31 Ağustos 2009 Pazartesi

Alın Verin Ekonomiye Can Verin...

Özel sektörü temsil eden bazı kuruluşlar geçen hafta yeni bir kampanyaya imza attılar. Ekonomik faaliyetlerin durgunluk ivmesinde sürüp gitmesi kişisel harcamaları kısıcı yönde etki göstermekte iken proje reklamlar aracılığıyla iş ve finans dünyasının tanınmış simalarını kullanıp talebi uyarmayı amaçlıyor.Özel sektörün her zamanki yaratıcılığını kullanıp tüketimi teşvik etmesi üretim konusundaki kanamayı durduracak türden değil. İşin kamu tarafı ele alınırsa şu ana kadar uygulanan para ve maliye politikaları birbirleri ile tutarlı olmaktan uzak, sadece kamu finansmanını rahatlatıcı özelliğe sahip olma konusunda birbirleri ile eşgüdüm içerisinde.

Merkez Bankası, faiz silahını kullanmayı enflasyonun düşüşüne bağlamış iken çerçevesi çizilmeden yürürlüğe konulmuş politikalar tuhaf sonuçlar yaratmaya gebe. İşsizlik ve kapasite kullanım oranları ile büyüme rakamları daralmayı teyit etmeye devam ettiği halde piyasada borsa rekor kırıyor, dolar dibe çekilmiş, faizler ise yerlerde sürünüyor. Üretmeyen bir ülkenin borsası rekor düzeyde yükseliyorsa orada ekonomi dışı etkenleri tahlil etmek gerekir.Kişisel düşüncem kardan zarar eden yerli ve yabancı büyük yatırımcılar gene yelkenleri dış rüzgarla şişirip piyasadan ellerini bir süreliğine çekecekler. Sebepleri ise oldukça basit olacak,bu bahaneler;ya baskın bir genel seçim ya da Kürt Açılımı ile siyasi ortamın gündemi altüst etmesi.

Dünya Krizi finansal kesimde başlayıp üretim kesimine sıçramış iken bizde tam ters bir durum sözkonusu.Reel kesimin kredi musluklarının kapalı olduğu, üretimin azalarak da olsa küçülmeye devam ettiği bir ortamda finans kesimini zorlaması ihtimal dahilinde.Ferdi kredi ve kredi kartı borçlarını ödemekte güçlük çekenlerin sayısı her ay 120-130 bin artarken bankaların bu durumu sürdürmesi ise mümkün değil.Teşbihte hata olmaz; pansuman benzeri tedbirler ameliyatlık hastayı gitgide komaya sokuyor. Yakın zamanda imzalanacak bir IMF anlaşması bile kaybettiğimiz çok değerli 1 yılı geri getirmeyecek.Bunun yanında ekonominin kanı olan paranın bir kaç elde toplandığı gerçeği, yaratıcı kampanyalarla çözülemeyecek kadar katılık arz ediyor.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Özsermaye Tükenirse...

Bir işletmenin karlı durumda olup olmadığı basit bir formülle tespit edilebilir.Formül şu: Varlıklar+Alacaklar-Borçlar(Krediler)+Giderler= Özsermaye.Bilançonun pasif kısımı aktiften fazla ise özsermayeniz tükenmiş demektir. Bireysel ya da kamusal alanda bütün sorun gelirlerinizin giderlerinizi karşılamasıdır,fazlanız olursa yatırım veya tasarruf yaparsınız. Ülkemizde sürekli tasarruf açığı olması hasebiyle yatırım için dış kaynak ihtiyacı her zaman mevcut. Borçlanmayı seven bir yapıya sahip olmamız bu temel dengesizliğin ana nedeni.

Türkiye'nin 2008 yılı milli geliri 750 milyar dolara yakın. İç ve dış borç toplamı ise 500 milyar dolardan fazla.Bu hesapta kesin rakamlar değil yaklaşık rakamlar kullanılıyor. Milli gelirin yarısı kadar bir gelir ise kayıtdışı + yasadışı gelirlerden kaynaklanmaktadır. Toplam 1 trilyon dolara yakın bir rakama ulaşıyoruz. Türk insanının ülkemizde yerleşik olduğu halde yurtdışında mevduat ya da diğer araçlarla tuttuğu tasarruf miktarı 200 milyar dolar kadar. İşte varlık barışının esas amacı bu parayı Türkiye'ye getirmek.Hükümet yana yakıla para ararken başka ülkelerde para tutanlar sanki emanetçi gibi yaşıyorlar ülkemizde.O işin vicdani tarafı bana kalırsa.Küresel ekonomi değil mi isterse burada tutar, isterse Patagonya'da.

Hesabımıza geri dönersek özsermayemizi nasıl tespit edebiliriz? Aktif tarafımızda Gelir+Tasarruf, pasif tarafında ise Borç/Kredi+Giderler mevcut idi. Bankalarda toplam tasarruf miktarı yabancı ve yerli para cinsinden toplam mevduat 12 Haziran itibarı ile 279 milyar doları buldu.Toplam kredi miktarı ise yine 12 Haziran itibarı ile 185 milyar dolar. Hesabımızı yapalım:(750.ooo + 279.000)-(504.000+185.000)=340.000 milyar dolar özsermayemiz mevcut. Güncel rakamlara ulaşırsam daha doğru hesap yapabilirim. Formül ise bana ait. Konunun uzmanları daha doğru hesabı yaparlarsa bilgi eksikliğimi giderir ve doğru rakama ulaştırırım.

