30 Eylül 2009 Çarşamba

IMF ile Anlaş(ama)ma...

Türk Hükümeti'nin bu ayın sonuna kadar IMF ile bir anlaşmaya imza atacağını öne sürmüştüm.Yanılmışım,ayrıntılar üzerinde çalışıldığı öne sürülen program konusunda halen anlaşma sağlanamadı.Açıklanan Orta Vadeli Program, IMF anlaşmasına benzer ögeler içereceği için ikisi arasında finansman ayağı dışında herhangi farklılık bulunması güç.Yanılma sebebim ne olabilir diye düşününce şu kanıya vardım:Siyasi gücün, Uluslararası Para Fonu ile destek anlaşması imzalanmasından imtina etme gerekçesi kurumun ayak diretmesi olamaz mı?Dünya yeniden şekillenirken buna yardımcı olacak hazır kıtalardan birisi de IMF.Ayağımıza kadar gelip her gün yeni maddeler öne sürmek cinliğini sadece bizler bilmiyoruz.

Para Fonu,kağıt üzerinde üye ülkelere kriz dönemlerinde mali tavsiyeler vermek aynı zamanda gereken finansmanı sağlamak amacıyla kurulmuş. Ben onların yalancısıyım,ama uygulamaya gelince anlaşmalarda sermaye kesiminin zenginliğini daha da arttıran unsurlar hep ön planda.IMF ile 20 (yazıyla yirmi) adet stand-by imzalayan bir ülke vatandaşı olarak artık şerbetlendik.Salma türü vergilere,haksız enflasyon vergisine karşılık taze yabancı kaynak sağlamak gelir dağılımını bozup, vergi tabanını genişletmediği için yapısal sorunların ileride daha da büyük problemler çıkarmasına neden oluyor.Konuya teknik bakış açısı getirecek kadar bilgi sahibi bir insan değilim, görünen resim siyasi gerekçelere takılan bir anlaşamama hali mevcut.

Küresel Güçler, çıkarları uğruna her türlü kurum ve imkandan azami ölçüde faydalanıyorlar.Ekonomik örgütler ya da araştırma şirketleri dev finansal kuruluşların aktiflerinde yer alan zehirli varlıkların krize sebebiyet vermesini göremeyecek kadar saf değillerdir sanırım.ABD tarafından durgunluktan faydalanarak zayıflamış,negatif dolar balonunu sıfıra yaklaşan faiz indirimleri ile boşaltıp,piyasaya dolar arzını zamanla azaltarak güçlü bir para birimi yaratılması amaçlanıyor olamaz mı?

Geleceğin dünyasında Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya önem kazanan aktörler olacaklar.Bu ülkelerin en önemli özellikleri ise döviz fazlaları. Özellikle Çin tasarruf fazlalarını ABD tahvillerinde değerlendiriliyor.Kriz sona erdiğinde yurtiçi üretim ve yatırım oranları en önemli kalemler haline gelecekler.Anılan ülkelerin avantajları işte bu alanlarda.İleride borca dayalı büyüme kaynakları tüketen geri kalmış bir anlayış olarak ele alınacak.

İstanbul'da yeni başlayan IMF-Dünya Bankası Toplantıları küresel kriz çağında G-20 ülkelerinin kendi çıkışlarını arama platformları sayılıyorlar. Ülkeler bazında karar vericiler Para Fonu ile çalışmakta zorunlu değil gibi görünürler ama kazın ayağı öyle değil.Dev finans kurumları borç verdikleri ülkelerden paralarını geri almak için araya Para Fonu'nu koymakta.Ciroları ülkelerden büyük şirketler işlerini şansa bırakır mı?İnsanın aklına krizden kaynaklanan trilyonlarca dolar zarar takılıyor.Tüm krizlerde olduğu gibi ABD'de finans piyasasının zararlarını geniş halk kesimleri çekecek.Türkiye bu girdabın dışında kalamadı.Zamanında gereken önlemler alınsaydı işsizlerimiz evlerine ekmek götürebileceklerdi.

29 Eylül 2009 Salı

Şeytan Üçgeni ile İran...

haberler.com isimli web sitesinde 18 Eylül 2009 tarihinde yayımlanan bir haberde İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun BM toplantılarının hemen öncesinde gizlice yaptığı Moskova ziyaretine yer veriliyor.Bir hafta geriye dönüldüğünde ise http://www.türksam.org dış politika sitesinde Doç. Dr. Celalettin Yavuz tarafından yazılan makalede Artic Sea adlı yük gemisinin Ağustos ayı başlarında Manş Denizi'nde kimilerine göre Mossad tarafından kaçırılma olayı kaleme alınmış.İddialara göre İran için S-300 füzelerini taşıdığı söylenen gemiye Mossad ajanlarının baskın yapması sonucu İran'a teslim edilmesi planlanan füzeler Rusya'nın elinde kaldı.Hemen hemen aynı tarihlerde Karadeniz sahilindeki yazlık evinde Rusya Devlet Başkanı Medvedev ile İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres görüştüler.Konunun gizli kalan kısımlarından birisi füze teslimatının engellenmesi ise aşikar olan tarafı Rus dış politikasının ABD Füze Kalkanı projesinin rafa kaldırılması ile İran'a karşı makas değiştirmesi oldu.Bu değişimde İsrail devletinin ne kadar katkısı olabilir?

Ülkemizi de kapsayacak olan ABD'nin yeni füze kalkanı projesi bir yandan İran'ın olası bir İsrail ya da Avrupa! saldırısını engelleme amacı güttüğü kadar ülkemizi iki Körfez Savaşı'nda yaşandığı gibi yeniden hedef ülke haline getirdiği ortaya çıktı.İran'ın kitle imha silahlarına sahip olması amacıyla uranyum zenginleştirmesini engellemek için İsrail'in gelecek günlerde adı geçen ülkeye hava saldırısında bulunma ihtimali değişen Rus politikasından ve BM'de kabul edilen Nükleer Silahlanmayı Önleme Anlaşması ardından daha da güçlendi.1 Ekim tarihinde 5+1 ülkelerinin, İran ile nükleer tesislerini BM gözetimine açma toplantıları zaten sıcak olan Ortadoğu gündemini yakın günlerde çöl sıcağına çevirecek.

GOP kapsamında merkez ülke olan Türkiye devlerin denge oyununda adına ve gücüne yakışmayan bir acizlik sergilemekte.IMF anlaşmasına bağlanan taze kaynak umudu ile ekonomik istikrarının para babalarının iki dudağına bırakılması gerçekleri açılımların sahte gündeminde yok kabul edilmemeli.Sınırlarımızın hemen ötesinde sadece stratejik çıkarlar değil medeniyetler savaş haline girebilir.Bize düşen, Küresel Kriz'le birlikte yepyeni dengelerin kurulduğu coğrafyamızda kişisel ilişkilere ya da dostlar alışverişte görsün mantığına dayanan dış politikanın tam bağımsız, Mustafa Kemal dönemi gibi onurlu olmasını her fırsatta dile getirmektir. Söylediklerimizin soyut kavramlarla sınırlı kalmaması için ilk harekete geçen okumuş yazmış olanlarımız değil mi?

28 Eylül 2009 Pazartesi

Şansölyem Türk Olsun!

