haberler.com isimli web sitesinde 18 Eylül 2009 tarihinde yayımlanan bir haberde İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun BM toplantılarının hemen öncesinde gizlice yaptığı Moskova ziyaretine yer veriliyor.Bir hafta geriye dönüldüğünde ise http://www.türksam.org dış politika sitesinde Doç. Dr. Celalettin Yavuz tarafından yazılan makalede Artic Sea adlı yük gemisinin Ağustos ayı başlarında Manş Denizi'nde kimilerine göre Mossad tarafından kaçırılma olayı kaleme alınmış.İddialara göre İran için S-300 füzelerini taşıdığı söylenen gemiye Mossad ajanlarının baskın yapması sonucu İran'a teslim edilmesi planlanan füzeler Rusya'nın elinde kaldı.Hemen hemen aynı tarihlerde Karadeniz sahilindeki yazlık evinde Rusya Devlet Başkanı Medvedev ile İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres görüştüler.Konunun gizli kalan kısımlarından birisi füze teslimatının engellenmesi ise aşikar olan tarafı Rus dış politikasının ABD Füze Kalkanı projesinin rafa kaldırılması ile İran'a karşı makas değiştirmesi oldu.Bu değişimde İsrail devletinin ne kadar katkısı olabilir?
Ülkemizi de kapsayacak olan ABD'nin yeni füze kalkanı projesi bir yandan İran'ın olası bir İsrail ya da Avrupa! saldırısını engelleme amacı güttüğü kadar ülkemizi iki Körfez Savaşı'nda yaşandığı gibi yeniden hedef ülke haline getirdiği ortaya çıktı.İran'ın kitle imha silahlarına sahip olması amacıyla uranyum zenginleştirmesini engellemek için İsrail'in gelecek günlerde adı geçen ülkeye hava saldırısında bulunma ihtimali değişen Rus politikasından ve BM'de kabul edilen Nükleer Silahlanmayı Önleme Anlaşması ardından daha da güçlendi.1 Ekim tarihinde 5+1 ülkelerinin, İran ile nükleer tesislerini BM gözetimine açma toplantıları zaten sıcak olan Ortadoğu gündemini yakın günlerde çöl sıcağına çevirecek.
GOP kapsamında merkez ülke olan Türkiye devlerin denge oyununda adına ve gücüne yakışmayan bir acizlik sergilemekte.IMF anlaşmasına bağlanan taze kaynak umudu ile ekonomik istikrarının para babalarının iki dudağına bırakılması gerçekleri açılımların sahte gündeminde yok kabul edilmemeli.Sınırlarımızın hemen ötesinde sadece stratejik çıkarlar değil medeniyetler savaş haline girebilir.Bize düşen, Küresel Kriz'le birlikte yepyeni dengelerin kurulduğu coğrafyamızda kişisel ilişkilere ya da dostlar alışverişte görsün mantığına dayanan dış politikanın tam bağımsız, Mustafa Kemal dönemi gibi onurlu olmasını her fırsatta dile getirmektir. Söylediklerimizin soyut kavramlarla sınırlı kalmaması için ilk harekete geçen okumuş yazmış olanlarımız değil mi?
dış politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dış politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
29 Eylül 2009 Salı
Şeytan Üçgeni ile İran...
Etiketler:
ABD,
dış politika,
Füze Kalkanı,
GOP,
İran,
İsrail,
Ortadoğu,
Rusya,
uluslararası sistem
28 Eylül 2009 Pazartesi
Şansölyem Türk Olsun!
Almanya seçimleri yapıldı, bitti.Sonuçlara bakılırsa Şansölye Merkel ile sağ partiler seçimden güçlü taraf olarak çıktılar.Koalisyon ortağı olan Sosyal Demokratlar ise gelecek dönem boyunca tarihlerinde yaşadıkları en önemli oy kaybının yaralarını sarmaya çalışacaklar.Bu arada 5 Türk asıllı aday Federal Meclis'e girmeye hak kazandı,kendilerine başarılar dileriz.
Gözle görünen ilk gerçek Küresel Kriz boyunca tüm Dünya'da olduğu gibi Almanya'da seçmenin sağa teveccüh ettiğidir.Bu durumun arkasında yatan temel sebep ise durgunluktan kaynaklanan yaygın işsizlik.Yabancı düşmanlığını körükleyen bu gelişme Almanya'daki 7 milyon yabancının yarısına yakınını oluşturan Türklerin geleceğe daha da endişeyle bakmalarına sebep olacak gibi. İki Dünya Savaşı'nı çıkaran küresel ekonomik gücün ırkçılığa teşne yeni yaklaşımlarını bekleyip görmek gerekecek ama Fransa'dan sonra Almanya, AB yolunda engel çıkarmak için gereken çabayı eksik etmeyecek kanısındayım.
Önyargılı olarak niteleyebilirsiniz ama fakirleştikçe muhafazakarlığa çark eden bir sosyal dokudan içeride yabancı düşmanlığının çıkması dış politikada kendilerinden olmayana şüphe ve nefretle karışık bakış açısını dile getirmesini şaşırtıcı görmüyorum.Türkiye'de saltanat yanlılarının arkaik özlemlerine cenaze namazlarını vesile etmesi gibi Alman siyasetçilerin köşeye sıkışınca ilk hedef olarak yabancıları göstermesi üzücü gelişmeleri getirebilir. Gamlı baykuş olmaktan ziyade demek istediğim halkımızın gurbet ellerde yıllarca süren çabalarının sonucu vücut bulan kazanılmış hakları tehlike altına girecek.