Türkiye'de yetersiz tasarruf oranına değinmiştim. İşte yukarıdaki rakamlara göre kişi başına 4.722 dolar kadar bir gelir elde ediliyor. İşin sorunlu tarafı hem özsermayemiz düşük hem de geliri adil paylaşım konusu çok bozuk.En kısa zamanda adil, şeffaf ve anlaşılır vergi politikaları sağlanarak kayıtdışı ekonomi kayıt altına alınmalı,kamu kesimindeki yoğun kadro fazlası azaltılıp sosyal güvenlik açıklarına daha sıkı kontrol getirilmeli. Bütçe fazlası oluşturmak için faiz ve personel giderlerini azami ölçüde düşürmeliyiz.Bu kadar büyük açıklarla ekonomiyi döndürmek mümkün değil.

Kısacası acı tedbirler yakın zamanda alınacak. Düşük gelirli insanlarımız yine sefalet düzeyinde yaşam koşullarına geri dönecek. Hep birlikte fakirleşip, iç çatışmalarımızı kaşıyacağız.Savaş dönemleri kadar ağır bir ekonomik kriz olmazsa hata yaptığıma sevinir, işlerin iyi gitmesinin keyfini çıkartırım.

28 Ağustos 2009 Cuma

IMF Toplantıları ve Büyüme...

IMF ve Dünya Bankası'nın yıllık zirveleri Ekim ayı içerisinde İstanbul'da yapılacak. Küresel Kriz'in tam ortasına gelen bir dönemde böylesi bir toplantı ses getirecek özelliklere sahip.Yapılan açıklamalara dayanılarak Para Fonu'na bakılırsa 2. çeyrekte artık büyüme rakamlarında daha ılımlı bir düşüş ya da hafif bir çıkıştan bahsediliyor. Fonun 1.Yardımcısı Lipsky şu ana kadar alınan tedbirlerin yukarıdaki gelişmeleri tetiklediği ancak finansal piyasalarda beklenen düzelmenin daha yaşanmadığını söylüyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemin güçlüklerini 3 konuya indirip konuyu şöyle bağlıyor:
1-Kısa Vadeli Güçlükler:Özel sektöre dayalı pozitif büyüme beklentisi gerçekçi mi?
2-Finans Sektörünün Yenilenmesi:Piyasaların yenilenmesi için neye gereksinim vardır ve bu ne zaman yapılacaktır?
3-Yapısal Konulara Yönelmek:Küresel büyümeye yeniden ulaşmak ve gelecekteki çalkantılardan kurtulmak için kamu ve özel piyasalarda ne gibi değişiklikler yapılacaktır?

Muhtemelen İstanbul'daki zirvede bu konular daha enine boyuna tartışılacaktır.Geriye dönersek bunalımın kökeninde finansal piyasalarda şişme, banka aktiflerine sonradan zarar olarak geçen zehirli varlıkların kredi piyasasında rağbet görmesi , emtia fiyatlarının aşırı değer kazanması ile denetimsizlik gibi unsurların yattığı iddia ediliyor.Bana kalırsa kriz nedenleri savaş/tüketim ekonomisinin üretim ve paylaşım ekonomisine dönüştürülememesinde yatıyor.Azınlık olan zengin sınıfın korkunç bir servet artışına karşılık 1 milyar kadar insanın günde 1$'dan daha az bir parayla geçinmek zorunda kalması, bunalıma giden yolun yapıtaşı. Bu sefalet derecesindeki yaşam koşulları krizden önce de yaygındı, şimdi ise daha da yaygınlaştı.Temel dengelerdeki bozukluklar sadece iktisatçıların kendi aralarında tartışmalarının konusunu oluşturuyor.İktisat insan davranışlarını içeren bir sosyal bilim ise ekonomik faaliyetler böylesi bir fakirlik ortamında en ilkel seviyesinde kalır.50 trilyon $'a mal olduğu söylenen krizin faturasını yine bu konuda hiçbir dahli olmayan insanların sırtına yüklemek yeni bir krizi çağırmak değil mi?

Bu kriz kapitalizmin adil olmayan paylaşım politikalarından güç aldı. Yatırım-tasarruf -üretim kriterlerinin, sadece özel sektöre dayalı büyüme ve finansal araçların alınıp satılmasına dayalı kredi ekonomisi karşısında geri planda bırakılması sonucu bugünlere gelinmiştir.Yarının neler içereceği bu kadar toz duman arasında belirsizliğini korurken ülkemiz için kesin olan tek konu Türkiye'de yeni bir krizin başlama olasılığı.

Afganistan Batağı...

George Soros şu sözü söylemiş "Türkiye'nin en büyük ihracat kalemi askeridir" diye. Haklı, ABD AfPak Temsilcisi Richard Holbrook ve ardından Rasmussen ziyaretleri Afganistan'a daha çok muharip Türk askeri istemek amaçlı.Gerekirse ISAF komutanlığı ülkemize verilerek asker gönderme sorumluluğumuz arttırılacak. Seçimlerden yeni çıkan savaş yorgunu Afgan halkı sevdiği Türk askerini karşısında eli silahlı görmek istemez,kendi iç hesaplaşmalarına karışmak Kore'de, Somali'de yapılan hataları tekrar etmek olur. Üstelik El-Kaide ve Taliban hiç olmadığı kadar güçlü pozisyonda iken.Hamid Karzai seçimleri kazansa bile ABD güdümlü olması onu herhangi bir seçenek olmaktan çıkarıyor.Muhalefet ise Pakistan'da olduğu gibi Taliban merkezli bir ayaklanma içerisinde. Öldürülen Mesud'ud yerine başka bir Mesud getirilmek isteniyor, bu konuda atılan dış adımların esas amacı Pakistan'ın istikrarsızlaştırılması.

Obama'nın iç politikadaki desteği azalıyor,müttefikler düzeyinde ise balayı dönemi bitmiş durumda. Küresel Kriz'in tüm ülkelerin iç sorunlarına odaklanmasına yol açması ile son 10 yılın savaşları artık küresel menfaat kavgasını yerelleştirerek iç çatışmalar boyutuna taşıyacak.ABD, Irak'tan yakasını sıyırmaya çalışırken sıra Afganistan'a geliyor.Sorumluluklarını yıkmak istediği en önemli güç ise Türkiye. İngiltere ve diğer ülkelerin, NATO'nun en büyük ikinci ordusundan daha fazla asker göndermesi için ABD'yi sıkıştırması kendileri açısından mantıklı gözüküyor.