Almanya seçimleri yapıldı, bitti.Sonuçlara bakılırsa Şansölye Merkel ile sağ partiler seçimden güçlü taraf olarak çıktılar.Koalisyon ortağı olan Sosyal Demokratlar ise gelecek dönem boyunca tarihlerinde yaşadıkları en önemli oy kaybının yaralarını sarmaya çalışacaklar.Bu arada 5 Türk asıllı aday Federal Meclis'e girmeye hak kazandı,kendilerine başarılar dileriz.

Gözle görünen ilk gerçek Küresel Kriz boyunca tüm Dünya'da olduğu gibi Almanya'da seçmenin sağa teveccüh ettiğidir.Bu durumun arkasında yatan temel sebep ise durgunluktan kaynaklanan yaygın işsizlik.Yabancı düşmanlığını körükleyen bu gelişme Almanya'daki 7 milyon yabancının yarısına yakınını oluşturan Türklerin geleceğe daha da endişeyle bakmalarına sebep olacak gibi. İki Dünya Savaşı'nı çıkaran küresel ekonomik gücün ırkçılığa teşne yeni yaklaşımlarını bekleyip görmek gerekecek ama Fransa'dan sonra Almanya, AB yolunda engel çıkarmak için gereken çabayı eksik etmeyecek kanısındayım.

Önyargılı olarak niteleyebilirsiniz ama fakirleştikçe muhafazakarlığa çark eden bir sosyal dokudan içeride yabancı düşmanlığının çıkması dış politikada kendilerinden olmayana şüphe ve nefretle karışık bakış açısını dile getirmesini şaşırtıcı görmüyorum.Türkiye'de saltanat yanlılarının arkaik özlemlerine cenaze namazlarını vesile etmesi gibi Alman siyasetçilerin köşeye sıkışınca ilk hedef olarak yabancıları göstermesi üzücü gelişmeleri getirebilir. Gamlı baykuş olmaktan ziyade demek istediğim halkımızın gurbet ellerde yıllarca süren çabalarının sonucu vücut bulan kazanılmış hakları tehlike altına girecek.

Tam üyelik maceramızın kırpılmış yıldızlara döndüğü, Kıbrıs davasının tıkandığı, açılımlar geçidinin yaşandığı neo-saltanat Türkiye'sinde kimin umurunda Almanya'da yaşayan Türklerin durumu.Bizler onlara parası yasal yollardan gasp edilecek Almancı gözüyle bakıyoruz.Almanların yabancı düşmanlığından fazlası paketlenmiş halde bizde yok mu? Böyledir bu işte bendeki kelam.

27 Eylül 2009 Pazar

Seçim mi, Geçim mi?

Bu ve önümüzdeki haftalar Türkiye'de siyaset sahnesi çok sıcak gelişmelere gebe olacak.Sosyal hayatın suçla hemhal olan gerçeğine siyasetin verimsiz tartışmalarının ne gibi katkısı olabilir diyebilirsiniz.İnsanlar iş ve ekmek derdinde, geri kalan azınlığın tartışmaları neleri değiştirebilir diye de sorabilirsiniz? Şöyle cevap vereyim, ekonomik krizler içe kapanmacı toplumlar yaratır. Bu oluşumdan karlı çıkan taraflar ise muhafazakar ve ırkçılığa yakın saf tutan politik bilinçteki gruplardır.Türkiye'de gözlemlediğim en önemli saptama şu:Yaygın işsizlik ve yoksulluk sosyal sınıflar arasında benzerlikten çok farklılıkları öne çıkarıyor. Üretim ekonomisinin tüketime dayandığı aldatmacasına sarılarak dış dünyadan kredi bekleyerek açılım sevdasına düşenler yarın halkın bir kısmının evlerinden dışarı çıkıp zengin komşularının evlerini yağmalamaya kalkmasına nasıl bir gerekçe uyduracaklar acaba?

En kısa zamanda içeriği belirlenmesi gereken açılımlar sürecinin şaka kaldırır tarafı yok.Kamplaşmalar sonucu düşmanlıkların bilendiği, bir el toka yaparken öbür elde bıçak taşındığını görmezden gelemeyiz.Siyasetçilerin, halk kesimlerini birbirlerine hasım etmeleri ardından, oturup kanlı kavgayı seyrettikleri 1980 öncesi dönem Türkiye'nin acı bir gerçeğidir.Bana kalırsa,ülkemizde farklılıkları ayırıcı sebep yapan temel özellik gelir dağılımının son on senede hiç bu kadar bozulmamış olması ile halkın tüketime borçlanarak devam etmesidir. Şimdi deniz bittiği için yokluğun nesini paylaşacağını şaşıran, en ufak ekmeğe yüzlerce ağzın açıldığı sefalet günlerine doğru yol alıyoruz.Radikal'de yayımlanan çöpten meyve toplayan kız çocuğu fotoğrafı herşeyi ortaya koymuyor mu? Doğu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinin yoksul halkına ekmek,iş, eğitim vermek önceliğimiz değil mi? Kulağımızın üstüne yattığımız zaman aç insanların sessiz çığlıklarını duymuyor olabiliriz. Ama gün gelir paylaşmak istemediğiniz yemeğinizi zorla almak isteyen çıplak bir el görürseniz sakın demedi demeyin.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Kıbrıs ve Son Gelişmeler...

2008 Eylül ayından beri Hristofyas ile Talat, BM çatısı altında Birleşik Kıbrıs Devleti'ni kurmak amacıyla görüşüyorlar.Anlaşıp,el sıkıştıkları elle tutulur hiçbir konu yok.Annan Planı'nın 2004 referandumunda Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilmesinden beri uzlaşmaz taraf olduğu halde Güney hep ödüllendiriliyor.Üstelik önemli davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi, AB Adalet Divanı ise K.K.T.C. devletini mahkum ediyor. Bu durumun son örneği Orams Davası.1996 yılında açılan Louzidiou Davası'nın ardından Rum tarafının İngiliz Oram çiftinin satın aldığı Kuzey'deki arazinin Güney Kıbrıslı Rum Apostolidi'ye ait olduğunu öne sürerek İngiltere'de dava açması ile konu Güney'in hukuk alanının bütün Kıbrıs adasını kapsadığına ait ABAD kararı ile sonuçlandı. İngiliz çift yargılama süresince mağdur olduklarını öne sürerek AİHM'e gittiler, dava halen devam ediyor.Haklıyız ama mağduruz edebiyatının arkasına sığınmadan ülkemizin başta Kıbrıs olmak üzere diğer milli politikaları adım adım nasıl terk ettiğini gösteren hazin tabloyu tasvir etmek isterim...

20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1983 yılına kadar Kıbrıs Türkü,Türkiye ile omuz omuza yaşam mücadelesi verdi.Diplomasi masasında bıçak kemiğe dayanınca aynı sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek yılların Kıbrıs Davası Türk halkının kendi milli devletini kurmasıyla sonuçlandı.Barış Harekatı sonrası yaşanan ateşkesin tek garantisi ise Türk Ordusu olmuştur.Verilen 2000 şehitin karşılığında güvenlikleri sağlanan Kıbrıs Türk halkı bizlerden başka hiçbir dostları olmadığına halen ikna olmadılarsa onları ikna edecek tek tarihi gerçek Rumların ne kadar Türk kanı döktükleridir.K.K.T.C. halkının ekonomik sıkıntılarının yeniden kendi canlarını feda edecek kadar derin olmadıklarına inanıyorum.

