Küresel Kriz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Küresel Kriz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2009 Perşembe

Borç Yiyen...

Türkiye,bugüne kadar IMF ile 19 kez masaya oturdu.20.IMF Anlaşmasının ise akıbeti hala belirsiz.Oysa,Para Fonu'nun buyur edeceği tedbirlerin benzerleri Orta Vadeli Program ile şimdiden yola çıkmış,geliyor.Köpüğü alınmış açılımların ardına bakarsak yarın bugünden daha fakir olacağımız söylenebilir.IMF-Dünya Bankası toplantıları İstanbul çapında yaşattığı yoğun trafikle devam ederken benim değinmek istediğim esas konu şu:

Radikal Gazetesi Ekonomi sayfasında IMF'ye kalan borcumuz ile ilgili bir haber var.Gazete'ye göre borcumuz halen 7.8 milyar dolar.Haberin içeriğinde 2001 yılından beri kullandığımız kaynak 47.128 milyon dolar, ödemelerimiz ise 46.780 milyar dolar olarak yer almış.Faizlerle beraber toplam borç ödemelerimize kalan miktarı eklersek 54.850 milyar dolara ulaşıyoruz.Sadece faiz giderleri ise 7.722 milyar dolar olmuş.Yılda 1 milyar dolara yakın bir rakam.

Kriz dönemlerinde taze kaynak bulmak için kapısını her çaldığımızda IMF bize para verip,reçete sunmuş orası tamam.Biz bu reçeteyi uygulamayıp kulağımızın üzerine yatmışız ona da kabul.Peki üstesinden bir türlü gelemediğimiz dalgalanmaların asli sebebi olarak mevcut düzeni göremez miyiz? Küresel Kriz'in patlamış yedek lastiği IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar bizim gibi geri kalmış ülkelere kendi mali politikalarını dikte etmeleri sonucu bu sahip-köle ilişkisi marazi hale gelmiş olamaz mı?

Başından beri düzen bozuk kurulmuş.Konu üzerinde hepimizin ortak sorumsuzluğu es geçilemez.Birey ve toplum olarak tasarruf değil tüketimin özendirildiği,borçla hayatını sürdürmenin uzun vadede onulmaz sorunlar açacağını artık öğrenmiş olmamız lazım.Dönüp dolaşıp IMF ile anlaşma imzalamak kendini sürekli tekrar etme halini alıyor.Tedavi etmemiz gereken travmalarımız var ve biz bunlardan acı şekilde kaçıyoruz.Sorun IMF'de değil, bizlerde.

30 Eylül 2009 Çarşamba

IMF ile Anlaş(ama)ma...

Türk Hükümeti'nin bu ayın sonuna kadar IMF ile bir anlaşmaya imza atacağını öne sürmüştüm.Yanılmışım,ayrıntılar üzerinde çalışıldığı öne sürülen program konusunda halen anlaşma sağlanamadı.Açıklanan Orta Vadeli Program, IMF anlaşmasına benzer ögeler içereceği için ikisi arasında finansman ayağı dışında herhangi farklılık bulunması güç.Yanılma sebebim ne olabilir diye düşününce şu kanıya vardım:Siyasi gücün, Uluslararası Para Fonu ile destek anlaşması imzalanmasından imtina etme gerekçesi kurumun ayak diretmesi olamaz mı?Dünya yeniden şekillenirken buna yardımcı olacak hazır kıtalardan birisi de IMF.Ayağımıza kadar gelip her gün yeni maddeler öne sürmek cinliğini sadece bizler bilmiyoruz.

Para Fonu,kağıt üzerinde üye ülkelere kriz dönemlerinde mali tavsiyeler vermek aynı zamanda gereken finansmanı sağlamak amacıyla kurulmuş. Ben onların yalancısıyım,ama uygulamaya gelince anlaşmalarda sermaye kesiminin zenginliğini daha da arttıran unsurlar hep ön planda.IMF ile 20 (yazıyla yirmi) adet stand-by imzalayan bir ülke vatandaşı olarak artık şerbetlendik.Salma türü vergilere,haksız enflasyon vergisine karşılık taze yabancı kaynak sağlamak gelir dağılımını bozup, vergi tabanını genişletmediği için yapısal sorunların ileride daha da büyük problemler çıkarmasına neden oluyor.Konuya teknik bakış açısı getirecek kadar bilgi sahibi bir insan değilim, görünen resim siyasi gerekçelere takılan bir anlaşamama hali mevcut.

Küresel Güçler, çıkarları uğruna her türlü kurum ve imkandan azami ölçüde faydalanıyorlar.Ekonomik örgütler ya da araştırma şirketleri dev finansal kuruluşların aktiflerinde yer alan zehirli varlıkların krize sebebiyet vermesini göremeyecek kadar saf değillerdir sanırım.ABD tarafından durgunluktan faydalanarak zayıflamış,negatif dolar balonunu sıfıra yaklaşan faiz indirimleri ile boşaltıp,piyasaya dolar arzını zamanla azaltarak güçlü bir para birimi yaratılması amaçlanıyor olamaz mı?