Tam üyelik maceramızın kırpılmış yıldızlara döndüğü, Kıbrıs davasının tıkandığı, açılımlar geçidinin yaşandığı neo-saltanat Türkiye'sinde kimin umurunda Almanya'da yaşayan Türklerin durumu.Bizler onlara parası yasal yollardan gasp edilecek Almancı gözüyle bakıyoruz.Almanların yabancı düşmanlığından fazlası paketlenmiş halde bizde yok mu? Böyledir bu işte bendeki kelam.
Gözle görünen ilk gerçek Küresel Kriz boyunca tüm Dünya'da olduğu gibi Almanya'da seçmenin sağa teveccüh ettiğidir.Bu durumun arkasında yatan temel sebep ise durgunluktan kaynaklanan yaygın işsizlik.Yabancı düşmanlığını körükleyen bu gelişme Almanya'daki 7 milyon yabancının yarısına yakınını oluşturan Türklerin geleceğe daha da endişeyle bakmalarına sebep olacak gibi. İki Dünya Savaşı'nı çıkaran küresel ekonomik gücün ırkçılığa teşne yeni yaklaşımlarını bekleyip görmek gerekecek ama Fransa'dan sonra Almanya, AB yolunda engel çıkarmak için gereken çabayı eksik etmeyecek kanısındayım.
Önyargılı olarak niteleyebilirsiniz ama fakirleştikçe muhafazakarlığa çark eden bir sosyal dokudan içeride yabancı düşmanlığının çıkması dış politikada kendilerinden olmayana şüphe ve nefretle karışık bakış açısını dile getirmesini şaşırtıcı görmüyorum.Türkiye'de saltanat yanlılarının arkaik özlemlerine cenaze namazlarını vesile etmesi gibi Alman siyasetçilerin köşeye sıkışınca ilk hedef olarak yabancıları göstermesi üzücü gelişmeleri getirebilir. Gamlı baykuş olmaktan ziyade demek istediğim halkımızın gurbet ellerde yıllarca süren çabalarının sonucu vücut bulan kazanılmış hakları tehlike altına girecek.
Tam üyelik maceramızın kırpılmış yıldızlara döndüğü, Kıbrıs davasının tıkandığı, açılımlar geçidinin yaşandığı neo-saltanat Türkiye'sinde kimin umurunda Almanya'da yaşayan Türklerin durumu.Bizler onlara parası yasal yollardan gasp edilecek Almancı gözüyle bakıyoruz.Almanların yabancı düşmanlığından fazlası paketlenmiş halde bizde yok mu? Böyledir bu işte bendeki kelam.
Etiketler:
Alman Seçimleri,
Almanyalı Türkler,
dış politika,
seçimler,
siyaset
26 Eylül 2009 Cumartesi
Kıbrıs ve Son Gelişmeler...
2008 Eylül ayından beri Hristofyas ile Talat, BM çatısı altında Birleşik Kıbrıs Devleti'ni kurmak amacıyla görüşüyorlar.Anlaşıp,el sıkıştıkları elle tutulur hiçbir konu yok.Annan Planı'nın 2004 referandumunda Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilmesinden beri uzlaşmaz taraf olduğu halde Güney hep ödüllendiriliyor.Üstelik önemli davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi, AB Adalet Divanı ise K.K.T.C. devletini mahkum ediyor. Bu durumun son örneği Orams Davası.1996 yılında açılan Louzidiou Davası'nın ardından Rum tarafının İngiliz Oram çiftinin satın aldığı Kuzey'deki arazinin Güney Kıbrıslı Rum Apostolidi'ye ait olduğunu öne sürerek İngiltere'de dava açması ile konu Güney'in hukuk alanının bütün Kıbrıs adasını kapsadığına ait ABAD kararı ile sonuçlandı. İngiliz çift yargılama süresince mağdur olduklarını öne sürerek AİHM'e gittiler, dava halen devam ediyor.Haklıyız ama mağduruz edebiyatının arkasına sığınmadan ülkemizin başta Kıbrıs olmak üzere diğer milli politikaları adım adım nasıl terk ettiğini gösteren hazin tabloyu tasvir etmek isterim...
20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1983 yılına kadar Kıbrıs Türkü,Türkiye ile omuz omuza yaşam mücadelesi verdi.Diplomasi masasında bıçak kemiğe dayanınca aynı sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek yılların Kıbrıs Davası Türk halkının kendi milli devletini kurmasıyla sonuçlandı.Barış Harekatı sonrası yaşanan ateşkesin tek garantisi ise Türk Ordusu olmuştur.Verilen 2000 şehitin karşılığında güvenlikleri sağlanan Kıbrıs Türk halkı bizlerden başka hiçbir dostları olmadığına halen ikna olmadılarsa onları ikna edecek tek tarihi gerçek Rumların ne kadar Türk kanı döktükleridir.K.K.T.C. halkının ekonomik sıkıntılarının yeniden kendi canlarını feda edecek kadar derin olmadıklarına inanıyorum.
Rum Kesimi'nin 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olması ile Türkiye uluslararası arenada karşısında Yunanistan'ın yanısıra bu devletçiği de buldu.1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyeliği kazanma amacıyla verdiğimiz tavizler 2004 Annan Planı referandumu Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edildiği halde Rum tarafından reddedilmesi sonucunu doğurmuştur.Yine aynı zirvede Türkiye 2009 yılı sonuna kadar hava limanları ve limanlarını Güney Kıbrıs'a açma sözünü de verdi. Salam politikası aynen devam ediyor. Rauf Denktaş sonrası yeni Cumhurbaşkanı Talat ise bizim siyasilerimizin AB sevdasına benzer bir liderlik örneği göstermeye devam ediyor. AB trenini yakalamak için Rum vagonuna atlamak cehalet değilse ne örneğidir? Peki, tam üyelik görüşmelerinde kimi başlıkların açılmasının Rum-Yunan vetosuna uğramasının hatasını kimde aramak gerekir? AB üyeliği uğruna verilen tek taraflı tavizlerin sonunda milli çıkarlarımıza daha ne kadar halel getireceğiz? Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı soykırımın benzerini Türk askerini adadan çekersek biz imkan vereceğiz.Böyle bir ihtimal çok zayıf olsa da, gelecek günlerin öngörülemez olması bu tip kaygıları arttırmaktadır.