Rum Kesimi'nin 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olması ile Türkiye uluslararası arenada karşısında Yunanistan'ın yanısıra bu devletçiği de buldu.1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyeliği kazanma amacıyla verdiğimiz tavizler 2004 Annan Planı referandumu Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edildiği halde Rum tarafından reddedilmesi sonucunu doğurmuştur.Yine aynı zirvede Türkiye 2009 yılı sonuna kadar hava limanları ve limanlarını Güney Kıbrıs'a açma sözünü de verdi. Salam politikası aynen devam ediyor. Rauf Denktaş sonrası yeni Cumhurbaşkanı Talat ise bizim siyasilerimizin AB sevdasına benzer bir liderlik örneği göstermeye devam ediyor. AB trenini yakalamak için Rum vagonuna atlamak cehalet değilse ne örneğidir? Peki, tam üyelik görüşmelerinde kimi başlıkların açılmasının Rum-Yunan vetosuna uğramasının hatasını kimde aramak gerekir? AB üyeliği uğruna verilen tek taraflı tavizlerin sonunda milli çıkarlarımıza daha ne kadar halel getireceğiz? Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı soykırımın benzerini Türk askerini adadan çekersek biz imkan vereceğiz.Böyle bir ihtimal çok zayıf olsa da, gelecek günlerin öngörülemez olması bu tip kaygıları arttırmaktadır.

Coğrafya olarak Ortodoks Çemberi'nin tam ortasındayız.11 Eylül ardından da 21. yüzyıl Haçlı Seferleri ile ABD, Ortadoğu ve Asya kıtasını işgalleriyle kuşak gibi sardı.Halihazırda gerilmeye başlayan ABD-İran,İsrail-İran ve Suriye-Irak ilişkilerine ek olarak ülkemizde girişilen Ermeni, Kürt Açılımları ile AB ve Kıbrıs Davaları'nın tandem hale getirilmeleri bizlerin değil hasımlarımızın ekmeğine yağ sürüyor.Kıbrıs yüzmeyen uçak gemisi tabiri ile Akdeniz'deki sınırlarımızın başladığı yerde bulunmakta ve yukarıda anılan çemberin çıkış noktası sayılıyor.Savaşarak alınan toprakların masa başında elimizden alınmaya çalışılması günlük siyasetin boş tartışmalarında gölgede kalıyor.

Milli politikalar uzun yılların tecrübesiyle oluşturulur. Strateji ve tarih bilgisi olmadan bu politikaları terk etmek aklın değil bilgisizliğin, vizyon sahibi olmamanın ürünü değil mi?

25 Eylül 2009 Cuma

Doların Seyri...

G-20 Zirvesi devam ederken merkez bankaları piyasaya dolar arzını azaltacakları yönünde politika beyanında bulundular. Bu duruma ek olarak ABD'de sıfıra yaklaşan dolar faizleri de kademeli bir şekilde arttırılacak. Diğer ülkeler de ABD'yi takip edecekler sanırım. Kısacası piyasalarda doların değeri yükseliş yönünde olacak.Halihazırda cari açık sorunu yaşayan ABD güçlü para birimine sahip olma dezavantajını ihracat alanında nasıl aşabilir?Banka ve finans kuruluşlarına aktiflerindeki zehirli varlıklar nedeniyle sermaye zerk eden ABD yönetimi daralmanın etkilerini aşmadan faizleri arttırmakla doğru hareket ediyor mu? Bunu zaman gösterecek, yalnız açık bir gerçek söz konusu: Kriz, ABD'de başladığına göre oralar düzelmeden gerçek bir küresel iyileşmeden bahsedemeyiz.

Sorularımıza devam edelim: Türkiye ve piyasalarımız bu değişikliği nasıl karşılayacak? Bana kalırsa halen kan kaybeden dolar,üstelik T.L. gerçek değerinden uzak iken dış gelişmelere bağlı olarak yükselişe geçtiğinde fiyatını ne oranda düzeltir? Ağustos 2008 döneminde 1.18 TL olan kur şimdi 1.49 seviyesinde.13 aylık değer kazancı ise %27. %30'luk değer artışını şu anki kura yansıtırsak T.L. fiyatı dolar karşısında 1.90-1.95 arasında olur. Siyasi istikrar gibi önemli bir çapa olduğunu farz edersek bu durum geçerli sayılır. Seçimlerin erkene alınması ya da baskın bir genel seçim hükümetin geçen hafta açıkladığı programın köküne kibrit suyu dökülmesi demek. Özetle; belirsizlik güveni zedeliyor, menkul varlıklar özellikle istikrarsız ortamlarda likit kalarak kısa vadede güven duyduğu limanlara sığınıyorlar.Bu adresler ise güçlü ekonomiler oluyor.Fırtınalı sularda borç ekonomisini yüzdürmek daha fazla maharet istiyor.Öngörülerde isabetli olmak, kararlı bir şekilde doğru adımları atmak, sağlıklı iç ve dış kamuoyu desteği bu dönemin en az hasarla atlatmanın ana hatları.

Radikal'in haberine göre, Euromoney Dergisi Durmuş Yılmaz'ı en başarılı Merkez Bankası Başkanı olarak seçmiş, üstelik aynı dergi bu ödülü 2000 yılında Gazi Erçel'e de sunmuş. 2001 Krizi'nde parasını dolara yatıran bir Başkan ve mahkemede beraat etmesi kötü bir örnek.Şöyle diyebilir miyiz: Başarılı her Merkez Bankası Başkanı ardında derin kriz bırakandır. Korkarım, Durmuş Yılmaz onca iyi niyetine 2009 Krizi'nin kurban isimleri arasında sayılacak.

Ekonominin Papatya Falı...

New York'ta süren BM toplantıları sona erdikten sonra G-20 Zirvesi ABD'nin Pittsburgh şehrinde dün başladı.Türkiye olarak tam takım oralardayız.Gezinin tüm maliyetini halen merak ediyorum.Paramızın iç edildiği o kadar geniş kapsamlı heyetlerle kotarılan avanta dış geziler karşılığında bize neler düşecek? Elbette zam, vergi ve daha fazla fakirlik...Hele bekleyin, Davos'a diyet niyetine imzalanan bir IMF anlaşmasını.Yarın öbür gün emekli maaşlarının fazladan tırnaklanması da cabası.Görülen o ki en haksız salma türü olarak bildiğimiz enflasyon vergisinden sabit ve dar gelirli insanlarımız fazlasıyla etkilenecek.

Ali Babacan ise IMF anlaşması imzalanmış gibi gelecek olan paranın iç borç ödemesinde kullanılacağını anlatıyor.Hani Orta Vadeli Program IMF olmadan da yürütebilir idi? Kaynak sıkıntımız o kadar üst düzeydeki sadece bu yılın bütçe açığı 60 milyar T.L.'de tutulursa olumlu bir gelişme olarak kabul edilecek.Faiz ödemeleri düşürülen oranlara rağmen hızla artıyor.Düşen faizler, yükselen borsa ve görece istikrarlı dolar kuru sizleri aldatmasın.Dövizin fiyatı talebe bağlı olarak sıçrarsa bizi o en çok güvendiğimiz net hata noksan kalemi de kurtaramayacak.