Tüm bu yaşananlar , bizler zamanlaması hatalı bir Kürt Açılımı ile meşgul olurken Dünya'da iyice derinleşen kriz+savaş bunalımının kıyımıza bıraktıkları.Hormonlu bir büyümenin esiri olmuş, borç batağı içerisinde refleksleri zayıflamış bir Türkiye tablosu düşmanlara cesaret veriyor.Zaten müttefiklerimizi sayarsak düşmana ihtiyacımız pek görünmemekte.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Bakkal Amca Açılımı...

Yama misali ekonomik açılımlara bir yenisi daha eklendi.Halkı tüketim yapmaya çağıran "Alın-Verin, Ekonomiye Can Verin" kampanyası bu... TOBB'un "Kriz Varsa, Çare Var" girişimine benzer biçimde reklamlarla topluma mesaj verilip, harcama yapmaları gerektiği vurgulanıyor.Sivil toplum -demek resmi toplum da var- duran üretim çarklarını yağlamak için tüketim yapmayı teşvik ediyor.Rant paylaşımına dayalı ahbap-çavuş ilişkilerinin egemen olduğu burjuvazi sınıfımız artık tehlikenin büyüklüğüne ikna olmuş durumda.

Yaşanan bunalımın çift dipli olabileceğini iddia eden Roubini, şimdiye kadar duymadığım bir kavramla beni tanıştırdı "stagdeflasyon".Rahmetli Selçuk Abaç Hocamız stagflasyon dediği zaman belanın büyüğünü kavramaya çalışmıştım.Turpun büyüğü torbada imiş,Türkiye durgunluğu fiyat düşüşleri ile birlikte tecrübe ediyor.Düştüğü iddia edilen fiyatların istikrara dayanan bir temeli bulunmuyor.Kamu kesiminin borçlanma gereği arttığı sürece artan faiz oranlarına ek olarak ithalatla birlikte yükselecek cari açık doların değer kazanmasına neden olacak.Fiyat istikrarı kalır mı ya da enflasyonda düşüş ivmesi devam eder mi o zaman göreceğiz.Ümüğümüzü sıkanlar, IMF anlaşmasını bile ikircikli politikalarıyla kendilerine benzettiler.

Çare, kaynakları verimli ve yerinde kullanmak olmalı. Dış kredilere bağlı hormonlu büyüme stratejisi duvara çarpmış görünüyor.IMF için laboratuvar ülke olmanın utancını kimler üzerine alacak bilmiyorum, ama gelecek zaman zarfında ekonomik krizin tetiklediği siyasi krizin büyükşehirlerde çatışma çıkarma ihtimali var.Dertlenecek sorunumuz çok ama dertlenecekler üzerilerine pek almıyorlar.

25 Ağustos 2009 Salı

U,W Hangisi?

Ne zamandır gazete haberleri ve makaleleri okuyarak sizlerle fikirlerimi paylaştım. Bugün okuduğum bir haberde "Bay Kıyamet" namıyla anılan iktisatçı Roubini, yaşanan durgunluğun çift dipli yani W şeklinde olabileceği ihtimalini dile getirmiş.Kriz tahmininde bulunarak ün kazanan Nouriel Roubini , finansal kesimde başlayıp dünyayı saran küresel bunalımın alacağı biçimi tasvir etmeye çalışırken, Avro Bölgesi'nin motor gücü Almanya ile Fransa, Brezilya, Japonya, Hindistan, Çin gibi ülkelerde toparlanmanın daha çabuk olacağını öngörüyor.

Gelir dağılımının bozuk olması,2001 sonrası ABD'nin küresel işgal politikaları, finansal araçlara ulaşmadaki kolaylığa nazaran türev piyasalarda hiçbir denetlemenin yapılmaması, sosyal devletin içinin boşaltılması ile kronik işsizlik Batı tipi vahşi kapitalizmi krize mahkum etti.Yaşananlarda hiçbir dahli olmadıkları halde gelişmekte olan piyasalar ve geri kalmış ülkeler krizin kurbanı olarak bir kenara not edildiler. Şimdi oturmuş, herkes ABD'deki verilerin düzelmesini bekliyor,durgunluk bitince sanki her şey eskisi gibi olacakmış gibi.Emek harcamadan akıl almaz karlar edinilen, çalışanların fakirliğe mahkum edildiği bir dönem artık sona erdi. Tasarruf yapmayan, üretmeyen, ürettiğini adil paylaşmayan küresel dönem sonunu kendi elleriyle getirdi Aslında yaşananlar kriz öncesi kriz idi.

Ekonomiye yönelik parametrelerimizi değiştirmedikçe durgunluğu derinleşerek yaşamaktan başka olası bir yol görünmüyor.Sorun bizim gibi kerameti kendinden menkul yarı aydınların anlayamayacağı kadar yaygın ve karmaşık bana kalırsa.Ama benden size bir şey daha, insanca bir dünyada yaşamak istiyorsak mevcut durumu kabul edemeyiz.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Tayyip Marmara'yı Mesken mi Tuttun?

Mimarlar Odası , Büyükşehir Belediyesi'nin planları arasında Marmara Denizi'nde 3 adet suni ada inşa etmek olduğunu öne sürdü. İstanbul'da 1994 yılından itibaren belediyecilik hizmeti veren zihniyet kara üzerinde işini bitirmiş olsa gerek ki şimdi denize el atmış durumda.Merkezi idarenin büyük desteğine rağmen başarısız kalan Kadir Topbaş rant dağıtarak yerini korumaya çalışırken Tayyip Erdoğan gölgesi altında ezilmekten kurtulamıyor.