Geleceğin dünyasında Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya önem kazanan aktörler olacaklar.Bu ülkelerin en önemli özellikleri ise döviz fazlaları. Özellikle Çin tasarruf fazlalarını ABD tahvillerinde değerlendiriliyor.Kriz sona erdiğinde yurtiçi üretim ve yatırım oranları en önemli kalemler haline gelecekler.Anılan ülkelerin avantajları işte bu alanlarda.İleride borca dayalı büyüme kaynakları tüketen geri kalmış bir anlayış olarak ele alınacak.

İstanbul'da yeni başlayan IMF-Dünya Bankası Toplantıları küresel kriz çağında G-20 ülkelerinin kendi çıkışlarını arama platformları sayılıyorlar. Ülkeler bazında karar vericiler Para Fonu ile çalışmakta zorunlu değil gibi görünürler ama kazın ayağı öyle değil.Dev finans kurumları borç verdikleri ülkelerden paralarını geri almak için araya Para Fonu'nu koymakta.Ciroları ülkelerden büyük şirketler işlerini şansa bırakır mı?İnsanın aklına krizden kaynaklanan trilyonlarca dolar zarar takılıyor.Tüm krizlerde olduğu gibi ABD'de finans piyasasının zararlarını geniş halk kesimleri çekecek.Türkiye bu girdabın dışında kalamadı.Zamanında gereken önlemler alınsaydı işsizlerimiz evlerine ekmek götürebileceklerdi.

27 Eylül 2009 Pazar

Seçim mi, Geçim mi?

Bu ve önümüzdeki haftalar Türkiye'de siyaset sahnesi çok sıcak gelişmelere gebe olacak.Sosyal hayatın suçla hemhal olan gerçeğine siyasetin verimsiz tartışmalarının ne gibi katkısı olabilir diyebilirsiniz.İnsanlar iş ve ekmek derdinde, geri kalan azınlığın tartışmaları neleri değiştirebilir diye de sorabilirsiniz? Şöyle cevap vereyim, ekonomik krizler içe kapanmacı toplumlar yaratır. Bu oluşumdan karlı çıkan taraflar ise muhafazakar ve ırkçılığa yakın saf tutan politik bilinçteki gruplardır.Türkiye'de gözlemlediğim en önemli saptama şu:Yaygın işsizlik ve yoksulluk sosyal sınıflar arasında benzerlikten çok farklılıkları öne çıkarıyor. Üretim ekonomisinin tüketime dayandığı aldatmacasına sarılarak dış dünyadan kredi bekleyerek açılım sevdasına düşenler yarın halkın bir kısmının evlerinden dışarı çıkıp zengin komşularının evlerini yağmalamaya kalkmasına nasıl bir gerekçe uyduracaklar acaba?

En kısa zamanda içeriği belirlenmesi gereken açılımlar sürecinin şaka kaldırır tarafı yok.Kamplaşmalar sonucu düşmanlıkların bilendiği, bir el toka yaparken öbür elde bıçak taşındığını görmezden gelemeyiz.Siyasetçilerin, halk kesimlerini birbirlerine hasım etmeleri ardından, oturup kanlı kavgayı seyrettikleri 1980 öncesi dönem Türkiye'nin acı bir gerçeğidir.Bana kalırsa,ülkemizde farklılıkları ayırıcı sebep yapan temel özellik gelir dağılımının son on senede hiç bu kadar bozulmamış olması ile halkın tüketime borçlanarak devam etmesidir. Şimdi deniz bittiği için yokluğun nesini paylaşacağını şaşıran, en ufak ekmeğe yüzlerce ağzın açıldığı sefalet günlerine doğru yol alıyoruz.Radikal'de yayımlanan çöpten meyve toplayan kız çocuğu fotoğrafı herşeyi ortaya koymuyor mu? Doğu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinin yoksul halkına ekmek,iş, eğitim vermek önceliğimiz değil mi? Kulağımızın üstüne yattığımız zaman aç insanların sessiz çığlıklarını duymuyor olabiliriz. Ama gün gelir paylaşmak istemediğiniz yemeğinizi zorla almak isteyen çıplak bir el görürseniz sakın demedi demeyin.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Orta Vadeli Program Ve Bütçe...

İşin zorluğunun herkes farkında sanırım.Bizler hariçten gazel okuyor da olabiliriz, ona da tamam.Ama şu bütçe rakamlarını 2008 yılı ile karşılaştırın bakalım beceriksizliğin gerçek yüzünü görebilecek misiniz? 2009 Ağustos ayına kadar bütçe açığı 31 milyar liraya ulaşmış.2008 yılının tamamında ise toplam açık 17 milyar TL.Uzmanlar tarafından 2009 yıl sonu açığı tahminleri 60 milyar lira olarak telaffuz ediliyor.Sadece Ocak-Ağustos döneminde faiz ödemeleri 40 milyar liradan fazla, personel giderleri ise 38 milyara yakın olmuş.Bu dönem boyunca diğer cari transferlere harcanan para 60 milyar tutarında.Devlet tarafından karşılanan sosyal güvenlik harcamaları,mal ve hizmet alımları,sermaye giderleri, sermaye transferleri ve borç verme kalemleri 171 milyar liralık giderin diğer kalemlerini oluşturuyorlar. 8 ay boyunca toplam gelir ise 140 milyar TL.

