yarattığı küresel kriz, emperyalizmi sahte düşmanlar yaratarak kendi içlerinde dağılmaya engel olmak gibi bir yola sevk ediyor. Kirlenen çevre ile küresel ısınmanın artması, tükenen temiz su ve gıda kaynakları, bilgi toplumundan uzak yaşayan milyarlarca kişiyi kendi sebep olmadıkları bu durumun kurbanları arasına eklemekte. Yakın zaman zarfında yukarıda sayılan unsurlar yeryüzünün geleceğini fazlasıyla tehdit edecek. Görünen o ki kadim dinlerin mensupları, dinsel fanatizm sebebiyle ittifak etmekten ziyade birbirlerinden nefret etmeyi tercih ederlerse inançlarının gereği olan kıyamet fikrini kendi elleriyle hayata geçirecekler.

14 Temmuz 2009 Salı

Felsefe, Matematik ve Faşizm...

İnsanın doğadaki yerini irdelemekle yola çıkmış ilk düşünürler.Akıl yoluyla doğa ve doğaüstü ile ilişkilerini belirli bir düzene koymaya çalışıp, kendilerine sunulan geleneksel kalıpları reddederek kurulu düzeni sarsmaya başlamışlar.İlk çağın cesur felsefecileri ile ardılları yaşadığımız hayata daha derin bir anlam katma çabalarını bundan 2500 yıl önce hayata geçirmeye koyuldular. Konuşulan dilin yazı diline çevrilmesi ile sistemli düşüncenin kurulma aşaması kolaylaşmış oldu.

Kavramları dış dünyadan alarak yaratan aklımız, algılarını bu kavramlara dayanarak gerçekliğe bağlar.İnsanoğlu eleştirel fikirlerini , değişime açık düşüncelerini ya da önyargılaşmış kalıplarını akıl süzgeciyle değerlendirip yeni ufuklara açılma imkanına böyle kavuşur. Düşünmeyen insan, ölü insandır.Felsefe nasıl bilimsel düşünceye açılan kapı ise, matematik o kapının altın anahtarı olarak adlandırılabilir.

Matematik pek sevilmez ülkemizde, çünkü anlaşılmaz.Yeni açıklanan ÖSS sonuçları da bu duruma işaret ediyor.Oysa aklın mucizesidir matematik...Hayatta onun yer almadığı hiçbir alan yok. Varoluşumuzun garantisi de diyebilirim matematik için.Bilim üreten insanoğlunun salt usa vurarak ulaştığı uygarlık seviyesini ona borçluyuz.Karmaşık, anlaşılmaz terimler kullanılsa bile ulaşılmak istenen sonuç aşikar:Felsefe ve matematikte kullanılan dilin evrensel gelişmemizi amaçlaması.

Dünya milletlerine Alperenleri hediye etmekle gelişmiş insanlık ailesine ulaşamayız. Irka dayalı bir toplum kurma sevdalısı kıt beyinli tosuncuklarla bu hedefimizi gerçekleştirmemiz olanaksız. Onlara da yazık, yaşamın en güzel renklerine kör edilmiş gözlerle bakarak, düşmanlıklarla dolu bir hayat sürdürmek ne kadar iç burkucu.Ezcümle insanımızı daha mutlu, daha eğitimli, refah içinde yaşatmanın yolu bilimlerin anası felsefe ve matematikten geçiyor.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Zenginler ve Yoksullar...

Hükümet, SSK emeklisine %1.83 oranında zammı reva gördü.Koç Holding'in 2008 yılı cirosu ise 44 milyar dolardan fazla olmuş.Ne alakası var demeyin, Koç Topluluğu'nun kendi rekorunu her sene kırma başarısı neyin göstergesidir sizce? Kaldığımız yerden devam edip bir rakam daha vereyim , son bir senede sigortalı çalışan sayısı 1.2 milyon kişi azalmış. Sadece tekstil sektöründe iş gücü kaybı 200 bin kişi. Vergi indirimleri ertelenmiş talebi öne alırken, dar gelirlilerin kan kaybı hızla artıyor.Bağ Kur emeklilerinin durumu daha da içler acısı.Yokluğun getirdiği yozlaşma toplumun tüm katmanlarına sızmış durumda, bu da krizin başka cephesi.

Halkın en zengin kesimi toplam gelirin kabaca yarısını alıyor, en fakir kesimi ise %5-7 arasında bir oranla refahtan pay almaya çalışıyor. Zenginleri seven iktidarımız fakirlere bedava kömür, alışveriş çeki, beyaz eşya vererek açız nidalarını boğmaya çalışırken, işsizliğe çare bulamayınca kiralık işçi yasasına sığınır oldu.İşverenler de menfaatleri gereği adı geçen yasadan yana tavır koyuyorlar.İş barışını bozmak için bu yasadan daha iyi bir uygulama bulunamaz bana kalırsa.Ücret sendikacılığının en güzel örneklerini veren devlet sendikası Türk-İş %2'lik zam farkına tav oldu. Hak-İş de güdümlü sendikacılığın güzide temsilcilerinden. Kala kala bilinçli tek işçi örgütü olarak DİSK kaldı, o da tek başına ne yapabilir?