3. Boğaz Köprüsü güzergahının ortaya çıkması ardından inşaat aşamasında yaşanacak çevre katliamının boyutu belirlenmeye çalışılıyor.5.000 hektar ormanlık alana zarar vereceği tahmin edilen köprü çalışması bölgenin rant haritasını yeniden belirledi. Olan şu: Tarabya-Beykoz arasında ve devamı çevre yollarında yer alan arsalar kapanın elinde kalmış.Rant belediyeciliği ve peyzaj mimarisi anlayışı ile İstanbul şehrine giydirilen geçici çözümler için çok yüksek maliyetlere katlanılıyor.

Olası büyük deprem ihtimali bu tarz belediyecilik anlayışı içerisinde gereken öneme sahip mi , bilinmiyor? Muhalefet edemeyen sanal siyasete karşın bildiğini okuyan yerel idare, şehirde yaşayan tüm halkı ilgilendiren sorunlarda tek adamın aklına mahkum kalıyor. Daha yeni 50.000 meşe ağacına mal olan yeni çöp toplama alanı hizmet anlayışlarının bir tezahürü olsa gerek.

Sol siyasetin hadım edilmesi sonucu yerel ve merkezi yönetimi sağ düşünceye teslim eden halkımız, karşılığını çok ağır ödeyeceği bir senede imza atıyor. Zihinsel iklimin çoraklığı, çevrenin aşırı derecede kirletilmesi, rant sağlayıp rüşvet almanın olağan karşılandığı yozlaşmış değer yargılarının esas sahibi bizleriz. Hepimiz biraz Tayyip Erdoğan, biraz Abdullah Gül değil miyiz? Son tahlilde siyasetçiler, bizim karbon kağıda çalışılmış kara kalem eserlerimiz gibi kalıyorlar. Aynaya bakmaktan utanmak ahlak değil,hastalıklı bir ahlaksızlık...

23 Ağustos 2009 Pazar

Dolar 2 Lira Olur mu?

Anlaşılan Merkez Bankası'nın devam eden faiz indirimleri ekonomistlere halkı uyarmak ihtiyacını hissettirmiş.Borsanın artık yorulduğunu, kurların bir süre daha yatay seyir izleyeceğini,hazine bonosu ve bir yıllık mevduat gibi diğer yatırım araçlarının cazibelerinin arttığını söylüyorlar.Krizin en belirgin özelliği güvenin dibe vurup ekonomik faaliyetleri etkileyerek yatırımları durdurmasıydı.Yaşanan geçici düzeltmeler büyük yatırımcıların karlarını azami derecede çoğaltıp, 2008 yılı zararlarını azaltmaktan başka bir işe yaramıyor. Mayıs ayına göre artış gösteren Haziran ayı sanayi üretimi dip noktayı bulduğumuz hususunda bizleri aldatmasın. Türkiye'de kriz, geri kalan ülkelere nazaran daha sert bir düzeltme hareketi izleyecek görünüyor.

ABD'de finansal alanda başlayan küresel kriz, bizde yüksek işsizlik rakamları,düşen ithalata rağmen dış kaynağa fazlasıyla bağımlı cari açık,kamunun aşırı derecede nakit ihtiyacı üst üste konursa üretim alanında gerçek etkisini hissettiriyor.Temel dengelerde hiçbir iyileşmenin olmaması ya da sadece baz etkisine dayalı makyaj dışında yeni bir IMF anlaşmasına daha yelken açacağız görünüyor.Devlet elinde tek kalan faiz silahı ile kendi kendisini finanse ediyor. Borçlanma ihtiyacının hızlanması ile 2010 yılı için bırakın büyümeyi, siyasi gerginliğin had safhaya ulaşma ihtimali ile yangının gelecek yılları da saracağının işaret fişeği.

Benim derdim ise doların fiyatı ne olur sorusuna cevap aramak. Ülkemizde tüm krizlerin olmazsa olmaz kuralı ABD dolarının Türk Lirası karşısında aşırı değer kazanması üzerine kurulu, kısacası devalüasyon.Mahfi Eğilmez'e göre 1.58 olması gereken dolar-lira dengesi değerli TL'nin mevcudiyetini gösteriyor. Net hata noksan gibi akla ziyan bir kalem sayesinde döviz rezervlerimizin erimemesi tehlikeli sulara doğru yöneldiğimizi hissettiriyor.Dış destek kesilirse ya da yetersiz kalırsa siyasi krizin tetiklediği ekonomik deprem, son 1 senede 1.18 TL'den 1.80'lere fırlayan dolar fiyatını 1.48'lerden 2 liraya ulaştırır mı? Gerçekleri görmek için kendimizi aldatmamayı zorunlu kılıyor, yoksa yalancı çobanların hepsi mi siyasetçi, aralarında hiç ekonomist yok mu?

21 Ağustos 2009 Cuma

Dağlara Gel Dağlara!

Grup Yorum'un türküsü olması lazım, Dağlara Gel Dağlara.Güncel tartışmalar içinde durumdan vazife çıkaran MHP ve onun Grup Başkanvekili Mehmet Şandır, ağızlarda pelesenk olmuş sevdalarını gün yüzüne çıkarıp,"Gerekirse 50 sene dağda gezer, hakkımızı alırız." demiş. Ekonomik krizlerin arşa çıktığı günlerin değişmez aktörleri olan sağ siyaset esnafı sığ sularda balık avlama taraftarı.Açılımların sonucu:Batı ve İç Anadolu, Karadeniz bölgeleri tehlikeli şekilde milliyetçilik zırhını kuşanıyor. AKP ise azınlıkların hükümeti olma rolünü iyice benimsemiş durumda.