Coğrafya olarak Ortodoks Çemberi'nin tam ortasındayız.11 Eylül ardından da 21. yüzyıl Haçlı Seferleri ile ABD, Ortadoğu ve Asya kıtasını işgalleriyle kuşak gibi sardı.Halihazırda gerilmeye başlayan ABD-İran,İsrail-İran ve Suriye-Irak ilişkilerine ek olarak ülkemizde girişilen Ermeni, Kürt Açılımları ile AB ve Kıbrıs Davaları'nın tandem hale getirilmeleri bizlerin değil hasımlarımızın ekmeğine yağ sürüyor.Kıbrıs yüzmeyen uçak gemisi tabiri ile Akdeniz'deki sınırlarımızın başladığı yerde bulunmakta ve yukarıda anılan çemberin çıkış noktası sayılıyor.Savaşarak alınan toprakların masa başında elimizden alınmaya çalışılması günlük siyasetin boş tartışmalarında gölgede kalıyor.
Milli politikalar uzun yılların tecrübesiyle oluşturulur. Strateji ve tarih bilgisi olmadan bu politikaları terk etmek aklın değil bilgisizliğin, vizyon sahibi olmamanın ürünü değil mi?
20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1983 yılına kadar Kıbrıs Türkü,Türkiye ile omuz omuza yaşam mücadelesi verdi.Diplomasi masasında bıçak kemiğe dayanınca aynı sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek yılların Kıbrıs Davası Türk halkının kendi milli devletini kurmasıyla sonuçlandı.Barış Harekatı sonrası yaşanan ateşkesin tek garantisi ise Türk Ordusu olmuştur.Verilen 2000 şehitin karşılığında güvenlikleri sağlanan Kıbrıs Türk halkı bizlerden başka hiçbir dostları olmadığına halen ikna olmadılarsa onları ikna edecek tek tarihi gerçek Rumların ne kadar Türk kanı döktükleridir.K.K.T.C. halkının ekonomik sıkıntılarının yeniden kendi canlarını feda edecek kadar derin olmadıklarına inanıyorum.
Rum Kesimi'nin 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olması ile Türkiye uluslararası arenada karşısında Yunanistan'ın yanısıra bu devletçiği de buldu.1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyeliği kazanma amacıyla verdiğimiz tavizler 2004 Annan Planı referandumu Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edildiği halde Rum tarafından reddedilmesi sonucunu doğurmuştur.Yine aynı zirvede Türkiye 2009 yılı sonuna kadar hava limanları ve limanlarını Güney Kıbrıs'a açma sözünü de verdi. Salam politikası aynen devam ediyor. Rauf Denktaş sonrası yeni Cumhurbaşkanı Talat ise bizim siyasilerimizin AB sevdasına benzer bir liderlik örneği göstermeye devam ediyor. AB trenini yakalamak için Rum vagonuna atlamak cehalet değilse ne örneğidir? Peki, tam üyelik görüşmelerinde kimi başlıkların açılmasının Rum-Yunan vetosuna uğramasının hatasını kimde aramak gerekir? AB üyeliği uğruna verilen tek taraflı tavizlerin sonunda milli çıkarlarımıza daha ne kadar halel getireceğiz? Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı soykırımın benzerini Türk askerini adadan çekersek biz imkan vereceğiz.Böyle bir ihtimal çok zayıf olsa da, gelecek günlerin öngörülemez olması bu tip kaygıları arttırmaktadır.
Coğrafya olarak Ortodoks Çemberi'nin tam ortasındayız.11 Eylül ardından da 21. yüzyıl Haçlı Seferleri ile ABD, Ortadoğu ve Asya kıtasını işgalleriyle kuşak gibi sardı.Halihazırda gerilmeye başlayan ABD-İran,İsrail-İran ve Suriye-Irak ilişkilerine ek olarak ülkemizde girişilen Ermeni, Kürt Açılımları ile AB ve Kıbrıs Davaları'nın tandem hale getirilmeleri bizlerin değil hasımlarımızın ekmeğine yağ sürüyor.Kıbrıs yüzmeyen uçak gemisi tabiri ile Akdeniz'deki sınırlarımızın başladığı yerde bulunmakta ve yukarıda anılan çemberin çıkış noktası sayılıyor.Savaşarak alınan toprakların masa başında elimizden alınmaya çalışılması günlük siyasetin boş tartışmalarında gölgede kalıyor.
Milli politikalar uzun yılların tecrübesiyle oluşturulur. Strateji ve tarih bilgisi olmadan bu politikaları terk etmek aklın değil bilgisizliğin, vizyon sahibi olmamanın ürünü değil mi?
Etiketler:
AB,
ABD,
dış politika,
Kıbrıs,
KKTC,
Rum Kesimi,
Türkiye
23 Eylül 2009 Çarşamba
Bir Sene Sonrası...