Şimdi bana hiç mi olumlu gelişme olmuyor diye soracaksınız? En iyi gelişme insanların yavaş yavaş uyanması...Küresel krizle karşılaşılan ağır fatura geniş kitlelerce paylaşıldıkça toplumda adalet isteği öne çıkıyor.Bu ekonomik çelişkilerin bir yanında halk var diğer yanında ise azınlıkta kalanlar. Daha fazla yoksulluk mahallerinden yağma için çıkıp komşularını soyarak ganimet elde eden yığınların bonusu olabilir.

Siyasi ve sosyal konulara ideolojik yaklaştığım söylenebilir, saygı duyarım. Haklı olduğuna inandığım her konuda taraf tutmak benim tercihim. Üzüldüğüm nokta ise bu kadar çürümeye karşılık değişimin ancak bir ekonomik krizle hayata geçirileceği gerçeği.Belki de yaşananlar esaslı bir değişimin işaret fişekleridir. Gecenin en karanlık saati şafağın parlayacağı zaman imiş.

24 Eylül 2009 Perşembe

IMF ve AKP...

İsrail ve masonik ilişkiler ağı geri kalmış toplumların kanayan yaraları için aldıkları ağrı kesiciler bana kalırsa. Bu işin formülü ise şöyledir: Sorumluluktan kaçmak için bir suçlu aranır,bulunur.Hep o suçlunun ardına sığınılır. Başarısızlık arttıkça sanal zanlıya daha güçlü saldırılır. Ve...kişiliğimizi o öznenin merkezinde yaşayan nesne haline getiririz. Anılan yaklaşım; bilimsel bilginin üretilmeyip,eleştirel aklın dumura uğratıldığı dışa kapalı kalmış sosyal hayatların kana kana içtiği yaşam suyudur.

Aslında bu küflenmiş efsane en akla ziyan anlarda bile işe yaramakta. Malum, Ali Babacan Orta Vadeli Programı geçen hafta açıkladı.Yalnız ortada bir garabet var.Programı yürütecek kaynak mevcut değil.Ha anlaştık ha anlaşıyoruz palavrası altında kamuoyunu yanıltan açıklamalardan sonra aklıma şu soru takıldı : Davos Krizi'nden sonra İsrail devleti Suriye ile arabulucuk görüşmelerinde Türkiye'yi devreden çıkardı. Aynı İsrail ile ABD ve IMF arasındaki ise sarsılmaz birlik mevcut. Örnek gerekirse, IMF eski birinci başkan yardımcısı Stanley Fischer halen İsrail Merkez Bankası Başkanlığı'nı yürütüyor. Bu yazıyı lütfedip okuyanlar konu ile ilgili biraz araştırma yaparlarsa beni de aydınlatırlar.

Gelelim zurnanın zırt dediği yere. Tayyip Erdoğan ve saz arkadaşları ABD seyahatlerine önce New York'ta Amerikan Musevi Cemaati liderlerini ziyaret ederek başladı.Geçen hafta ise Ali Babacan, Londra'ya gidip henüz açıkladıkları programa destek aramıştı.Yarın öbürgün Pittsburgh şehrinde G-20 ülkelerinin ekonomik zirvesi yapılacak.El etek öpüldükten sonra IMF Başkanı ve memurları Türkiye'nin ekonomik durumunu övmeye devam edecekler. Kısacası diplomatik dille "Size para yok, bakın başınızın çaresine." diyecekler.

Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı, Heybeliada Ruhban Okulu veya azınlık vakıflarına ait mülkler. Bu sorunlar Lozan Anlaşması öncesi ve sonrasında iyi kötü çözüme kavuşturulmuştu. Hükümette azınlıklara olan aşkın nedeni şimdi ortaya çıktı.AB ve ABD aşkı uğruna arı kovanına çomak sokuldu, işte size açılım. Ekonomik açıdan bitmiş durumdasınız.Geçmişin Duyun-u Umumiye benzeri mali kuruluşları tam da bu zamanı beklemez mi? Küresel güçler siyasi dayatmalarını ekonomik kılıfa sokar, hasta adamlarına bağımlı kılıcı tedavi olarak uygularlar.

Bu saatten sonra herhangi bir IMF anlaşması olmadan bir program yürütseniz bile dışa olan bağımlılığınızı azaltamazsınız. Vakit geçmeden erken bir genel seçim ve daha milli bir siyasi idare elzem olmakta. Bana kalırsa kişisel ihtiraslarını akıllarının önünde tutanlar savaş ya da bunalım çıkarmadan rahat durmazlar.İnşallah yanılırım...

23 Eylül 2009 Çarşamba

Bir Sene Sonrası...

Suriye eski lideri Hafız Esad 2000 yılına, yani ölümüne kadar PKK terörünün en yakın destekçisi oldu. 1998 yılında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş Hatay'da Türkiye'nin terör örgütüne sunduğu yardımlar nedeniyle Suriye'ye savaş dahil olmak üzere her türlü tepkide bulunma hakkının saklı olduğunu açıkladıktan sonra Hafız Esad tehlikenin çapını anlamaya başlamış oldu. O seneden itibaren Abdullah Öcalan Bekaa Vadisi'nden kaçarak Rusya-İtalya-Yunanistan gibi ülkelerde kaça saklana Kenya'da bize teslim edildi.Sonrası malum, mahkeme süreci ve idam kararı.Halen Öcalan,İmralı adasında AB reformlarına uygun olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çekiyor.

Zamanında Hafız Esad teröre sadece lojistik ve siyasi destek sunmadı,Suriye'nin Kürt asıllı vatandaşları da örgüte katıldı.Halen PKK bünyesinde eylem yapan önemli sayıda terörist Suriye vatandaşı.Geçen hafta içerisinde Devlet Başkanı Beşar Esad Kürt Açılımı'na destekte bulunmak amacıyla silah bırakan Suriyeli PKK'lıları kabul edebileceklerine dair basına açıklamada bulundu.Adı geçen teröristlerin 1500 gibi hatırı sayılan bir rakam olması konuyu bizim açımızdan hayati kılıyor. Bu habere eklemek istediğim son gelişme ise Suriye-Irak arasındaki gerilim İstanbul'daki toplantılara, Davutoğlu'nun mekik diplomasisine rağmen uzlaşma ile sonuçlanmadı.