Rakamları abartmadan sizlere bir yorumda bulunayım;bütçe açığı arttıkça faiz giderleri artarak devam edecek.İşçi, memur ve emekliden esirgenen para fazladan faiz talep eden sermaye sahiplerinden esirgenmeyecek.Aç insanların kursaklarından çalınan lokmalar kompradorların midelerine afiyetle indirilecek.Ne alaka demeyin, aslında bütçenin bu zavallı hali halkın sefaletinden okunabilmeli.

Bir kaç saat önce Ali Babacan Orta Vadeli Çerçeve Programını açıkladı.Bu gelişme geç kalmış tedbirler paketinin önemli bir adımını oluşturuyor.Yakın zamanda imzalanması muhtemel bir IMF anlaşmasına zemin teşkil edecek program ile önümüzdeki 10 ila 20 senenin ekonomik yol haritası çıkarılmış oldu. İşin tuhaf tarafı iktidar kanadı muazzam pişkinliğe dayalı bir rahatlıkla sanki son 7 sene görevde değillermiş gibi hareket ediyor. 2007,2008 ve 2009 yılı kaybedildi.Korkarım 2010 ve 2011 yılları da IMF anlaşmasıyla daralan gelir ve çıkışa geçen kurlara bağlı fiyat artışlarıyla sıkıntıyla geçecek. Görünen kılavuz istemez ama bizim sağlamından iyi bir kılavuza ihtiyacımız var. Bilirsiniz kargalardan iyi kılavuz olmaz.

13 Eylül 2009 Pazar

Tefeciler Bayram Yapıyor...

İngiltere küresel krizden en fazla etkilenen ülkelerin başında geliyor.İngiliz halkı gelirinin %180'i kadar bir borçluluk oranına sahip.Ardından %140 ile ABD geliyor. Denize düşen yılana sarılır sözüne uyarak borçlu İngilizler tefecilerin kapısını çalmaya başlamışlar.Peki, Türkiye için kişi başı gelir ile borçluluk oranı ne durumda olabilir ve bizler de yaygın biçimde tefecilere başvuracak mıyız? Tasfiye edilecek kredi kartı ve ferdi kredi borcu sahiplerinin sayısı her ay 120-130 bin arasında artış gösterdiğine göre banka bataklarının artacağı öne sürülebilir. Kredi kartı borçlarının yenide düzenlenmesi için çıkarılan yasaya karşın başvuru sayısı genel toplamın sadece %10'da kaldı.İşsiz sayısı arttıkça nakde sıkışan halk kredi kartlarına yükleniyor.Türkiye'de görünen şu ki, reel sektörde başlayan daralma finansal kesimine geri dönmeyen krediler biçiminde yansıyacak.

Haberde finansal kesimin İngiltere'de büyük paya sahip olmasının krizden daha fazla etkilenmesine neden olduğundan bahsediliyor.Ülkemizde finans kesimi adı geçen ülke kadar derin değil.Tasarruflarımızın sınırlı olması iç ve dış borçlanmamızın en büyük sebebi oluyor.Para satarak faizden para kazanan bankalar aslında tefeciliğin kurumsallaşmış biçimi. Kapitalizmin sermayedara faiz adı altında gelir sağlaması aslında gelir dağılımını bozarak sermayesi olmayan insanların hayatı boyunca borçlanarak yaşamasına büyük katkıda bulunuyor. Bu gerçek hem ülkeler için hem de bireyler için geçerli.

Fakirliğin artması yağmacılığın bu denli yaygınlaşmasından belli oluyor.Üstelik faizden geçinen tefeciler ile bankalar genel ekonomik durumun bozulmasından daha fazla rant sağlamaya çalışabilirler.Böylesi günlerde toplumsal güven duygusunu ve değerleri böylesi alt üst eden bir ekonomik kriz salt rakamlarla okunamaz. İnsanların gözlerindeki öfke, açlık hissi ve çaresizliğe karşı eziklik duymaları her türlü davranışta kendini gösteriyor.Ülke olarak yeniden IMF kapısını çalarken, halkın çaresizliğini bireysel ya da kurumsal tefecilerin kullanması acı sonuçlara gebe. Yanılmak isterim, kriz hakkında yanılmaktan mutlululuk duyarım...

8 Eylül 2009 Salı

Belçika İflasta, Türkiye Ne Durumda?