Krizle gelen, krizle gider meseli yürürlüğe girmiş gibi.AKP'nin herkes için demokrasi anlayışından sadece azınlıklara demokratik haklar sağlamaya dönme yanlışı, yol haritasının çıkmaz sokağını oluşturuyor.Bana kalırsa gitgide içe kapanan Türkiye için dönüm noktası Ergenekon Davası'dır. Kendilerine muhalif olan güçleri, darbeci güçlerle hemhal edip hukuku ayaklar altına alarak hapise gönderenler insan haklarını sadece türban ve cemaatlere kolaylık sağlamaktan ibaret görüyorlar.

Devlet otoritesinin yerine kendilerini geçirmeye davranan paramiliter güçler ülkemize karışık günleri hediye edebilirler.Solun kitlelere yeniden umut olması Kürtçülük yapmalarını değil, herkes için eşitlik-barış-sosyal adalet gibi esas sahibi oldukları ilkeleri ışığa kavuşturmalarını gerektirir. Hırsız sosyal demokratlardan, herkes sosyal demokrat sloganına ancak böyle dönülebilir.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Kimin Merkez Bankası?

2001 yılı Krizi süresince yaşanan sarsıntının ardından özerk ve bağımsız kurumlar oluşturulmasına gidildi. Siyasi müdahalelerin kamu bankalarını görevlerini yerine getiremez hale sokması bu tercihte etkili olmuş idi.Böylelikle yeni düzenleyici kurullar ya da özerk kurumlar kamu yönetiminde yerlerini aldılar. 2002 yılı seçimleri ve göreve gelen yeni iktidar geçen 7 sene boyunca bu kurulların özerkliklerini işlevsizleştirdi. Baskı altında karar vermek durumunda kalan bürokratlar, olması gerekeni değil kendilerinden istenilen kararları aldılar. 2006 yılında göreve gelen Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da aynı tip zorluklarla mücadele etme durumunda kalıyor.

Merkez Bankası 2008 Ağustos ayından beri faiz indirimi uyguluyor. Küresel Kriz , durgunluk , kredi piyasasının daralması ve düşen talep bu faiz politikasının altında yatan nedenler. Banka, enflasyonun düşme eğiliminde olacağını ısrarla tekrar ediyor.Talebi canlandırmak, finansman ihtiyacında olan aktörlere likidite sağlamak amaçlı bu faiz indirimleri devam edecek gibi.Bana kalırsa Merkez Bankası'nın açmazı şurada yatıyor: Ayakları yere basan,sağlam bir mali çerçeve programı yürürlükte olmadığı için tek başına bir şeyler yapma çabası içersinde.Siyasi iradenin IMF ile anlaşma imzalanması konusunda gösterdiği ağırkanlılık kuruma daha ciddi tehditlerle uğraşma sorumluluğunu yüklemektedir.

Ekonomide güven azalışı, hane halkının artan borçlanması ve tırmanan işsizlik reel kesimin üretim imkanlarını elinden alıyor. Dünya'da finansal alandan reel alana sıçrayan dengesizlikler bizde ise tam tersi bir duruma yol açmakta. Bu sebeple özel ve kamu bankaları riskli saydıkları kredilerini zamansız biçimde geri çağırmakta, reel sektörü bu defa da onlar sıkıştırmaktadırlar.Uzun vadeli kararların yerini günü kurtarma kaygısı aldığı için zaman kaybı bizlere yüksek maliyetler getirecek. Bu sene ve sonraki 2 sene bu krizin etkilerini izale etmek için çaba göstereceğiz.Hükümet yoksullaşan halkın taleplerini karşılayamayıp,onlar için fazlasıyla acıtıcı kararlar almak zorunda kalabilir. Bizlere Kemal Derviş ve AKP'yi hediye eden 2001 Ekonomik Krizi yeni yüzüyle 2009 yılında gene karşımızda.Üretim-tasarruf-yatırım ekonomimizin önceliği olmadığı sürece ileriki günlerde nereden tutarsak tutalım elimizde kalacak gibi görünüyor.

18 Ağustos 2009 Salı

Genç İşsizlik...

Her dört gençten birisi işsiz ülkemizde. İstihdam sağlayıcı ekonomik politikaların yerine kur-faiz-borsa saç ayağına bağlı bir büyüme tercih edildi bugüne kadar, sonuç ise ortada. Küresel Kriz öncesinde durgunluğun yaşandığı ve bu durgunluğun 2008 yılından itibaren daralma yönüne dönüştüğü göz önüne alınırsa yakamızı işsizlik-enflasyon-durgunluk çarkına kaptırmış durumdayız.Birbirini besleyen bu olumsuz ivme etkisi ekonomik alandan dışarı çıkarak toplumun tüm üstyapı kurumlarına sirayet etmiş durumda.

2009-10-11 yılları bu olumsuz etkilerin bertaraf edilmesi ile geçecek.Bu nedenle erken bir genel seçim yapılma ihtimali IMF anlaşması imzalanması kadar yakın bir senaryo. İktisadi faaliyetlerin küçülme yönünde devam etmesi yüzyılın ilk krizini bizlere katmerli biçimde yaşatacak görünüyor.Kamu ekonomisinin bozulmuş dengeleri yeni vergiler, zamlar ve kemer sıkmaya dönük tasarruf tedbirleri olarak halkımıza yansıyacak. Hane halkı gelirleri düşerken , yükselen borç ve giderler işsizlik oranının artması ile koşut olarak bankaların aktiflerine geri dönmeyen alacaklar olarak yazılacak.2001 Krizi'nin esas sebeplerinden olan bankacılık sektörü böylesi aktif kalitesinin bedelini ancak sermaye karşılama oranları düşerek göğüsleyebilir.