Bizim terör sorunumuza ve Kürt Açılımı'na Beşar Esad'ın olumlu yaklaşımının kimyasını mevcut iktidarla kurulan yakın ilişkide aramak lazım. Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinde arabulucu olarak yer almamız Suriye'de güven uyandırmışa benziyor. Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Ortadoğu sorunlarına yakın ilgi göstermesi ise "Komşularla Sıfır Problem" politikasının doğrudan bir sonucu. Bölgenin kaypak zemininde Baas karakterli lider partilerine bağlı siyasal doku işgal sonrası iki ülkede de zarar görmüş durumda.Irak devletinin ülkesindeki terör saldırılarından Suriye'de saklanan Saddam dönemi Baasçıları sorumlu tutması ve iki ülkenin karşılıklı büyükelçilerini geri çekmesi gerilimin ulaştığı boyutu gösteriyor. İran ve İsrail'in asli aktörler olduğu Ortadoğu bataklığına gereğinden fazla dahil olmamız Komşularla Sıfır Problem haritasını çıkmaz sokaklara ulaştırabilir.Irak ile PKK'nın silah bırakması konusunda herhangi bir ilerlemeye ulaşamamış olmamız bile Beşar Esad'ın iyi niyetli desteğini etkisiz kılıyor. Bölgede çatışma tohumlarını İran ya da İsrail istihbaratları atabilir. Ortadoğu'da yeni bir Haçlı Seferi yapma amaçlı tahrik edici saldırılar bizim de dahil olacağımız kanlı gelişmeleri tetiklemesi ihtimal dahilinde.

Bana kalırsa Türkiye, Suriye asıllı PKK mensuplarının yerine içeride ve dışarıda yaşam sahası bulan Türk vatandaşı teröristleri nasıl ve ne zaman etkisiz kılacağına odaklansa daha iyi tercihte yapmış olur.Zaman içerisinde dış kaynaklı Kürt Açılımı'nın sonuçsuz kalması ülkemize G.Doğu Anadolu'da halihazırdaki çatışmalardan daha fazlasını getirebilir. Üstelik, siyasileşmeye çalışan ayrılıkçı Kürt hareketi etnik milliyetçiliğin Türk yaftalı dirilişini sağlaması açısından tehlikelere gebe. 1000 senedir beraber yaşadığımız insanlara sahte soslu ikramlarda bulunmak gerçek gelişmelere de engel olabilir.

Başbakanın New York Temasları.

AddThis Social Bookmarking Sharing Button Widget

Shared via AddThis

16 Eylül 2009 Çarşamba

Orta Vadeli Program Ve Bütçe...

İşin zorluğunun herkes farkında sanırım.Bizler hariçten gazel okuyor da olabiliriz, ona da tamam.Ama şu bütçe rakamlarını 2008 yılı ile karşılaştırın bakalım beceriksizliğin gerçek yüzünü görebilecek misiniz? 2009 Ağustos ayına kadar bütçe açığı 31 milyar liraya ulaşmış.2008 yılının tamamında ise toplam açık 17 milyar TL.Uzmanlar tarafından 2009 yıl sonu açığı tahminleri 60 milyar lira olarak telaffuz ediliyor.Sadece Ocak-Ağustos döneminde faiz ödemeleri 40 milyar liradan fazla, personel giderleri ise 38 milyara yakın olmuş.Bu dönem boyunca diğer cari transferlere harcanan para 60 milyar tutarında.Devlet tarafından karşılanan sosyal güvenlik harcamaları,mal ve hizmet alımları,sermaye giderleri, sermaye transferleri ve borç verme kalemleri 171 milyar liralık giderin diğer kalemlerini oluşturuyorlar. 8 ay boyunca toplam gelir ise 140 milyar TL.

Rakamları abartmadan sizlere bir yorumda bulunayım;bütçe açığı arttıkça faiz giderleri artarak devam edecek.İşçi, memur ve emekliden esirgenen para fazladan faiz talep eden sermaye sahiplerinden esirgenmeyecek.Aç insanların kursaklarından çalınan lokmalar kompradorların midelerine afiyetle indirilecek.Ne alaka demeyin, aslında bütçenin bu zavallı hali halkın sefaletinden okunabilmeli.

Bir kaç saat önce Ali Babacan Orta Vadeli Çerçeve Programını açıkladı.Bu gelişme geç kalmış tedbirler paketinin önemli bir adımını oluşturuyor.Yakın zamanda imzalanması muhtemel bir IMF anlaşmasına zemin teşkil edecek program ile önümüzdeki 10 ila 20 senenin ekonomik yol haritası çıkarılmış oldu. İşin tuhaf tarafı iktidar kanadı muazzam pişkinliğe dayalı bir rahatlıkla sanki son 7 sene görevde değillermiş gibi hareket ediyor. 2007,2008 ve 2009 yılı kaybedildi.Korkarım 2010 ve 2011 yılları da IMF anlaşmasıyla daralan gelir ve çıkışa geçen kurlara bağlı fiyat artışlarıyla sıkıntıyla geçecek. Görünen kılavuz istemez ama bizim sağlamından iyi bir kılavuza ihtiyacımız var. Bilirsiniz kargalardan iyi kılavuz olmaz.

13 Eylül 2009 Pazar

Tefeciler Bayram Yapıyor...

İngiltere küresel krizden en fazla etkilenen ülkelerin başında geliyor.İngiliz halkı gelirinin %180'i kadar bir borçluluk oranına sahip.Ardından %140 ile ABD geliyor. Denize düşen yılana sarılır sözüne uyarak borçlu İngilizler tefecilerin kapısını çalmaya başlamışlar.Peki, Türkiye için kişi başı gelir ile borçluluk oranı ne durumda olabilir ve bizler de yaygın biçimde tefecilere başvuracak mıyız? Tasfiye edilecek kredi kartı ve ferdi kredi borcu sahiplerinin sayısı her ay 120-130 bin arasında artış gösterdiğine göre banka bataklarının artacağı öne sürülebilir. Kredi kartı borçlarının yenide düzenlenmesi için çıkarılan yasaya karşın başvuru sayısı genel toplamın sadece %10'da kaldı.İşsiz sayısı arttıkça nakde sıkışan halk kredi kartlarına yükleniyor.Türkiye'de görünen şu ki, reel sektörde başlayan daralma finansal kesimine geri dönmeyen krediler biçiminde yansıyacak.

Haberde finansal kesimin İngiltere'de büyük paya sahip olmasının krizden daha fazla etkilenmesine neden olduğundan bahsediliyor.Ülkemizde finans kesimi adı geçen ülke kadar derin değil.Tasarruflarımızın sınırlı olması iç ve dış borçlanmamızın en büyük sebebi oluyor.Para satarak faizden para kazanan bankalar aslında tefeciliğin kurumsallaşmış biçimi. Kapitalizmin sermayedara faiz adı altında gelir sağlaması aslında gelir dağılımını bozarak sermayesi olmayan insanların hayatı boyunca borçlanarak yaşamasına büyük katkıda bulunuyor. Bu gerçek hem ülkeler için hem de bireyler için geçerli.

Fakirliğin artması yağmacılığın bu denli yaygınlaşmasından belli oluyor.Üstelik faizden geçinen tefeciler ile bankalar genel ekonomik durumun bozulmasından daha fazla rant sağlamaya çalışabilirler.Böylesi günlerde toplumsal güven duygusunu ve değerleri böylesi alt üst eden bir ekonomik kriz salt rakamlarla okunamaz. İnsanların gözlerindeki öfke, açlık hissi ve çaresizliğe karşı eziklik duymaları her türlü davranışta kendini gösteriyor.Ülke olarak yeniden IMF kapısını çalarken, halkın çaresizliğini bireysel ya da kurumsal tefecilerin kullanması acı sonuçlara gebe. Yanılmak isterim, kriz hakkında yanılmaktan mutlululuk duyarım...