Belçika Bütçe Bakanı, "Belçika şirket olsaydı iflas etmişti." mealinden açıklamada bulunmuş.Bütçe açığının 25 milyar avroya çıkması yanında haberde federal hükümete federe hükümetlerin gereken destekte bulunmadığından şikayet ediliyor.Konunun hoşuma giden kısmı ise ülkede Bütçe Bakanı'nın bulunması. Hani bizde Ekonomi Bakanlığı var, onlarda ise bütçe bakanlığı genelden ayrılarak bir bakana bağlanmış.Bakanlar ile bakmayanlar arasında fark var. Bu fark, Küresel Kriz'e tedbir alıp almamak arasında yatıyor. Güçlü ekonomilerin iç problemlerine odaklandığı günlerde kendi hükümetimiz kafasını kuma gömerse krizin geçeceğini sanıyor.Mevcut yamalı tedbirler ya da özel sektörün kampanyalarıyla sıkıntının hafifleteceğini sanmak tam bir ciddiyetsizlik örneği. Bütçe, üretim, milli gelir, ihracat rakamları alarm vermeye devam ediyorlar. Sanayi üretimi Temmuz ayında geçen seneye göre %9.2 düşerken, bu yılın Haziran ayına göre %0.9 artmış. Faiz, borsa ve kur fiyatlarındaki sanal düzelme ya da durağanlık; faizler yükselip enflasyonu tetiklediğinde ve dolara çıkış için destek sağladığında , yerli ve yabancı sermayenin geçici kar etme amaçlı düzeltmeleri oldukları görülecek.

Açık veren bütçe daha çok borçlanan kamu anlamına geliyor,hızla borçlanan kamu kesimi ise faizlerin yükselmesine sebep,yüksek faiz ise yüksek enflasyona. Birbirlerini besleyen bu süreç dış desteğe rağmen kur fiyatlarına yukarı yönde bir ivme kazandırabilir. Türkiye'de tüm krizlerin gerisinde döviz açığı yattığı için döviz bolluğunda döviz krizini anmam saçma sanılmasın. İnsanı var eden korkularıdır, hele bu tedbirsizlik ortamında doların 2.00 TL. olduğunu görmek ne anlama gelir onu da siz söyleyin.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Açlığa Karşı Açılım Yok mu?

ABD'de bankalar zararlarını telafi etmek için insanlık dışı bir yöntem bulmuşlar (07.09.2009/Radikal-Ekonomi-Sayfa:4)Gazetedeki habere göre, bazı Wall Street kuruluşları yaşlı ve hastaların hayat sigortalarını ucuza satın alıp, kar etmeyi planlıyorlar.Hesaplarına göre sigortalı ne kadar erken ölürse bankalar o kadar kar edecek.Bu sayede nakite sıkışan hasta ve yaşlılar da hayat sigortalarını değerinin altında satarak paraya kavuşacaklar.Daha sonra mali hırsızlar , pardon kuruluşlar bu değerleri menkul kıymet haline getirerek, tahvil biçiminde yatırımcılara yeniden satacaklar.Finans kuruluşlarının ilgilendikleri kişiler özellikle fazla ömrü kalmamış hasta ve yaşlılar imiş.Bu durumun sebebi ise gayet açık; sağlıklı kişiler yeterice karlı değiller.Sigorta sektöründen biz uzman konuya şöyle yaklaşıyor:"Bu bir yatırım değil, kumar."

Daha önce mortgage kredilerini ikincil piyasalarda türev ürün halinde pazarlayarak aktiflerini zehirleyen finans kuruluşları,küresel krizi tetikleyen bu davranışlarının benzerlerini insan hayatını menkul kıymet haline getirerek devam ediyorlar.Yeni işleyişin ana enstrümanı ise muazzam büyüklükte bulunan sigorta poliçeleri.Bu poliçeler, mortgage kredilerinin yerine geçecekler.Tüm bu yaşananlar dip noktasını gördüğü söylenen küresel krizin mevcut zihniyetle aynen devam edeceğinin göstergesi değil mi?

Ülkemize dönersek, sığ mali piyasalarımızda daha bilinçlenmemiş halkımıza, 2001 krizinden beri kredi vererek onları borç sahibi yapan bankalarımız geri dönmeyen paralarını nereden çıkaracaklar?Cevap açık: Bizlerden...Batan bankaların hortumlanmış varlıklarının bedelini nasıl Türk halkı kuruş kuruş ödediyse , tasfiye haline gelmiş banka alacakları bizler tarafından ödenecek. Şimdi bu soyguna kılıf uydurma çabası mevcut.

Ekonomik krizin başkaldırdığı günler berdevam...Siyaset, yeniden şekillenecek gibi görünüyor.Dipten gelen dalga halkı sokağa dökerken toplumsal kurumlar bu depremden etkilenmeden duramaz. Başbakan ,açılım adı altında dil dökerken açlığa karşı bir açılım geliştirmek aklına gelmiyor demek.

5 Eylül 2009 Cumartesi

7'den 72'yi Çıkarın...