Suriye eski lideri Hafız Esad 2000 yılına, yani ölümüne kadar PKK terörünün en yakın destekçisi oldu. 1998 yılında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş Hatay'da Türkiye'nin terör örgütüne sunduğu yardımlar nedeniyle Suriye'ye savaş dahil olmak üzere her türlü tepkide bulunma hakkının saklı olduğunu açıkladıktan sonra Hafız Esad tehlikenin çapını anlamaya başlamış oldu. O seneden itibaren Abdullah Öcalan Bekaa Vadisi'nden kaçarak Rusya-İtalya-Yunanistan gibi ülkelerde kaça saklana Kenya'da bize teslim edildi.Sonrası malum, mahkeme süreci ve idam kararı.Halen Öcalan,İmralı adasında AB reformlarına uygun olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çekiyor.
Zamanında Hafız Esad teröre sadece lojistik ve siyasi destek sunmadı,Suriye'nin Kürt asıllı vatandaşları da örgüte katıldı.Halen PKK bünyesinde eylem yapan önemli sayıda terörist Suriye vatandaşı.Geçen hafta içerisinde Devlet Başkanı Beşar Esad Kürt Açılımı'na destekte bulunmak amacıyla silah bırakan Suriyeli PKK'lıları kabul edebileceklerine dair basına açıklamada bulundu.Adı geçen teröristlerin 1500 gibi hatırı sayılan bir rakam olması konuyu bizim açımızdan hayati kılıyor. Bu habere eklemek istediğim son gelişme ise Suriye-Irak arasındaki gerilim İstanbul'daki toplantılara, Davutoğlu'nun mekik diplomasisine rağmen uzlaşma ile sonuçlanmadı.
Bizim terör sorunumuza ve Kürt Açılımı'na Beşar Esad'ın olumlu yaklaşımının kimyasını mevcut iktidarla kurulan yakın ilişkide aramak lazım. Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinde arabulucu olarak yer almamız Suriye'de güven uyandırmışa benziyor. Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Ortadoğu sorunlarına yakın ilgi göstermesi ise "Komşularla Sıfır Problem" politikasının doğrudan bir sonucu. Bölgenin kaypak zemininde Baas karakterli lider partilerine bağlı siyasal doku işgal sonrası iki ülkede de zarar görmüş durumda.Irak devletinin ülkesindeki terör saldırılarından Suriye'de saklanan Saddam dönemi Baasçıları sorumlu tutması ve iki ülkenin karşılıklı büyükelçilerini geri çekmesi gerilimin ulaştığı boyutu gösteriyor. İran ve İsrail'in asli aktörler olduğu Ortadoğu bataklığına gereğinden fazla dahil olmamız Komşularla Sıfır Problem haritasını çıkmaz sokaklara ulaştırabilir.Irak ile PKK'nın silah bırakması konusunda herhangi bir ilerlemeye ulaşamamış olmamız bile Beşar Esad'ın iyi niyetli desteğini etkisiz kılıyor. Bölgede çatışma tohumlarını İran ya da İsrail istihbaratları atabilir. Ortadoğu'da yeni bir Haçlı Seferi yapma amaçlı tahrik edici saldırılar bizim de dahil olacağımız kanlı gelişmeleri tetiklemesi ihtimal dahilinde.
Bana kalırsa Türkiye, Suriye asıllı PKK mensuplarının yerine içeride ve dışarıda yaşam sahası bulan Türk vatandaşı teröristleri nasıl ve ne zaman etkisiz kılacağına odaklansa daha iyi tercihte yapmış olur.Zaman içerisinde dış kaynaklı Kürt Açılımı'nın sonuçsuz kalması ülkemize G.Doğu Anadolu'da halihazırdaki çatışmalardan daha fazlasını getirebilir. Üstelik, siyasileşmeye çalışan ayrılıkçı Kürt hareketi etnik milliyetçiliğin Türk yaftalı dirilişini sağlaması açısından tehlikelere gebe. 1000 senedir beraber yaşadığımız insanlara sahte soslu ikramlarda bulunmak gerçek gelişmelere de engel olabilir.
Zamanında Hafız Esad teröre sadece lojistik ve siyasi destek sunmadı,Suriye'nin Kürt asıllı vatandaşları da örgüte katıldı.Halen PKK bünyesinde eylem yapan önemli sayıda terörist Suriye vatandaşı.Geçen hafta içerisinde Devlet Başkanı Beşar Esad Kürt Açılımı'na destekte bulunmak amacıyla silah bırakan Suriyeli PKK'lıları kabul edebileceklerine dair basına açıklamada bulundu.Adı geçen teröristlerin 1500 gibi hatırı sayılan bir rakam olması konuyu bizim açımızdan hayati kılıyor. Bu habere eklemek istediğim son gelişme ise Suriye-Irak arasındaki gerilim İstanbul'daki toplantılara, Davutoğlu'nun mekik diplomasisine rağmen uzlaşma ile sonuçlanmadı.
Bizim terör sorunumuza ve Kürt Açılımı'na Beşar Esad'ın olumlu yaklaşımının kimyasını mevcut iktidarla kurulan yakın ilişkide aramak lazım. Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinde arabulucu olarak yer almamız Suriye'de güven uyandırmışa benziyor. Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Ortadoğu sorunlarına yakın ilgi göstermesi ise "Komşularla Sıfır Problem" politikasının doğrudan bir sonucu. Bölgenin kaypak zemininde Baas karakterli lider partilerine bağlı siyasal doku işgal sonrası iki ülkede de zarar görmüş durumda.Irak devletinin ülkesindeki terör saldırılarından Suriye'de saklanan Saddam dönemi Baasçıları sorumlu tutması ve iki ülkenin karşılıklı büyükelçilerini geri çekmesi gerilimin ulaştığı boyutu gösteriyor. İran ve İsrail'in asli aktörler olduğu Ortadoğu bataklığına gereğinden fazla dahil olmamız Komşularla Sıfır Problem haritasını çıkmaz sokaklara ulaştırabilir.Irak ile PKK'nın silah bırakması konusunda herhangi bir ilerlemeye ulaşamamış olmamız bile Beşar Esad'ın iyi niyetli desteğini etkisiz kılıyor. Bölgede çatışma tohumlarını İran ya da İsrail istihbaratları atabilir. Ortadoğu'da yeni bir Haçlı Seferi yapma amaçlı tahrik edici saldırılar bizim de dahil olacağımız kanlı gelişmeleri tetiklemesi ihtimal dahilinde.