Daldan dala atlarken yaklaşan Ramazan Ayı ile yükselişe geçen enflasyona dikkat çekerim. Kamu açıkları borç faizlerini arttırırken , zayıf kalan talebin canlanması fiyatlarda şişmeye yol açacak. Üretimde toparlanmanın karşılığı olarak yükselen ithalatın cari açığı tetiklemesi riski ise kur fiyatlarını T.L. aleyhine değiştirir.Bu süreçte iktidar olarak Durgunluk+Enflasyon+Yüksek Faiz-Kur dengesizliğini kimseye anlatamazsınız.Ekonomi can acıtıcı bu sürece girmeden tedbir alınması en mantıklı yol.Tedbir alınmada gecikme yaşanması gerçeğini göz ardı etmezsek, son açılımların sebebi olarak bu bozulmayı örtmek olabilir.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Barometre...

Kurnaz insan ile akıllı insan arasında fark var bana kalırsa.Birisi kısa vadeli çıkarlarını ön planda tutarken, akıllı insan geleceğini de hesaba katarak hareket eder. Tıpkı Rusya Başbakanı Vladimir Putin ya da ABD Başkanı Barack Obama gibi. Bizde uzun erimli amaçları olan siyasetçiler azdır. Halkın oyunu aldıktan sonra sözünü unutanlar, rüşvet ve kayırma yaparak koltuğunun hakkını yiyenler,iç ve dış çıkar çevrelerinin maşası olanlar Türk politik hayatında normal olarak kabul edilirler.Üstelik bu durum insan malzemesinin çürüklüğünü de gösterir.

Tek suçlu onlar değil halbuki:Siyasetçiler, kirlenmiş bir toplumun günahkar barometresi olarak görülebilirler. Bizler, pisliğin üzerinde oturduğumuzun farkında bile değiliz. Muhafazakarlık ya da ayıp kültürü altında her türlü rezilliğe teşne insanlar üreten vahşi çöplük gibi bu güzel ülkemiz.Açlığın ve baskının ezdiği hayatların karşılığı işte böylesi bir kara tablo. Kaderimiz olarak bellediğimiz kıskaçlar arasında güdük bırakılmış , ulu orta yerlere serilmiş değer yargıları. Her geçen günün bir öncekini arattığı ilişki ve yaşam tarzları, modernleşemeyen bireylerin aidiyet duyduğu cemaatten kopamama sancısını için için anlatıyor.Kırdan kente göç sürecinde şehirlerimiz köyleşti, kentli insanların küçük gördüğü taşra kültürü büyük şehirlerde gitgide değersizleşerek hakim oldu.

Yozlaşmanın dibini bulduğumuzu anladığımız an ekonomik gerilememizin son noktasını da bulmuş olacağız.

14 Ağustos 2009 Cuma

Sadece Bizde Değil (Faşizm Yükselirken...)

Dünya çapında faşist güçlerin yükselişe geçtiği haberleri her geçen gün artıyor. Ekonomik krizin muhafazakarlığı ve yabancı düşmanlığını tetiklediği savaşlar çağında, bakışlarımızı etrafımıza çevirdiğimizde gelecek günlerin vahim gelişmelere gebe olduğu ortaya çıkıyor. Falcılık yapmak değil hevesim, sadece Kürt Açılımı ile başlayan kamplaşmayı, bilgi kirliliğini ya da çözümsüzlük seçeneklerini öne süren biz statüko taraftarlarını bir kenara koysak bile fitili ateşlenmiş bir bombanın üzerinde oturduğumuzun farkında olmadığımızı göstermek istiyorum.

Sokaklara çıkan insanlar herhangi bir şeyi bahane edebilir, haklarıdır. Emeklerinin karşılığını isteyen gençleri, emeklileri,çalışanları ya da iş arayanları şiddet yöntemiyle susturmak isterseniz büyük şehirlerde Şırnak, Hakkari ya da Lice'ler yaratır,başkaldırıyı durduramazsınız.

Yaygın işsizlik, Kürt Açılımı, azınlık milliyetçiliği gibi hassas konular sol siyasetin devlet eliyle ezildiği Türkiye gibi ülkelerde MHP-BBP-Saadet Partisi gibi sağ hareketlere fayda sağlar. Kapitalizmin bekçiliğini yapan militarist güçlere sivil ve gönüllü destek veren bu odaklar, sokak hareketlerine paramiliter güçlerini sevk etmekten çekinmezler. Devlet-i ebed düsturuna sıkı sıkıya bağlı bu gruplar, sandıktan çıkma faşizmin öncü güçlerini teşkil edebilirler. İnsan haklarında geri gitmeye başladığımızın işareti olan Kürt Açılımı, barış adı altında bazı gruplara savaş baltalarını gömdükleri yerlerden çıkarmalarına yarayabilir.

Altyapı, üstyapıyı şiddetli biçimde sarsıyor.Doğanın boşluk kaldırmadığını kabul edersek , bir tarafı doğranmış siyasi yelpazede alternatifsizlik halk düşmanı hareketleri güçlendiriyor. Kurt puslu havayı severmiş, sistemin bize dayattığı partiler kaderimizi belirlememeli.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Irak Bölünüyor, Biz Ortaklık Derdindeyiz...

ABD, 2011 yılına kadar Irak'tan çekilme kaygısı taşırken,kimilerince Türkiye doğan boşluğu doldurabilecek bir bölgesel güç olarak görülüyor.Kürt Açılımı'nın yankı bulduğu son günlerde Irak'a Dışişleri Bakanı ile Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı tarafından yapılan ziyarette karşılıklı çıkara dayalı stratejik ortaklık amacı güdüldüğü dile getirildi.Irak'a ziyaret gayesiyle bize yabancı kalan geleneklere, tarihsel arka plana, siyasi ve sosyal yapıya sahip komşumuzla ağırlaşan hatta kanayan yaralara pansuman vurma gayreti görülüyor.