Türkiye'de işsiz sayısı, çalışabilir nüfusun yarısını oluşturan istihdama katılanların %15'lik kısmına karşılık geliyor.4 milyon kişiye yaklaşan bu sayıya gizli işsizler katıldığında 7 milyonluk bir kitle elde edilir.Bu kişiler, işi olmayan ya da işi olup verimliliğe, üretime katkısı olmayan insanlar.Amatör işi toplama ve çıkarmaya devam edelim:2008 yılının milli gelirinden A SES (Sosyo-Ekonomik Statü) diliminin aldığı pay tüm pastanın yarısı ve bu rakam 400 milyar dolara yakın.D ve E SES diliminin payı ise %5 ila 7 arasında değişiyor. Üstelik 72 milyon kabul edilen Türkiye nüfusundan zengin kesim olarak adlandırılan 15 milyon kişinin tümü üst gelir grubuna (creme dela creme) dahil değil. Benim bahsettiğim yurtiçi ve yurtdışı bankalarda 1 milyon liranın üzerinde nakit ya da gayrinakit varlığa sahip olan insanlar.Kaldı mı size aileleriyle birlikte topu topu 100 bin kişi.Kimseyi kimseye gammazladığım yok ve nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, burada rakamlar konuşuyor.

Biz neyin kavgasını yapıyoruz? Tüm yaşanan çatışmalar pastayı adil paylaşmak ya da paylaşmamak ile ilgili bana kalırsa.Gelir düzeyi düştükçe daha kötü eğitim, sağlık ve adalet hizmetleri önümüze diziliyor.Üstelik bozuk giden dengeler küresel krizle daha da bozulmuştur. Fakirlikte adaleti sağlayan AKP iktidarı açılımlarına sefalet düzeyine düşürdüğü yaklaşık 30 milyonluk kitleden başlasa varlık sebebini borçlu olduğu halka iyilik etmiş olur.Yoksa krizle gelen krizle mi gidecek?

Türkiye, adım adım kara para geliri ve kayıtdışı ekonomiye kaderini bağlamış, Duyun-u Umumiye türü kuruluşlardan aldığı desteklerle iç ve dış borçlarını çevirmeye çalışan bir ülke haline getirilmiştir.Rakamlar ve zaman gösteriyor RTE ekonomisi kimlerden yanadır. Unutmayalım, tepkilerimiz kadar var oluruz.Bize karşı olanların en büyük silahları ise sonradan edinilmiş korkularımızdır...

4 Eylül 2009 Cuma

Ekonomi Kehanetleri...

Rakamlardan geleceği okumak falcıların hüneri. Ekonomistler ise mevcut verilerden tahminler çıkarıp öngörülerde bulunuyorlar.Benim Türkiye'de tanıdığım ekonomi yazarları arasında krizin geleceğini 2005 yılında gören yalnızca Uğur Civelek oldu. Başkaları da vardı muhakkak ,ancak kendilerini okumadığım için isimlerini sayamadım. Bu yazarlar dünya ekonomisinin temel dengesizliklerini güncel hayattan alarak mevcut bilgilerini bir sonuca kavuşturdular.Sonuç ise hep eksi bakiyeyi gösteriyordu. Kısacası finansal piyasalarda varolmayan değerler alınıp satılıyor, kar etme hırsıyla geri dönmeyecek krediler etrafa saçılıyordu. Sermaye hiç bu kadar özgür ve güçlü olmamıştı. Küreselleşmenin altın devri, aşırı fiyat hareketleri, korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliğine eşlik eden arz-talep dengesizliği ve bu gelişmeler arasında yaşam bulan sıcak savaş oyunları nedeni ile çabucak sona erdi.

O dönemlerde Türkiye de dahil olmak üzere gerçek değeriyle ilişkisini koparıp şişmiş emtia fiyatları, rekorlar kıran üretim, ihracat ve yabancı yatırım rakamları vardı.Para sahibi kişiler başka hiçbir dönem ulaşamayacakları düzeyde kar ederken, nüfusun geri kalan bölümü bu haksız paylaşım nedeniyle adım adım sefalete demir atmış oldular.Küçük esnaf tröstleşmeye yenik düşüp emekliler hayat pahalılığına karşı koyamazken, verimsiz kamu ekonomisinin çalışanları memurlar bile özel sektör çalışanlarından daha iyi koşullarda olmalarına rağmen üzerlerinden silindir gibi geçen geçim koşullarına ayak uyduramadılar. Üstelik yukarıda adı geçen halk kesimi nüfusun yaklaşık %90 gibi bir çoğunluğunu teşkil ediyordu.

Lüks tüketim hevesi ile kamudaki yoğun ve verimsiz harcamalar, özel kesimin 2001 Krizi ertesi görece güçlenmesine neden olan borçlanmaya dayalı sanal büyüme ile birleşince katmerli kriz ortaya çıktı. Gelirleri günbegün eriyen insanlarımız artık asgari geçim düzeyinin altında yaşam savaşı veriyorlar.Önümüzdeki günlerde varlıklarımız kriz nedeniyle azalırken borçlarımız artmaya devam edecek.Bana kalırsa hazırlıklı olmakta fayda var, gerçek kriz daha yeni başlıyor.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Ekonominin Seyri...