Bana kalırsa Türkiye, Suriye asıllı PKK mensuplarının yerine içeride ve dışarıda yaşam sahası bulan Türk vatandaşı teröristleri nasıl ve ne zaman etkisiz kılacağına odaklansa daha iyi tercihte yapmış olur.Zaman içerisinde dış kaynaklı Kürt Açılımı'nın sonuçsuz kalması ülkemize G.Doğu Anadolu'da halihazırdaki çatışmalardan daha fazlasını getirebilir. Üstelik, siyasileşmeye çalışan ayrılıkçı Kürt hareketi etnik milliyetçiliğin Türk yaftalı dirilişini sağlaması açısından tehlikelere gebe. 1000 senedir beraber yaşadığımız insanlara sahte soslu ikramlarda bulunmak gerçek gelişmelere de engel olabilir.
Etiketler:
dış politika,
Kürt Açılımı,
Kürt Sorunu,
PKK,
Suriye
1 Eylül 2009 Salı
Sırada Neler Var?
Durumdan vazife çıkartma sevdalısı ve taşeron dış politika anlayışının güzide temsilcisi AKP, Irak-Suriye arasında yaşanan son gerginliği hafifletmek amacıyla Ahmet Davutoğlu'nu iki başkente de gönderdi. Irak, 19 Ağustos tarihinde 95 kişinin ölümüne yol açan patlamalardan Suriye'yi sorumlu tutuyor ve iki ülke arasında 10 sene önce Suriye ile aramızdaki savaş ihtimalini dillendirecek ölçüde bir gerilim mevcut.
Sonuçsuz açılımların ve komşularla sıfır problem politikasının diplomatik temsilcisi kafanın ne işi var oralarda bilinmez? Türkiye'nin bölgesel güç olma isteğinin yeter şartı ekonomik zenginlikten geçiyor. Kendi aralarında bölünmüş, iç savaş tehlikesini yaşayan Irak ile gerginliğin diğer tarafı olan Suriye'ye, Davutoğlu'nun sözünü geçirme çabası biraz komik kalıyor. Bu gidişle adamların ayaklarına gide gele tarafların nezdinde herhangi bir ağırlıkları da kalmayacak.Ülkemizi temsil etmeseler davranışlarının benim açımdan herhangi bir sakıncası yok, sadece kendilerini bağlar.
Sıradaki sürpriz Ermenistan ile sürdürülen diplomatik ilişkileri geliştirme çabası... 23 Nisan tarihinde -tarihe bakar mısınız!"- Türkiye-Ermenistan ve arabulucu İsviçre tarafından açıklanan uzlaşma; diplomatik temsilciliklerin açılması, "Soykırım" iddialarının kurulacak tarih komisyonunca incelenmesi, sınırların açılıp ticaretin serbestleştirilmesi gibi ilkelere dayalı bir normalizasyon süreci içeriyor. Buna ek olarak Dışişleri Bakanımız ,Yukarı Karabağ Sorunu'na çözüm için muhatabı ABD Dışişleri Bakanı ile konuşmuş. Sanki her 24 Nisan tarihinde Başkanı ve Senatosu Soykırım kozunu başka bir ülke kullanmazmış gibi.Bana kalırsa bölgede Rusya'yı hesaba katmayan hiçbir girişim başarılı olamaz. Nasıl AB baskısı ile Rumlara limanların açılması dayatılıyorsa...Azerbaycan'ı küstürme bahasına da Ermenistan'a yaklaşma siyaseti yoğun bir şekilde ABD baskısı sonucu gerçekleştiriliyor.
Başka güçlere kendini kullandırma siyasetinin sonucu maalesef bu. Vizyonsuz, ilkesiz, cemaat kafasıyla ulaşılan noktada gülünç ama acı bir tablo mevcut. İşbirlikçilerin alkışlarına kanarak milli politikalara bigane kalanlar yarın hesabı vereceğin halkın karşısına ne yüzle çıkacaklar, işte orası bilinmez?
Sonuçsuz açılımların ve komşularla sıfır problem politikasının diplomatik temsilcisi kafanın ne işi var oralarda bilinmez? Türkiye'nin bölgesel güç olma isteğinin yeter şartı ekonomik zenginlikten geçiyor. Kendi aralarında bölünmüş, iç savaş tehlikesini yaşayan Irak ile gerginliğin diğer tarafı olan Suriye'ye, Davutoğlu'nun sözünü geçirme çabası biraz komik kalıyor. Bu gidişle adamların ayaklarına gide gele tarafların nezdinde herhangi bir ağırlıkları da kalmayacak.Ülkemizi temsil etmeseler davranışlarının benim açımdan herhangi bir sakıncası yok, sadece kendilerini bağlar.