Salt ekonomik çıkar kaygısıyla komşumuza yaklaşmak reel dış politik hesaptan öte öngörüsüzlüktür.Üstelik Irak, siyasi birliği konusunda tereddütler duyulan, kamu yönetiminde Sünni-Şii ya da Arap-Kürt-Türkmen gibi birbirine zıt unsurlar taşıyan, anayasasını federal yapıya dayandırmış, sınırları belirsiz ,ABD'ye her açıdan bağımlı bir devlet.PKK konusu, Kerkük ve Türkmen problemi bizle Irak'ı yakın zamanda karşı karşıya getirebilir. 2010 yılında yapılacak Genel Seçimler sonrası kıyamet kopmasa bile çatışma ihtimali yükselecek.Süreç boyunca iç güvenlik ciddi biçimde tehdit altında kalacak. Olası Arap-Kürt ya da Kürt-Türkmen savaşı sınırlarımıza yeni bir göç dalgası getirebilir. Bölgedeki karışıklıktan en fazla faydalanacak olan güç ise PKK olacak gibi görünüyor. Bu sayede yaşam alanını genişletecek.Örgütün iplerini elinde tutan Barzani-Talabani ve ABD için zayıf bir Irak, güçlü ve birleşik bir Irak'tan daha güvenilir bir müttefik.Aynı strateji Türkiye için de geçerli görünüyor.

Ümmetçilik ideolojisine dayalı dış politik adımlarla çok kutuplu dünyanın gerçekleri örtüşmüyor. Etnik ve dini unsurların moral değerler olarak, elle tutulur çıkarlar kadar etkili olduğu günümüz diplomatik arenasında bu düşünceyi hayata geçirmek yerel dengeleri bozarak din savaşlarına gidecek kadar bağnazlığa yol açabiliyor. Mustafa Kemal'in gerçekçi, dengeli, aktif ve barışçı dış politikasına geri dönsek fena olmaz bana kalırsa. ABD kaynaklı haritalar bizlere bölünmüş bir Irak'a benzer bir Türkiye vaat ediyor. Sarsılan benlik bilincimizi herkes için demokratik hakları geliştirerek ulaşabiliriz. Kendi güvenliğini sağlayamayanlardan fayda beklemek ise tek kelime ile şaşkınlıktır.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Rus Gazı Bize Ne Kadar Yarar?

Türk-Rus enerji anlaşmaları geçtiğimiz Perşembe günü Putin-Erdoğan arasında imzalandı. Türkiye'nin enerji koridoru olma özelliğini pekiştireceği söylenen anlaşmalar kanımca Rusların bizden daha kazançlı çıktığı bir akıllıca bir diplomasiyi içeriyor.

1-Rusya , Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı'na petrol verme karşılığında Güney Akım Doğalgaz Hattı için ekonomik bölgemizden faydalanma hakkına kavuşuyor.

2-Nükleer santral konusunda gelişme sağlarken, Nabucco'ya alternatif boru hattı inşa etme niyetini saklı tutuyor.

3-İsrail ile gaz anlaşmasını Türkiye üzerinden sağlama alıyor.

4-Mavi Akım 2 Hattının inşası ile daha fazla gaz satma imkanına kavuştu.

5-2011 yılında sona erecek doğalgaz anlaşmasını uzatmış oldu.

Atılan imzalar ile yeni bir cephe kazanan Rusya Federasyonu, işin magazinel tarafı bir kenara bırakılırsa akıllıca bir zamanlama ile bölgede enerji konusunda ağırlığını hissettirecek. Türkiye'nin karşı tarafa bağımlılığını arttıracak bu gelişmelerin stratejik açıdan ülkemize ne getirip ne götüreceğini zaman gösterecek.

Ticari açıdan önemli bir ortaklığa sahip olduğumuz Rusya gümrük konusunda anlaşmamız önemli bir konu. Çıkarlarımızı azami hale getirmemiz siyasi irade ile el ele gidecek.

4 Ağustos 2009 Salı

Ege Suları Niye Isınır?

Yunanistan, geçen gün ıssız bir adaya asker çıkarıp neden Türk gazetecilerini tutuklar? Neden Rum Yönetimi , Kıbrıs müzakerelerinde anlaşmaz tarafı oynadığı halde Türkiye'yi biteviye suçluyor? Ege Denizi'nde petrol arama çalışmalarının uluslararası hukuk ayağının sakat olduğunu bildiği halde komşumuz! neden ısrarla bu oyunu oynar? Sorular, sorular...

Ermeni Açılımı'nın hüsrana uğradığını, Kürt Açılımı'nı da aynı akıbetin beklediğini göz önüne alırsak Ortodoks Kuşağı'nın bizleri sardığı coğrafi alanda komşularla sıfır problem politikası imkansızın diplomaside ikrarıdır. Kıbrıs gibi Akdeniz'e çıkış noktamız olan bölgeyi hatalı adımlarla pazarlık konusu yapmak AB üyeliğini garanti etmez. Rumlara limanlara açmak,mülkiyet konusu ve garanti anlaşmasını tartışmak mantıksızlığın şahikasıdır. Başkalarının ağzına bakarak adımlar atmak onurunuzun tartışılır olmasını sağlamaktan başka bir sonuca yol açmaz.

ABD ve AB odaklı stratejiler Türk Dış Politikası'nın Mustafa Kemal merkezli teorisine ihanettir. Dünyada yaşanan değişimin bizleri geçmişin tutsağı yapmasından öte söylediklerim.Bağımsızlık, milli menfaatlerini tüm gücüyle korumak, komşularına saldırıya maruz kalma dışında her zaman barış elini uzatmak ve rasyonel olmak benim Atatürkçü diplomasiden anladığım. Demokrat Parti'den itibaren başlayan Amerikan Sevdası, modernleşemeyen bir halkın ağzı açık hayranlığının sonucu.Muhafazakarlık adı altında sürdürülen çağdaş normlardan uzaklaşma çabasının diplomasiye yansıması tüm yaşananlar.Aynı zamanda hayatını kul olarak sürdürmek isteyenlerle birey olarak sürdürme arzusu taşıyanlar arasındaki kavgadır bu.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Emek-Sermaye Çelişkisi...