İTO, Ağustos ayında perakende fiyatların % 0.19 oranında arttığını açıkladı. Son yedi seneye göre en düşük ikinci enflasyon rakamı olan bu oran bizlere yaşanan durgunluğun bir hediyesi.Devletin istatistik kurumunun saptayacağı veriler de farklı olmasa gerek. Küresel Kriz , dip noktayı bulmasa bile mevcut talep yerlerde sürünüyor. Üretimdeki kan kaybının devam etmeyeceğini farz edelim,2010 yılı büyümesi ekonomide istikrarlı bir iyileşmeyi işaret etmeyebilir.

Sorunun özel tüketim tarafı kadar kamu kesimi de sıkıntılı. Artan bütçe açığı faizleri yukarı çıkışa zorlayacak görünüyor.Merkez Bankası düşük faiz politikası uygulayıp Hazine'yi ucuz borçlandırdıkça başka bir işlevi olmadığı konusunda fikir ileri sürenlerin sayısı artıyor. Enflasyon ve faizlerin düşüşünün bile durgunluğa bağlandığı bir ortamda hangi fiyat istikrarından söz edilebilir? Dengelerin düzelmesi için sağlam ve fazla veren bir bütçenin şart olduğu kriz döneminde Merkez Bankası tek silahı olan faizi kullanarak yolun sonuna geldi.

Öte yandan kur, borsa, faiz üçgeninde kısılıp kalmamız gerçeği dış açık, cari açık, bütçe ve SGK açıklarının nasıl kapatılacağı hsususunun üzerini örtüyor. Dükkanı siftahsız kapatan büyük bir tüketici grubunun harcamalarını borçla yapacağını öngörürsek, gelecek dönemde kamunun artan iç ve dış borç ihtiyacı vergi, özelleştirme ya da tek seferlik diğer gelir kalemleriyle kapatılamayacak kadar artış gösterecek. Kısacası kamu kesiminin borç batağı konusunda özel kesimi aratmayacağı ortadadır.

2010 yılını seçim yılı olarak kabul edersek,yaşanacak siyasi istikrarsızlıklar bir IMF anlaşması ile kapatılamayacak kadar ekonomiye zarar verebilir. Geciken tedbir tedbir olmaktan çıkıyor, kriz kendi dinamikleriyle seyrederken hükümet bambaşka konularda açılımlar yapıyor.Halkını bu kadar düşünen bir iktidar neden işsizlik ve durgunluğa herhangi bir çare aramaz?

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Alın Verin Ekonomiye Can Verin...

Özel sektörü temsil eden bazı kuruluşlar geçen hafta yeni bir kampanyaya imza attılar. Ekonomik faaliyetlerin durgunluk ivmesinde sürüp gitmesi kişisel harcamaları kısıcı yönde etki göstermekte iken proje reklamlar aracılığıyla iş ve finans dünyasının tanınmış simalarını kullanıp talebi uyarmayı amaçlıyor.Özel sektörün her zamanki yaratıcılığını kullanıp tüketimi teşvik etmesi üretim konusundaki kanamayı durduracak türden değil. İşin kamu tarafı ele alınırsa şu ana kadar uygulanan para ve maliye politikaları birbirleri ile tutarlı olmaktan uzak, sadece kamu finansmanını rahatlatıcı özelliğe sahip olma konusunda birbirleri ile eşgüdüm içerisinde.

Merkez Bankası, faiz silahını kullanmayı enflasyonun düşüşüne bağlamış iken çerçevesi çizilmeden yürürlüğe konulmuş politikalar tuhaf sonuçlar yaratmaya gebe. İşsizlik ve kapasite kullanım oranları ile büyüme rakamları daralmayı teyit etmeye devam ettiği halde piyasada borsa rekor kırıyor, dolar dibe çekilmiş, faizler ise yerlerde sürünüyor. Üretmeyen bir ülkenin borsası rekor düzeyde yükseliyorsa orada ekonomi dışı etkenleri tahlil etmek gerekir.Kişisel düşüncem kardan zarar eden yerli ve yabancı büyük yatırımcılar gene yelkenleri dış rüzgarla şişirip piyasadan ellerini bir süreliğine çekecekler. Sebepleri ise oldukça basit olacak,bu bahaneler;ya baskın bir genel seçim ya da Kürt Açılımı ile siyasi ortamın gündemi altüst etmesi.