11 Eylül 2009 Cuma

Açılımın Sonucu...

Kürt Açılımı'nın adını anan var mı? Hayaller dünyasından gerçeklere döndük... PKK, terörist eylemlerine yeniden başladı.Bilanço: 11 şehit...Üstelik 1000 kadar terörist bölgede harekat için üslenmiş durumda. Ellerinden silahı bırakmayan insanlarla neyi tartışacaksınız?Adam kendi kendine silahımla hakkımı aldım,silahımla hakkımı korurum diye düşünmez mi? Kültürel haklar, topluluk hakları...adı ne olursa olsun birbirimize et ile tırnak gibi bağlandığımız bir halkın yasadışı örgütler vasıtasıyla etnik bilince kavuşması aslında bizim ayıbımız. Yıllardır tutunacak bir dal arayan insanlarımıza barış içinde bir arada yaşama rahatlığını sağlayamadık. G.Doğu Anadolu yaşanan kirli savaşla kan gölüne döndü. Belki de Ergenekon Davası'nın en iyi tarafı bölgede işlenen faili meşhur! cinayetlerin aydınlatılmasına kapı aralanması oldu.

Yaşanan düşük yoğunluklu çatışma temelde aynı ama taraf olarak farklı iki unsuru karşı karşıya getirdi. Koruculuk yapan vatandaşlar ile PKK adına çatışan güçler.Aynı kökten gelen iki tarafın birbirlerine kurşun sıkmaları, koruculuk sisteminin tehlikeli bir tercih olduğu kanısını uyandırıyor.Bunlar tarihte adı geçen Adbülhamit'in Hamidiye Alayları'na benzer kuvvetler oldular.Yıllar içinde düzenli kuvvetlerle mücadele etmeye çalışmanın yararsızlığı anlaşılınca güvenlik güçleri terörle mücadele etmek için yeniden biçimlendirildi. 1993 yılından itibaren 1990'lı yılların sonuna kadar çatışmalarda kimi zaman kanla destan yazıldı, kimi zaman kanunsuzluğun girdabında deliller gizlendi.Ancak bölgede askerlik yapıp geri dönen gençler yaşadıkları travma ile baş başa bırakıldı. Askere alınırken muayene edilen bu insanlar terhis alıp evlerine döndükleri zaman etkilerini ömür boyu taşıyacakları anılarla sivil hayata atıldılar. Yaralanmasalar, şehit olmasalar bile onlar aslında birer savaş gazisi.

Gene en başa döndük, belki de biz bu işi bitirmek istemiyoruz.Çünkü bölgeye dair kalıplarımızı hala kıramadık. Türkiye'de inkar edilemeyecek tek gerçek var ki altına imzamı atarım: Doğu Sorunu çözülmeden Batı'nın sorunları çözülmez.Hedefimizde önce insan olmalı...

10 Eylül 2009 Perşembe

http://www.facebook.com/group.php?gid=132033062838&ref=mf

2009 2.Çeyrek Küçülme Rakamları...

Ekonomimiz tekstil ürünü gibi suyu çekince daralıyor.TÜİK tarafından dünkü yağmurun akabinde açıklanan ikinci çeyrek rakamlarına göre küçülme GSMH %7 oranında olmuş.Ocak-Şubat ve Mart aylarını kapsayan 'büyümeme' rakamları ise %14.3 olarak düzeltildi.TÜİK, 2008 yılının toplam GSMH'sını ise %0.9 olarak yeniden ilan etti.Dolar bazında küçülme daha da kötü %22.3...Bildiğim kadarıyla bir ekonomi 3 veya 4 çeyrek üst üste küçülme yaşadıysa durgunluğa girdiği kabul ediliyor.Oysa Türkiye 2007 yılının sonundan beri daralmayı tüm hücrelerinde yaşıyor. Kısır siyasi tartışmalara, suya tirit açıklamalara bakarsanız yaşananlar üretmeyen ekonominin siyasete yansımasından başka bir şey değil.İşte 2008 ve 2009 yılı GSYH rakamları.

Ekonomideki kısmı düzelmeler ise tsunami dalgasından önce denizin çekilmesini hatırlatıyor. Önce borsa düşecek, ardından faizler ve kurlar yükselmeye başlayacak. Peki bu depremi tetikleyecek öncü sarsıntı ne olabilir? Bana kalırsa öncü sarsıntı siyasetten kaynaklanabilir. Saçma sapan bir tartışma ve... krizin önlenemeyen yükselişi. Toplum açısından en kötüsü ise yoğun boş vermişlik duygusu.Benliğimizi saran bir umursamazlık ile baz istasyonlarına benzer biçimde çevremize kanserli hücreler yayıyoruz.Dilencilik ve yağma kültürü bu kanserli bünyenin çevresine yaydığı pis kokular... Tabandan tavana yaşanan kirlenme hepimizi etkisi altına alıyor. Afyon yemiş gibi sokaklarda gezenler bizim insanlarımız.

Ekonomik krizin Türkiye'ye en acı hediyesi orta sınıfla birlikte değer yargılarının ortalıktan çekilmesi oldu.Artık yolun sonuna geldik, yılanın sokmadığı kimse kalmadı. Ya hep aynı olanlara oy verip onları suçlayacağız ya da sorumluluk alarak önce kendimizden başlayarak etrafımıza çeki düzen vereceğiz.Osman Kaçmaz bizlere örnek olmalı. Kaçmadı , savaşıyor. Darısı başımıza...

8 Eylül 2009 Salı

Belçika İflasta, Türkiye Ne Durumda?

Belçika Bütçe Bakanı, "Belçika şirket olsaydı iflas etmişti." mealinden açıklamada bulunmuş.Bütçe açığının 25 milyar avroya çıkması yanında haberde federal hükümete federe hükümetlerin gereken destekte bulunmadığından şikayet ediliyor.Konunun hoşuma giden kısmı ise ülkede Bütçe Bakanı'nın bulunması. Hani bizde Ekonomi Bakanlığı var, onlarda ise bütçe bakanlığı genelden ayrılarak bir bakana bağlanmış.Bakanlar ile bakmayanlar arasında fark var. Bu fark, Küresel Kriz'e tedbir alıp almamak arasında yatıyor. Güçlü ekonomilerin iç problemlerine odaklandığı günlerde kendi hükümetimiz kafasını kuma gömerse krizin geçeceğini sanıyor.Mevcut yamalı tedbirler ya da özel sektörün kampanyalarıyla sıkıntının hafifleteceğini sanmak tam bir ciddiyetsizlik örneği. Bütçe, üretim, milli gelir, ihracat rakamları alarm vermeye devam ediyorlar. Sanayi üretimi Temmuz ayında geçen seneye göre %9.2 düşerken, bu yılın Haziran ayına göre %0.9 artmış. Faiz, borsa ve kur fiyatlarındaki sanal düzelme ya da durağanlık; faizler yükselip enflasyonu tetiklediğinde ve dolara çıkış için destek sağladığında , yerli ve yabancı sermayenin geçici kar etme amaçlı düzeltmeleri oldukları görülecek.