Sıradaki sürpriz Ermenistan ile sürdürülen diplomatik ilişkileri geliştirme çabası... 23 Nisan tarihinde -tarihe bakar mısınız!"- Türkiye-Ermenistan ve arabulucu İsviçre tarafından açıklanan uzlaşma; diplomatik temsilciliklerin açılması, "Soykırım" iddialarının kurulacak tarih komisyonunca incelenmesi, sınırların açılıp ticaretin serbestleştirilmesi gibi ilkelere dayalı bir normalizasyon süreci içeriyor. Buna ek olarak Dışişleri Bakanımız ,Yukarı Karabağ Sorunu'na çözüm için muhatabı ABD Dışişleri Bakanı ile konuşmuş. Sanki her 24 Nisan tarihinde Başkanı ve Senatosu Soykırım kozunu başka bir ülke kullanmazmış gibi.Bana kalırsa bölgede Rusya'yı hesaba katmayan hiçbir girişim başarılı olamaz. Nasıl AB baskısı ile Rumlara limanların açılması dayatılıyorsa...Azerbaycan'ı küstürme bahasına da Ermenistan'a yaklaşma siyaseti yoğun bir şekilde ABD baskısı sonucu gerçekleştiriliyor.
Başka güçlere kendini kullandırma siyasetinin sonucu maalesef bu. Vizyonsuz, ilkesiz, cemaat kafasıyla ulaşılan noktada gülünç ama acı bir tablo mevcut. İşbirlikçilerin alkışlarına kanarak milli politikalara bigane kalanlar yarın hesabı vereceğin halkın karşısına ne yüzle çıkacaklar, işte orası bilinmez?
Etiketler:
ABD,
AKP,
dış politika,
diplomasi,
Ermeni Açılımı
28 Ağustos 2009 Cuma
Afganistan Batağı...
George Soros şu sözü söylemiş "Türkiye'nin en büyük ihracat kalemi askeridir" diye. Haklı, ABD AfPak Temsilcisi Richard Holbrook ve ardından Rasmussen ziyaretleri Afganistan'a daha çok muharip Türk askeri istemek amaçlı.Gerekirse ISAF komutanlığı ülkemize verilerek asker gönderme sorumluluğumuz arttırılacak. Seçimlerden yeni çıkan savaş yorgunu Afgan halkı sevdiği Türk askerini karşısında eli silahlı görmek istemez,kendi iç hesaplaşmalarına karışmak Kore'de, Somali'de yapılan hataları tekrar etmek olur. Üstelik El-Kaide ve Taliban hiç olmadığı kadar güçlü pozisyonda iken.Hamid Karzai seçimleri kazansa bile ABD güdümlü olması onu herhangi bir seçenek olmaktan çıkarıyor.Muhalefet ise Pakistan'da olduğu gibi Taliban merkezli bir ayaklanma içerisinde. Öldürülen Mesud'ud yerine başka bir Mesud getirilmek isteniyor, bu konuda atılan dış adımların esas amacı Pakistan'ın istikrarsızlaştırılması.
Obama'nın iç politikadaki desteği azalıyor,müttefikler düzeyinde ise balayı dönemi bitmiş durumda. Küresel Kriz'in tüm ülkelerin iç sorunlarına odaklanmasına yol açması ile son 10 yılın savaşları artık küresel menfaat kavgasını yerelleştirerek iç çatışmalar boyutuna taşıyacak.ABD, Irak'tan yakasını sıyırmaya çalışırken sıra Afganistan'a geliyor.Sorumluluklarını yıkmak istediği en önemli güç ise Türkiye. İngiltere ve diğer ülkelerin, NATO'nun en büyük ikinci ordusundan daha fazla asker göndermesi için ABD'yi sıkıştırması kendileri açısından mantıklı gözüküyor.
Tüm bu yaşananlar , bizler zamanlaması hatalı bir Kürt Açılımı ile meşgul olurken Dünya'da iyice derinleşen kriz+savaş bunalımının kıyımıza bıraktıkları.Hormonlu bir büyümenin esiri olmuş, borç batağı içerisinde refleksleri zayıflamış bir Türkiye tablosu düşmanlara cesaret veriyor.Zaten müttefiklerimizi sayarsak düşmana ihtiyacımız pek görünmemekte.
Obama'nın iç politikadaki desteği azalıyor,müttefikler düzeyinde ise balayı dönemi bitmiş durumda. Küresel Kriz'in tüm ülkelerin iç sorunlarına odaklanmasına yol açması ile son 10 yılın savaşları artık küresel menfaat kavgasını yerelleştirerek iç çatışmalar boyutuna taşıyacak.ABD, Irak'tan yakasını sıyırmaya çalışırken sıra Afganistan'a geliyor.Sorumluluklarını yıkmak istediği en önemli güç ise Türkiye. İngiltere ve diğer ülkelerin, NATO'nun en büyük ikinci ordusundan daha fazla asker göndermesi için ABD'yi sıkıştırması kendileri açısından mantıklı gözüküyor.
Tüm bu yaşananlar , bizler zamanlaması hatalı bir Kürt Açılımı ile meşgul olurken Dünya'da iyice derinleşen kriz+savaş bunalımının kıyımıza bıraktıkları.Hormonlu bir büyümenin esiri olmuş, borç batağı içerisinde refleksleri zayıflamış bir Türkiye tablosu düşmanlara cesaret veriyor.Zaten müttefiklerimizi sayarsak düşmana ihtiyacımız pek görünmemekte.
Etiketler:
ABD,
Afgan Seçimleri,
Afganistan,
dış politika,
Holbrook Ziyareti,
Pakistan
12 Ağustos 2009 Çarşamba
Irak Bölünüyor, Biz Ortaklık Derdindeyiz...