Dünya Krizi finansal kesimde başlayıp üretim kesimine sıçramış iken bizde tam ters bir durum sözkonusu.Reel kesimin kredi musluklarının kapalı olduğu, üretimin azalarak da olsa küçülmeye devam ettiği bir ortamda finans kesimini zorlaması ihtimal dahilinde.Ferdi kredi ve kredi kartı borçlarını ödemekte güçlük çekenlerin sayısı her ay 120-130 bin artarken bankaların bu durumu sürdürmesi ise mümkün değil.Teşbihte hata olmaz; pansuman benzeri tedbirler ameliyatlık hastayı gitgide komaya sokuyor. Yakın zamanda imzalanacak bir IMF anlaşması bile kaybettiğimiz çok değerli 1 yılı geri getirmeyecek.Bunun yanında ekonominin kanı olan paranın bir kaç elde toplandığı gerçeği, yaratıcı kampanyalarla çözülemeyecek kadar katılık arz ediyor.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Özsermaye Tükenirse...

Bir işletmenin karlı durumda olup olmadığı basit bir formülle tespit edilebilir.Formül şu: Varlıklar+Alacaklar-Borçlar(Krediler)+Giderler= Özsermaye.Bilançonun pasif kısımı aktiften fazla ise özsermayeniz tükenmiş demektir. Bireysel ya da kamusal alanda bütün sorun gelirlerinizin giderlerinizi karşılamasıdır,fazlanız olursa yatırım veya tasarruf yaparsınız. Ülkemizde sürekli tasarruf açığı olması hasebiyle yatırım için dış kaynak ihtiyacı her zaman mevcut. Borçlanmayı seven bir yapıya sahip olmamız bu temel dengesizliğin ana nedeni.

Türkiye'nin 2008 yılı milli geliri 750 milyar dolara yakın. İç ve dış borç toplamı ise 500 milyar dolardan fazla.Bu hesapta kesin rakamlar değil yaklaşık rakamlar kullanılıyor. Milli gelirin yarısı kadar bir gelir ise kayıtdışı + yasadışı gelirlerden kaynaklanmaktadır. Toplam 1 trilyon dolara yakın bir rakama ulaşıyoruz. Türk insanının ülkemizde yerleşik olduğu halde yurtdışında mevduat ya da diğer araçlarla tuttuğu tasarruf miktarı 200 milyar dolar kadar. İşte varlık barışının esas amacı bu parayı Türkiye'ye getirmek.Hükümet yana yakıla para ararken başka ülkelerde para tutanlar sanki emanetçi gibi yaşıyorlar ülkemizde.O işin vicdani tarafı bana kalırsa.Küresel ekonomi değil mi isterse burada tutar, isterse Patagonya'da.

Hesabımıza geri dönersek özsermayemizi nasıl tespit edebiliriz? Aktif tarafımızda Gelir+Tasarruf, pasif tarafında ise Borç/Kredi+Giderler mevcut idi. Bankalarda toplam tasarruf miktarı yabancı ve yerli para cinsinden toplam mevduat 12 Haziran itibarı ile 279 milyar doları buldu.Toplam kredi miktarı ise yine 12 Haziran itibarı ile 185 milyar dolar. Hesabımızı yapalım:(750.ooo + 279.000)-(504.000+185.000)=340.000 milyar dolar özsermayemiz mevcut. Güncel rakamlara ulaşırsam daha doğru hesap yapabilirim. Formül ise bana ait. Konunun uzmanları daha doğru hesabı yaparlarsa bilgi eksikliğimi giderir ve doğru rakama ulaştırırım.

Türkiye'de yetersiz tasarruf oranına değinmiştim. İşte yukarıdaki rakamlara göre kişi başına 4.722 dolar kadar bir gelir elde ediliyor. İşin sorunlu tarafı hem özsermayemiz düşük hem de geliri adil paylaşım konusu çok bozuk.En kısa zamanda adil, şeffaf ve anlaşılır vergi politikaları sağlanarak kayıtdışı ekonomi kayıt altına alınmalı,kamu kesimindeki yoğun kadro fazlası azaltılıp sosyal güvenlik açıklarına daha sıkı kontrol getirilmeli. Bütçe fazlası oluşturmak için faiz ve personel giderlerini azami ölçüde düşürmeliyiz.Bu kadar büyük açıklarla ekonomiyi döndürmek mümkün değil.

Kısacası acı tedbirler yakın zamanda alınacak. Düşük gelirli insanlarımız yine sefalet düzeyinde yaşam koşullarına geri dönecek. Hep birlikte fakirleşip, iç çatışmalarımızı kaşıyacağız.Savaş dönemleri kadar ağır bir ekonomik kriz olmazsa hata yaptığıma sevinir, işlerin iyi gitmesinin keyfini çıkartırım.

28 Ağustos 2009 Cuma

IMF Toplantıları ve Büyüme...