Açık veren bütçe daha çok borçlanan kamu anlamına geliyor,hızla borçlanan kamu kesimi ise faizlerin yükselmesine sebep,yüksek faiz ise yüksek enflasyona. Birbirlerini besleyen bu süreç dış desteğe rağmen kur fiyatlarına yukarı yönde bir ivme kazandırabilir. Türkiye'de tüm krizlerin gerisinde döviz açığı yattığı için döviz bolluğunda döviz krizini anmam saçma sanılmasın. İnsanı var eden korkularıdır, hele bu tedbirsizlik ortamında doların 2.00 TL. olduğunu görmek ne anlama gelir onu da siz söyleyin.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Açlığa Karşı Açılım Yok mu?

ABD'de bankalar zararlarını telafi etmek için insanlık dışı bir yöntem bulmuşlar (07.09.2009/Radikal-Ekonomi-Sayfa:4)Gazetedeki habere göre, bazı Wall Street kuruluşları yaşlı ve hastaların hayat sigortalarını ucuza satın alıp, kar etmeyi planlıyorlar.Hesaplarına göre sigortalı ne kadar erken ölürse bankalar o kadar kar edecek.Bu sayede nakite sıkışan hasta ve yaşlılar da hayat sigortalarını değerinin altında satarak paraya kavuşacaklar.Daha sonra mali hırsızlar , pardon kuruluşlar bu değerleri menkul kıymet haline getirerek, tahvil biçiminde yatırımcılara yeniden satacaklar.Finans kuruluşlarının ilgilendikleri kişiler özellikle fazla ömrü kalmamış hasta ve yaşlılar imiş.Bu durumun sebebi ise gayet açık; sağlıklı kişiler yeterice karlı değiller.Sigorta sektöründen biz uzman konuya şöyle yaklaşıyor:"Bu bir yatırım değil, kumar."

Daha önce mortgage kredilerini ikincil piyasalarda türev ürün halinde pazarlayarak aktiflerini zehirleyen finans kuruluşları,küresel krizi tetikleyen bu davranışlarının benzerlerini insan hayatını menkul kıymet haline getirerek devam ediyorlar.Yeni işleyişin ana enstrümanı ise muazzam büyüklükte bulunan sigorta poliçeleri.Bu poliçeler, mortgage kredilerinin yerine geçecekler.Tüm bu yaşananlar dip noktasını gördüğü söylenen küresel krizin mevcut zihniyetle aynen devam edeceğinin göstergesi değil mi?

Ülkemize dönersek, sığ mali piyasalarımızda daha bilinçlenmemiş halkımıza, 2001 krizinden beri kredi vererek onları borç sahibi yapan bankalarımız geri dönmeyen paralarını nereden çıkaracaklar?Cevap açık: Bizlerden...Batan bankaların hortumlanmış varlıklarının bedelini nasıl Türk halkı kuruş kuruş ödediyse , tasfiye haline gelmiş banka alacakları bizler tarafından ödenecek. Şimdi bu soyguna kılıf uydurma çabası mevcut.

Ekonomik krizin başkaldırdığı günler berdevam...Siyaset, yeniden şekillenecek gibi görünüyor.Dipten gelen dalga halkı sokağa dökerken toplumsal kurumlar bu depremden etkilenmeden duramaz. Başbakan ,açılım adı altında dil dökerken açlığa karşı bir açılım geliştirmek aklına gelmiyor demek.

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/07/facebookta-adalet-icin-osman-kacmaza-destek-grubu-kuruldu/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/07/facebookta-adalet-icin-osman-kacmaza-destek-grubu-kuruldu/

Shared via AddThis

5 Eylül 2009 Cumartesi

7'den 72'yi Çıkarın...

Türkiye'de işsiz sayısı, çalışabilir nüfusun yarısını oluşturan istihdama katılanların %15'lik kısmına karşılık geliyor.4 milyon kişiye yaklaşan bu sayıya gizli işsizler katıldığında 7 milyonluk bir kitle elde edilir.Bu kişiler, işi olmayan ya da işi olup verimliliğe, üretime katkısı olmayan insanlar.Amatör işi toplama ve çıkarmaya devam edelim:2008 yılının milli gelirinden A SES (Sosyo-Ekonomik Statü) diliminin aldığı pay tüm pastanın yarısı ve bu rakam 400 milyar dolara yakın.D ve E SES diliminin payı ise %5 ila 7 arasında değişiyor. Üstelik 72 milyon kabul edilen Türkiye nüfusundan zengin kesim olarak adlandırılan 15 milyon kişinin tümü üst gelir grubuna (creme dela creme) dahil değil. Benim bahsettiğim yurtiçi ve yurtdışı bankalarda 1 milyon liranın üzerinde nakit ya da gayrinakit varlığa sahip olan insanlar.Kaldı mı size aileleriyle birlikte topu topu 100 bin kişi.Kimseyi kimseye gammazladığım yok ve nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, burada rakamlar konuşuyor.

Biz neyin kavgasını yapıyoruz? Tüm yaşanan çatışmalar pastayı adil paylaşmak ya da paylaşmamak ile ilgili bana kalırsa.Gelir düzeyi düştükçe daha kötü eğitim, sağlık ve adalet hizmetleri önümüze diziliyor.Üstelik bozuk giden dengeler küresel krizle daha da bozulmuştur. Fakirlikte adaleti sağlayan AKP iktidarı açılımlarına sefalet düzeyine düşürdüğü yaklaşık 30 milyonluk kitleden başlasa varlık sebebini borçlu olduğu halka iyilik etmiş olur.Yoksa krizle gelen krizle mi gidecek?

Türkiye, adım adım kara para geliri ve kayıtdışı ekonomiye kaderini bağlamış, Duyun-u Umumiye türü kuruluşlardan aldığı desteklerle iç ve dış borçlarını çevirmeye çalışan bir ülke haline getirilmiştir.Rakamlar ve zaman gösteriyor RTE ekonomisi kimlerden yanadır. Unutmayalım, tepkilerimiz kadar var oluruz.Bize karşı olanların en büyük silahları ise sonradan edinilmiş korkularımızdır...

4 Eylül 2009 Cuma

Ekonomi Kehanetleri...

Rakamlardan geleceği okumak falcıların hüneri. Ekonomistler ise mevcut verilerden tahminler çıkarıp öngörülerde bulunuyorlar.Benim Türkiye'de tanıdığım ekonomi yazarları arasında krizin geleceğini 2005 yılında gören yalnızca Uğur Civelek oldu. Başkaları da vardı muhakkak ,ancak kendilerini okumadığım için isimlerini sayamadım. Bu yazarlar dünya ekonomisinin temel dengesizliklerini güncel hayattan alarak mevcut bilgilerini bir sonuca kavuşturdular.Sonuç ise hep eksi bakiyeyi gösteriyordu. Kısacası finansal piyasalarda varolmayan değerler alınıp satılıyor, kar etme hırsıyla geri dönmeyecek krediler etrafa saçılıyordu. Sermaye hiç bu kadar özgür ve güçlü olmamıştı. Küreselleşmenin altın devri, aşırı fiyat hareketleri, korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliğine eşlik eden arz-talep dengesizliği ve bu gelişmeler arasında yaşam bulan sıcak savaş oyunları nedeni ile çabucak sona erdi.