ABD, 2011 yılına kadar Irak'tan çekilme kaygısı taşırken,kimilerince Türkiye doğan boşluğu doldurabilecek bir bölgesel güç olarak görülüyor.Kürt Açılımı'nın yankı bulduğu son günlerde Irak'a Dışişleri Bakanı ile Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı tarafından yapılan ziyarette karşılıklı çıkara dayalı stratejik ortaklık amacı güdüldüğü dile getirildi.Irak'a ziyaret gayesiyle bize yabancı kalan geleneklere, tarihsel arka plana, siyasi ve sosyal yapıya sahip komşumuzla ağırlaşan hatta kanayan yaralara pansuman vurma gayreti görülüyor.
Salt ekonomik çıkar kaygısıyla komşumuza yaklaşmak reel dış politik hesaptan öte öngörüsüzlüktür.Üstelik Irak, siyasi birliği konusunda tereddütler duyulan, kamu yönetiminde Sünni-Şii ya da Arap-Kürt-Türkmen gibi birbirine zıt unsurlar taşıyan, anayasasını federal yapıya dayandırmış, sınırları belirsiz ,ABD'ye her açıdan bağımlı bir devlet.PKK konusu, Kerkük ve Türkmen problemi bizle Irak'ı yakın zamanda karşı karşıya getirebilir. 2010 yılında yapılacak Genel Seçimler sonrası kıyamet kopmasa bile çatışma ihtimali yükselecek.Süreç boyunca iç güvenlik ciddi biçimde tehdit altında kalacak. Olası Arap-Kürt ya da Kürt-Türkmen savaşı sınırlarımıza yeni bir göç dalgası getirebilir. Bölgedeki karışıklıktan en fazla faydalanacak olan güç ise PKK olacak gibi görünüyor. Bu sayede yaşam alanını genişletecek.Örgütün iplerini elinde tutan Barzani-Talabani ve ABD için zayıf bir Irak, güçlü ve birleşik bir Irak'tan daha güvenilir bir müttefik.Aynı strateji Türkiye için de geçerli görünüyor.
Ümmetçilik ideolojisine dayalı dış politik adımlarla çok kutuplu dünyanın gerçekleri örtüşmüyor. Etnik ve dini unsurların moral değerler olarak, elle tutulur çıkarlar kadar etkili olduğu günümüz diplomatik arenasında bu düşünceyi hayata geçirmek yerel dengeleri bozarak din savaşlarına gidecek kadar bağnazlığa yol açabiliyor. Mustafa Kemal'in gerçekçi, dengeli, aktif ve barışçı dış politikasına geri dönsek fena olmaz bana kalırsa. ABD kaynaklı haritalar bizlere bölünmüş bir Irak'a benzer bir Türkiye vaat ediyor. Sarsılan benlik bilincimizi herkes için demokratik hakları geliştirerek ulaşabiliriz. Kendi güvenliğini sağlayamayanlardan fayda beklemek ise tek kelime ile şaşkınlıktır.
Salt ekonomik çıkar kaygısıyla komşumuza yaklaşmak reel dış politik hesaptan öte öngörüsüzlüktür.Üstelik Irak, siyasi birliği konusunda tereddütler duyulan, kamu yönetiminde Sünni-Şii ya da Arap-Kürt-Türkmen gibi birbirine zıt unsurlar taşıyan, anayasasını federal yapıya dayandırmış, sınırları belirsiz ,ABD'ye her açıdan bağımlı bir devlet.PKK konusu, Kerkük ve Türkmen problemi bizle Irak'ı yakın zamanda karşı karşıya getirebilir. 2010 yılında yapılacak Genel Seçimler sonrası kıyamet kopmasa bile çatışma ihtimali yükselecek.Süreç boyunca iç güvenlik ciddi biçimde tehdit altında kalacak. Olası Arap-Kürt ya da Kürt-Türkmen savaşı sınırlarımıza yeni bir göç dalgası getirebilir. Bölgedeki karışıklıktan en fazla faydalanacak olan güç ise PKK olacak gibi görünüyor. Bu sayede yaşam alanını genişletecek.Örgütün iplerini elinde tutan Barzani-Talabani ve ABD için zayıf bir Irak, güçlü ve birleşik bir Irak'tan daha güvenilir bir müttefik.Aynı strateji Türkiye için de geçerli görünüyor.
Ümmetçilik ideolojisine dayalı dış politik adımlarla çok kutuplu dünyanın gerçekleri örtüşmüyor. Etnik ve dini unsurların moral değerler olarak, elle tutulur çıkarlar kadar etkili olduğu günümüz diplomatik arenasında bu düşünceyi hayata geçirmek yerel dengeleri bozarak din savaşlarına gidecek kadar bağnazlığa yol açabiliyor. Mustafa Kemal'in gerçekçi, dengeli, aktif ve barışçı dış politikasına geri dönsek fena olmaz bana kalırsa. ABD kaynaklı haritalar bizlere bölünmüş bir Irak'a benzer bir Türkiye vaat ediyor. Sarsılan benlik bilincimizi herkes için demokratik hakları geliştirerek ulaşabiliriz. Kendi güvenliğini sağlayamayanlardan fayda beklemek ise tek kelime ile şaşkınlıktır.
4 Ağustos 2009 Salı
Ege Suları Niye Isınır?
Yunanistan, geçen gün ıssız bir adaya asker çıkarıp neden Türk gazetecilerini tutuklar? Neden Rum Yönetimi , Kıbrıs müzakerelerinde anlaşmaz tarafı oynadığı halde Türkiye'yi biteviye suçluyor? Ege Denizi'nde petrol arama çalışmalarının uluslararası hukuk ayağının sakat olduğunu bildiği halde komşumuz! neden ısrarla bu oyunu oynar? Sorular, sorular...