IMF ve Dünya Bankası'nın yıllık zirveleri Ekim ayı içerisinde İstanbul'da yapılacak. Küresel Kriz'in tam ortasına gelen bir dönemde böylesi bir toplantı ses getirecek özelliklere sahip.Yapılan açıklamalara dayanılarak Para Fonu'na bakılırsa 2. çeyrekte artık büyüme rakamlarında daha ılımlı bir düşüş ya da hafif bir çıkıştan bahsediliyor. Fonun 1.Yardımcısı Lipsky şu ana kadar alınan tedbirlerin yukarıdaki gelişmeleri tetiklediği ancak finansal piyasalarda beklenen düzelmenin daha yaşanmadığını söylüyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemin güçlüklerini 3 konuya indirip konuyu şöyle bağlıyor:
1-Kısa Vadeli Güçlükler:Özel sektöre dayalı pozitif büyüme beklentisi gerçekçi mi?
2-Finans Sektörünün Yenilenmesi:Piyasaların yenilenmesi için neye gereksinim vardır ve bu ne zaman yapılacaktır?
3-Yapısal Konulara Yönelmek:Küresel büyümeye yeniden ulaşmak ve gelecekteki çalkantılardan kurtulmak için kamu ve özel piyasalarda ne gibi değişiklikler yapılacaktır?

Muhtemelen İstanbul'daki zirvede bu konular daha enine boyuna tartışılacaktır.Geriye dönersek bunalımın kökeninde finansal piyasalarda şişme, banka aktiflerine sonradan zarar olarak geçen zehirli varlıkların kredi piyasasında rağbet görmesi , emtia fiyatlarının aşırı değer kazanması ile denetimsizlik gibi unsurların yattığı iddia ediliyor.Bana kalırsa kriz nedenleri savaş/tüketim ekonomisinin üretim ve paylaşım ekonomisine dönüştürülememesinde yatıyor.Azınlık olan zengin sınıfın korkunç bir servet artışına karşılık 1 milyar kadar insanın günde 1$'dan daha az bir parayla geçinmek zorunda kalması, bunalıma giden yolun yapıtaşı. Bu sefalet derecesindeki yaşam koşulları krizden önce de yaygındı, şimdi ise daha da yaygınlaştı.Temel dengelerdeki bozukluklar sadece iktisatçıların kendi aralarında tartışmalarının konusunu oluşturuyor.İktisat insan davranışlarını içeren bir sosyal bilim ise ekonomik faaliyetler böylesi bir fakirlik ortamında en ilkel seviyesinde kalır.50 trilyon $'a mal olduğu söylenen krizin faturasını yine bu konuda hiçbir dahli olmayan insanların sırtına yüklemek yeni bir krizi çağırmak değil mi?

Bu kriz kapitalizmin adil olmayan paylaşım politikalarından güç aldı. Yatırım-tasarruf -üretim kriterlerinin, sadece özel sektöre dayalı büyüme ve finansal araçların alınıp satılmasına dayalı kredi ekonomisi karşısında geri planda bırakılması sonucu bugünlere gelinmiştir.Yarının neler içereceği bu kadar toz duman arasında belirsizliğini korurken ülkemiz için kesin olan tek konu Türkiye'de yeni bir krizin başlama olasılığı.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Bakkal Amca Açılımı...

Yama misali ekonomik açılımlara bir yenisi daha eklendi.Halkı tüketim yapmaya çağıran "Alın-Verin, Ekonomiye Can Verin" kampanyası bu... TOBB'un "Kriz Varsa, Çare Var" girişimine benzer biçimde reklamlarla topluma mesaj verilip, harcama yapmaları gerektiği vurgulanıyor.Sivil toplum -demek resmi toplum da var- duran üretim çarklarını yağlamak için tüketim yapmayı teşvik ediyor.Rant paylaşımına dayalı ahbap-çavuş ilişkilerinin egemen olduğu burjuvazi sınıfımız artık tehlikenin büyüklüğüne ikna olmuş durumda.

Yaşanan bunalımın çift dipli olabileceğini iddia eden Roubini, şimdiye kadar duymadığım bir kavramla beni tanıştırdı "stagdeflasyon".Rahmetli Selçuk Abaç Hocamız stagflasyon dediği zaman belanın büyüğünü kavramaya çalışmıştım.Turpun büyüğü torbada imiş,Türkiye durgunluğu fiyat düşüşleri ile birlikte tecrübe ediyor.Düştüğü iddia edilen fiyatların istikrara dayanan bir temeli bulunmuyor.Kamu kesiminin borçlanma gereği arttığı sürece artan faiz oranlarına ek olarak ithalatla birlikte yükselecek cari açık doların değer kazanmasına neden olacak.Fiyat istikrarı kalır mı ya da enflasyonda düşüş ivmesi devam eder mi o zaman göreceğiz.Ümüğümüzü sıkanlar, IMF anlaşmasını bile ikircikli politikalarıyla kendilerine benzettiler.

Çare, kaynakları verimli ve yerinde kullanmak olmalı. Dış kredilere bağlı hormonlu büyüme stratejisi duvara çarpmış görünüyor.IMF için laboratuvar ülke olmanın utancını kimler üzerine alacak bilmiyorum, ama gelecek zaman zarfında ekonomik krizin tetiklediği siyasi krizin büyükşehirlerde çatışma çıkarma ihtimali var.Dertlenecek sorunumuz çok ama dertlenecekler üzerilerine pek almıyorlar.