Türkiye'ye gözle görülür biçimde faşizm geliyor. Alperen Ocakları, MHP ve Ülkü Ocakları, tarikatler ya da cemaatler sivil toplumun örgütlü baskı gruplarının yerine ırk, din veya mezhep bağlarını öne çıkarıp töre toplumlarının geleneklerini yaşatıyorlar. AKP ve öncülleri, yaratılan gelirin enflasyon vasıtasıyla varlıklı kesimlere aktarılmasının siyasi temsilcileri oldular, iş dünyasının temsilcileri olarak TÜSİAD, DEİK, TİSK gibi kuruluşlar sayılabilir. Yukarıda bahsi geçen tehlikenin kaynağı 60 yıldır uygulanan sağ politikalardır.Faşizmin temel gıdası savaş, ekonomik ya da siyasi krizler olarak kabul edilirse, şu anda ülkemizde bu öğelerden yeterince var. Toplumsal cinneti yaşamak için geri saymaya başlayalım.

10 Temmuz 2009 Cuma

Kiralık Emek Yasası Veto Edildi..

Güven, hayatın devamı bakımından en önemli unsur. Krizler bu anlamda güvenin dibe vurduğu, belirsizliklerin zirve yaptığı dönemleri teşkil ediyor. Ülkemizde ekonomik daralma, siyasi istikrarsızlığı da beraberinde getirirken, işçi ve işveren arasında güvene dayanan ilişkiler kurulmak isteniyorsa doğru kararların alınıp, uygulanması şart. Yanlış politikalarla dengeli, sağlam bir üretim ekonomisi yaratılamıyor. Cumhurbaşkanı, Özel İstihdam Bürolarına geçici iş bulma konusunda yetki veren yasayı veto etti. Sendikaların da şiddetle karşı çıktığı düzenleme, çalışma barışını bozabileceği gerekçesiyle iade edildi.

Ekonomik terör olarak da adlandırabileceğimiz işsizlik had safhaya varmış durumda.Bu artışın temel nedeni krizin getirdiği üretim ve talep daralmasının yatırımlara ciddi darbe vurmasıdır.Durgunlukla enflasyonun birlikte yaşandığı bir döneme girmişken yaz ayı bittiğinde enflasyonun hızla arttığına şahit olacağız.Merkez Bankası ise borçlanma faizlerini daha da indirecek gibi görünüyor. Bu davranış ekonomik hareketliliği uyarma amaçlı olarak kabul edilirse nereye kadar sürecek? ABD'de olduğu gibi sıfıra kadar çekemeyeceğine göre gelecekte ne beklenebilir?


Başa dönersek,çıkarılmak istenen yasa yanlış düzenlemelerden sadece bir tanesi olacaktı. Emek kesimi açlık sınırında yaşarken sosyal hayat güvenle sürdürülemiyor. Borsa-Faiz-Kur odaklı ufkumuz bizi krizlere gark ediyor, etmeye devam edecek. Hükümet küresel krizi bahane olarak kullanmaktan artık vazgeçmeli. Çalışanların kazanılmış haklarını gaspetmeye çalışarak nereye kadar gidilecek esas sorun bu.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Açlık ve Asgari Ücret...

Türk-İş'in yaptığı araştırma sonucunda 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 733.00 TL, yoksulluk sınırı ise 2.300.00 TL' olarak açıklandı. 2009 yılının ikinci yarısından itibaren net asgari ücret geçim indirimi dahil haliyle 546.00 lira olacak. Çok para bozdur bozdur harca. Kamu işçileri ile hükümet dün toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma imzaladı, özel sektör çalışanı sefalet ücretine talim etmeye devam edecek. Patronların tek tercihi AKP'deki çürümüşlük bana ANAP'ın son dönemlerini hatırlatıyor. Başbakan'da "Ben zenginleri severim." diyen Turgut Özal'ı.

Düşük ve orta gelirli insanların oylarını alarak iktidara gelenler, koltuklarının banilerine sırtlarını dönmüş durumdalar.2002-2007 boyunca yıllık ortama %7 gibi suni bir şekilde büyüme gerçekleştirdiği öne sürülen Türkiye ekonomisi aslında zengin ve yoksul kesimler arasındaki gelir uçurumunu arttırdı.Kişi başı 10.000 dolar milli gelir hesabı kriz duvarına çarptı.Böyle bir şey de ihtimal dahilinde değil, artan sadece yoksulluk ve açlık...

Kriz dönemlerinin asli unsuru TSK da siyasete dahil olmuş durumda. Nasıl 24 Ocak Kararları'nın ardından 12 Eylül yaşandıysa, puslu dönem siyasetçilerinin fırsat kolladığı bir ara döneme adım atmaktayız. Ekonomide başlayan daralma, siyasete iktidarsızlık getiriyor. Mevcut durumda kimin daha avantajlı hale geleceğini zaman gösterecek.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Kamuya 10 bin 244 Personel Alınacak...