O dönemlerde Türkiye de dahil olmak üzere gerçek değeriyle ilişkisini koparıp şişmiş emtia fiyatları, rekorlar kıran üretim, ihracat ve yabancı yatırım rakamları vardı.Para sahibi kişiler başka hiçbir dönem ulaşamayacakları düzeyde kar ederken, nüfusun geri kalan bölümü bu haksız paylaşım nedeniyle adım adım sefalete demir atmış oldular.Küçük esnaf tröstleşmeye yenik düşüp emekliler hayat pahalılığına karşı koyamazken, verimsiz kamu ekonomisinin çalışanları memurlar bile özel sektör çalışanlarından daha iyi koşullarda olmalarına rağmen üzerlerinden silindir gibi geçen geçim koşullarına ayak uyduramadılar. Üstelik yukarıda adı geçen halk kesimi nüfusun yaklaşık %90 gibi bir çoğunluğunu teşkil ediyordu.

Lüks tüketim hevesi ile kamudaki yoğun ve verimsiz harcamalar, özel kesimin 2001 Krizi ertesi görece güçlenmesine neden olan borçlanmaya dayalı sanal büyüme ile birleşince katmerli kriz ortaya çıktı. Gelirleri günbegün eriyen insanlarımız artık asgari geçim düzeyinin altında yaşam savaşı veriyorlar.Önümüzdeki günlerde varlıklarımız kriz nedeniyle azalırken borçlarımız artmaya devam edecek.Bana kalırsa hazırlıklı olmakta fayda var, gerçek kriz daha yeni başlıyor.

2 Eylül 2009 Çarşamba

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/02/erken-secim/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/02/erken-secim/

Shared via AddThis

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/02/wp-press-camp/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/02/wp-press-camp/

Shared via AddThis

Ekonominin Seyri...

İTO, Ağustos ayında perakende fiyatların % 0.19 oranında arttığını açıkladı. Son yedi seneye göre en düşük ikinci enflasyon rakamı olan bu oran bizlere yaşanan durgunluğun bir hediyesi.Devletin istatistik kurumunun saptayacağı veriler de farklı olmasa gerek. Küresel Kriz , dip noktayı bulmasa bile mevcut talep yerlerde sürünüyor. Üretimdeki kan kaybının devam etmeyeceğini farz edelim,2010 yılı büyümesi ekonomide istikrarlı bir iyileşmeyi işaret etmeyebilir.

Sorunun özel tüketim tarafı kadar kamu kesimi de sıkıntılı. Artan bütçe açığı faizleri yukarı çıkışa zorlayacak görünüyor.Merkez Bankası düşük faiz politikası uygulayıp Hazine'yi ucuz borçlandırdıkça başka bir işlevi olmadığı konusunda fikir ileri sürenlerin sayısı artıyor. Enflasyon ve faizlerin düşüşünün bile durgunluğa bağlandığı bir ortamda hangi fiyat istikrarından söz edilebilir? Dengelerin düzelmesi için sağlam ve fazla veren bir bütçenin şart olduğu kriz döneminde Merkez Bankası tek silahı olan faizi kullanarak yolun sonuna geldi.

Öte yandan kur, borsa, faiz üçgeninde kısılıp kalmamız gerçeği dış açık, cari açık, bütçe ve SGK açıklarının nasıl kapatılacağı hsususunun üzerini örtüyor. Dükkanı siftahsız kapatan büyük bir tüketici grubunun harcamalarını borçla yapacağını öngörürsek, gelecek dönemde kamunun artan iç ve dış borç ihtiyacı vergi, özelleştirme ya da tek seferlik diğer gelir kalemleriyle kapatılamayacak kadar artış gösterecek. Kısacası kamu kesiminin borç batağı konusunda özel kesimi aratmayacağı ortadadır.

2010 yılını seçim yılı olarak kabul edersek,yaşanacak siyasi istikrarsızlıklar bir IMF anlaşması ile kapatılamayacak kadar ekonomiye zarar verebilir. Geciken tedbir tedbir olmaktan çıkıyor, kriz kendi dinamikleriyle seyrederken hükümet bambaşka konularda açılımlar yapıyor.Halkını bu kadar düşünen bir iktidar neden işsizlik ve durgunluğa herhangi bir çare aramaz?

1 Eylül 2009 Salı

Sırada Neler Var?

Durumdan vazife çıkartma sevdalısı ve taşeron dış politika anlayışının güzide temsilcisi AKP, Irak-Suriye arasında yaşanan son gerginliği hafifletmek amacıyla Ahmet Davutoğlu'nu iki başkente de gönderdi. Irak, 19 Ağustos tarihinde 95 kişinin ölümüne yol açan patlamalardan Suriye'yi sorumlu tutuyor ve iki ülke arasında 10 sene önce Suriye ile aramızdaki savaş ihtimalini dillendirecek ölçüde bir gerilim mevcut.

Sonuçsuz açılımların ve komşularla sıfır problem politikasının diplomatik temsilcisi kafanın ne işi var oralarda bilinmez? Türkiye'nin bölgesel güç olma isteğinin yeter şartı ekonomik zenginlikten geçiyor. Kendi aralarında bölünmüş, iç savaş tehlikesini yaşayan Irak ile gerginliğin diğer tarafı olan Suriye'ye, Davutoğlu'nun sözünü geçirme çabası biraz komik kalıyor. Bu gidişle adamların ayaklarına gide gele tarafların nezdinde herhangi bir ağırlıkları da kalmayacak.Ülkemizi temsil etmeseler davranışlarının benim açımdan herhangi bir sakıncası yok, sadece kendilerini bağlar.

Sıradaki sürpriz Ermenistan ile sürdürülen diplomatik ilişkileri geliştirme çabası... 23 Nisan tarihinde -tarihe bakar mısınız!"- Türkiye-Ermenistan ve arabulucu İsviçre tarafından açıklanan uzlaşma; diplomatik temsilciliklerin açılması, "Soykırım" iddialarının kurulacak tarih komisyonunca incelenmesi, sınırların açılıp ticaretin serbestleştirilmesi gibi ilkelere dayalı bir normalizasyon süreci içeriyor. Buna ek olarak Dışişleri Bakanımız ,Yukarı Karabağ Sorunu'na çözüm için muhatabı ABD Dışişleri Bakanı ile konuşmuş. Sanki her 24 Nisan tarihinde Başkanı ve Senatosu Soykırım kozunu başka bir ülke kullanmazmış gibi.Bana kalırsa bölgede Rusya'yı hesaba katmayan hiçbir girişim başarılı olamaz. Nasıl AB baskısı ile Rumlara limanların açılması dayatılıyorsa...Azerbaycan'ı küstürme bahasına da Ermenistan'a yaklaşma siyaseti yoğun bir şekilde ABD baskısı sonucu gerçekleştiriliyor.

Başka güçlere kendini kullandırma siyasetinin sonucu maalesef bu. Vizyonsuz, ilkesiz, cemaat kafasıyla ulaşılan noktada gülünç ama acı bir tablo mevcut. İşbirlikçilerin alkışlarına kanarak milli politikalara bigane kalanlar yarın hesabı vereceğin halkın karşısına ne yüzle çıkacaklar, işte orası bilinmez?