Çalışma hayatının en önemli unsurunu oluşturan işçi ve işveren ilişkilerinde taraflar, üretimden kaynaklanan artı değeri ücret ve kar adı altında paylaşırlar. Liberal ekonomi teorisinde karın paylaşım biçimi üretim sürecine katılım durumuna göre değil, girişimin riskini yüklenen müteşebbisin karını azami hale getirmesine göre tarif edilmiştir. Emeğinin karşılığını ücret olarak talep eden işçi artı değerden asgari payı alır. Kar etmenin tek amaç olduğu, paranın insandan daha ön planda tutulduğu kapitalizm, Endüstri Devrimi ve coğrafi keşiflerle yarattığı emek sömürüsü ve emperyalist kolonizasyon sayesinde dünyaya yayılıp küreselleşmiş,bu süreçte çok uluslu şirketlerin çıkarları mensup oldukları halkların çıkarlarından daha önemli tutulmuştur.

Küresel Kriz , bıçak sırtında gelişen emek-sermaye çelişkisini keskinleştirerek çok taraflı iç savaşları ya da bölgesel bir savaş ihtimalini arttırdı.Kamuoylarının dikkatinin savaş ihtimaline çevrilmesiyle var olan paylaşım kavgası gündemden düşmüş oldu. ABD'de başlayıp diğer ülkelere sirayet eden krizle birlikte varlık değerleri azalmış, mali kuruluşlar iflas etmiş, ekonomik faaliyetler dibe vurmuştur. Türkiye, durgunluk+enflasyon baskısına ek olarak siyasi istikrarsızlık ve yönetim acziyetinin getirdiği tehditlere maruz bırakılmıştır.

Pastayı paylaşım konusunda her zaman emek karşıtı harekette yerini alan sağ siyasetin temsilcisi AKP, borçla çevirdiği tüketim ekonomisini yüksek faiz-düşük kurdan vaz geçerek düşük faiz-düşük kur açmazına soktu. Para musluğunun sıkı tutulması ticari hayatı örseleyerek , talebin zayıflamasına neden oldu.Zora giren reel ekonomi şimdilik sağlam duran bankacılık sistemini zayıflatabilir. Kredilerin geri dönmeme ihtimali göz ardı edilmemeli. İşçi sınıfı, işsizlik ve Kölelik Yasası gibi devlet kaynaklı tehditlerle karşı karşıya kaldı. Sermayenin istekleri yasa koyucu tarafından eksiksiz yerine getirilirken, çalışan kesim haklarından feragat etmeye zorlanmaktadır.

İleriki yıllarda üretim ekonomisinin tasarruf/yatırım odaklı büyüme stratejisini kazanmak için adil gelir dağılımı ve vergi politikaları ile kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına almak şart görünüyor. Nitelikli işgücü yetiştirmek doğru eğitim hamleleriyle mümkün.Eğer bunları gerçekleştirmezsek halihazırdaki sorunlar gelecek yıllarda karşılaşacaklarımız yanında devede kulak kalır.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Yatırım, Tasarruf, Üretim...

Ekonomimizin öncelikli sorunu yeterli miktarda parasal kaynağa sahip olamamasında yatmaktadır.Tasarruf açığı, yatırım yapma ya da mevcut borçları çevirme konularında bizleri dışarıdan borçlanma seçeneğine mahkum bırakıyor.Kriz dönemlerinin güven bunalımı, yetersiz tasarruf ve yatırım oranları nedeniyle katmerleşerek artarken, bilinen tedbirleri bile almaktan ısrarla kaçınan iktidar , borsa-faiz-kur gündemiyle Merkez Bankası'nın sadece faiz indirmekten ibaret silik politikalarına sığınmış durumda. Düne kadar istikrar için çapa olarak sunulan AB ve IMF gibi kuruluşlar köşeye sıkışmış hükümetten daha fazla taviz bekliyorlar. "Ümüğümüzü sıktırmayız!" noktasından Kürt ve Ermeni Açılımları'na giden yol haritaları zayıf ekonomimizi daha da sarsan siyasal gelişmelerin öncü göstergeleri bana kalırsa.

Ekonomik faaliyetlerde daralma, istihdamın azalması, zayıf talebi canlandırmak için uydurulan sanal teşvik paketleri ya da yama misali alınan vergi indirimleri temel dengelerdeki bozulmanın işaretleri. Birbirini besleyen bir süreç bu. Pusulası bozuk bir gemiyle , fırtınalı bir denizde kayalıklara doğru son hızla yol alıyoruz, kaptan köşkü ise boş...

Üretim ekonomisine yeniden dönüş için alınması gereken acil tedbirlerin başında siyasal istikrar geliyor. 2011 yılı ya da daha yakın bir tarihte yapılacak olan genel seçimler bu koşulu belirsiz kılıyor. İktidar olan ama muktedir olamayan AKP seçim döneminin getirdiği kısıtlamaları aşmak konusunda basiretsiz bir sınav vermiştir. Seçim zamanında eli açık olmak gibi artık bize lüks olan bir anlayışa sahipler.

Ekonomik bunalımın üstyapı kurumlarını derinden sarstığı bir döneme uygun şekilde Yargı-Hükümet ya da TSK-Hükümet kamplaşmalarının yaşanması Küresel Kriz tablosunun sadece bize ait olan resmini göstermekte. Sınırlarımıza yakın bölgelerde yaşanacak olası gelişmeler büyük ekonomik krizlerin savaşlara yol açabileceğini, savaşların ise siyasetin silahlarla devam eden şekli olduğuna bizleri inandırıyor.