Kamu kesimine ait boş olan kadrolara memur alımı yapılacak. Öğretmen ve kariyer meslek memurları ile bunların dışında kalanlar , Devlet Personel Başkanlığı'na gönderilen listelerde 10 bin 244 kadro ve pozisyon için 6-15 Temmuz 2009 tarihleri arasında ÖSYM vasıtasıyla tercih yapacaklar.


Her yıl aşağı yukarı 1 milyon gence iş bulmak zorundayız. Özel kesimin yatırımlarını askıya aldığı bu dönemde devlet yegane istihdam kapısı olarak yer almakta."Devlete sırtını dayamak" düşüncesi bugünlerde daha da geçerli duruma geldi.Gençlerimiz arasında işsiz kalma korkusu yaşamadan çalışmak fikri itibar görüyor. Emeklilik yaşının yükseltilmesi , kıdem tazminatından kurtulmaya çalışılması, Meclis'ten geçen kölelik yasası gibi işçi karşıtı hükümet politikaları insanları bu korkularında haklı kılıyor. Halka sokağa dökülüp, hakkını aramaktan başka çare bırakılmıyor. Yoktan yonga kopmaz, barışçıl ve yasal gösterilerle meydanlarda güç gösterisinde bulunmak lazım. Ne yazık ki böyle köpüren zamanların can simidi asker, polisin yanında kendi halkına dişini gösterir.Merak ederim ekonomik terör diye bir konu gündemde niye tutulmaz?

2 Temmuz 2009 Perşembe

İstihdam Büroları ve Çağdaş Kölelik...

Özel istihdam büroları ile ilgili yeni yasa işsiz insanların sömürülmesine yeni bir boyut katacak. İşveren, istihdam büroları aracılığıyla işçiye karşı hiçbir sorumluluk altına girmeden sözleşme imzalayabilecek. İş sözleşmesi kıdem tazminatı ödemesini de devreden çıkarıyor. Yaşanan toz duman arasında hükümet işsizleri istihdam etmek amacıyla kazanılan haklara darbe vurup, sendikalı çalışma hakkının önünü kesmeyi amaçlıyor. Emek açısından AKP zihniyeti ve özellikle emeği kiralama yetkisini istihdam bürolarına veren bu yasa 12 Eylül zihniyetinin devamı bana kalırsa.İşçinin kaderi patronun iki dudağı arasına bırakılıyor.Tuzla Tersaneleri'nde taşeron firmaların kaza adı altında tanımladığı iş cinayetleri hep bu yanlı ve yanlış tutumlardan kaynaklandı.

Biz işçi haklarının geliştirilmesini AKP'den umma ahmaklığını gösterirken, köleliğin sözleşme ile bağıtlandığı yasal bir tezgahla karşı karşıyayız.Ekonomik kriz ise olanca ağırlığıyla sefaleti derinleştiriyor.İşsizliği önlemek adı altında maaşlı kölelik koşullarını, herşeyi göze almış insanlara dayatmak nasıl bir acımasızlıktır? Kendisine oy veren insanlardan güvencesiz koşullarda çalışmasını talep etmek o insanların onuruna hakaret etmek değil midir? Noter onaylı Abdullah Gül bu kanunu onaylarsa sadece şunu söylemek bana düşer:Kula kulluk etmek, bu sistemi dayatanların zihniyetini göstermekte.

Sivas ve Bedelli Askerlik...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Necmettin Bilal Erdoğan 21 günlük bedelli askerliğini tamamlamak amacıyla dün birliğine teslim olmuş. Diğer başbakan, bakan ve milletvekilleri çocukları da vatani hizmetlerini bedelli yapmışlardı, sırada şimdiki Başbakanın oğlu var ne farkeder? Osmanlı'dan beri fakirler askerlik eder, can verir zenginler ise bedel . "Askerimiz fakirdendir" diyerek türküsünü de yakmışız bu gerçeğin... Fakirlik değil mi bu güzel toprakları bize dar eden?

Güneydoğu'da savaşan askerler hakkında "Askerlik yan gelip yatma yeri değil." demişti Recep Tayyip Erdoğan bunu biliyoruz, bilmediğimiz 21 günlük askerliğin yan gelip yatma olup olmadığı. Değilse normal askerler ne yapar bu 15 ay boyunca? Yaşamayan ne olduğunu bilemez askerliğin. Hele G.Doğu'da askerlik yapmanın ne anlama geldiğini... Bilmek isteyen Nadire Mater'in "Mehmet'in Kitabı'nı" okusun, Metis Yayınlarından basılmış bir kitap. Yaşanan iç savaş hakkında gerçekleri görmek isteyenler için başucu kitabı."33 Asker Olayı'nı" bir de saldırıdan sakat kurtulan erden, ilk kaynaktan dinlesin.Dinlesin diyorum, o 42 askerin sesleri kanla, hüzünle,acıyla karışık kulaklarınıza dolacak.Bu acı Sivas'ın acısını bastırır mı işte o bilinmez.