Ermeni Açılımı'nın hüsrana uğradığını, Kürt Açılımı'nı da aynı akıbetin beklediğini göz önüne alırsak Ortodoks Kuşağı'nın bizleri sardığı coğrafi alanda komşularla sıfır problem politikası imkansızın diplomaside ikrarıdır. Kıbrıs gibi Akdeniz'e çıkış noktamız olan bölgeyi hatalı adımlarla pazarlık konusu yapmak AB üyeliğini garanti etmez. Rumlara limanlara açmak,mülkiyet konusu ve garanti anlaşmasını tartışmak mantıksızlığın şahikasıdır. Başkalarının ağzına bakarak adımlar atmak onurunuzun tartışılır olmasını sağlamaktan başka bir sonuca yol açmaz.
ABD ve AB odaklı stratejiler Türk Dış Politikası'nın Mustafa Kemal merkezli teorisine ihanettir. Dünyada yaşanan değişimin bizleri geçmişin tutsağı yapmasından öte söylediklerim.Bağımsızlık, milli menfaatlerini tüm gücüyle korumak, komşularına saldırıya maruz kalma dışında her zaman barış elini uzatmak ve rasyonel olmak benim Atatürkçü diplomasiden anladığım. Demokrat Parti'den itibaren başlayan Amerikan Sevdası, modernleşemeyen bir halkın ağzı açık hayranlığının sonucu.Muhafazakarlık adı altında sürdürülen çağdaş normlardan uzaklaşma çabasının diplomasiye yansıması tüm yaşananlar.Aynı zamanda hayatını kul olarak sürdürmek isteyenlerle birey olarak sürdürme arzusu taşıyanlar arasındaki kavgadır bu.
Ermeni Açılımı'nın hüsrana uğradığını, Kürt Açılımı'nı da aynı akıbetin beklediğini göz önüne alırsak Ortodoks Kuşağı'nın bizleri sardığı coğrafi alanda komşularla sıfır problem politikası imkansızın diplomaside ikrarıdır. Kıbrıs gibi Akdeniz'e çıkış noktamız olan bölgeyi hatalı adımlarla pazarlık konusu yapmak AB üyeliğini garanti etmez. Rumlara limanlara açmak,mülkiyet konusu ve garanti anlaşmasını tartışmak mantıksızlığın şahikasıdır. Başkalarının ağzına bakarak adımlar atmak onurunuzun tartışılır olmasını sağlamaktan başka bir sonuca yol açmaz.
ABD ve AB odaklı stratejiler Türk Dış Politikası'nın Mustafa Kemal merkezli teorisine ihanettir. Dünyada yaşanan değişimin bizleri geçmişin tutsağı yapmasından öte söylediklerim.Bağımsızlık, milli menfaatlerini tüm gücüyle korumak, komşularına saldırıya maruz kalma dışında her zaman barış elini uzatmak ve rasyonel olmak benim Atatürkçü diplomasiden anladığım. Demokrat Parti'den itibaren başlayan Amerikan Sevdası, modernleşemeyen bir halkın ağzı açık hayranlığının sonucu.Muhafazakarlık adı altında sürdürülen çağdaş normlardan uzaklaşma çabasının diplomasiye yansıması tüm yaşananlar.Aynı zamanda hayatını kul olarak sürdürmek isteyenlerle birey olarak sürdürme arzusu taşıyanlar arasındaki kavgadır bu.
Etiketler:
AKP,
dış politika,
Kıbrıs,
Yunanistan
31 Temmuz 2009 Cuma
NATO Kafa NATO Mermer...
Büyük ülkeler dış politikalarında taşeron kullanmak gibi bilinen yöntemlere sahiplerdir. Kendilerine yakın olan iktidarlara destek sunarak o ülkelerin uluslararası arenada çatışma bölgelerine asker göndermesi , kendilerine ekonomik yardım sağlaması, organizasyonlarda kendi leyhlerine oy kullanarak çıkarlarına uygun hareket etmesi gibi bir dizi uygulamayı bu şekilde sağlama alırlar. Ülkemiz, NATO ittifakına dahil olduğundan beri ABD öncülüğünde yukarıda sayılan ne kadar uluslararası eylem varsa iştirak etmiş ve kendisini reşitliğini ispat etme zorunluluğu hisseden çocukların ergenlik psikolojisinden bir türlü kurtaramamıştır. Kore Savaşı, Körfez Krizi, nükleer silahların konuşlandırılması, Afganistan Operasyonu bu durumun bilinen örnekleridir. Üstelik Soğuk Savaş döneminin Avrupa'ya yerleştirilmiş ABD kaynaklı nükleer silahların yarısı halen Türkiye'de varlığını sürdürmektedir.
NATO üyeliğinden ne menfaatimiz olduğunu iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu yönde yapılacak tarafsız bir analiz AB üyeliğimizin bizlere neler getireceği konusunda ışık verici gerçek bir yol haritası sunacaktır. Bağımsızlığımız pahasına yapılan tercihler ülkemizi gitgide daha yoksul, yalnız ve yönsüz bırakmakta,bu durum bizi dış dünyada saygınlık uyandıran bağımsız bir ülkeden başkalarının çıkarlarına angaje olmuş, kukla idarecilerin yönettiği muz cumhuriyetlerine çevirmektedir. Eleştirel düşüncenin kısıtlandığı, yargının bağımsız bırakılmadığı bir ortamda devlet aygıtının kendi halkına karşı kullandığı çifte standartlar Batı ülkelerinin teşvikiyle artabilir. Özgürlüğümüz ve varlığımız tehdit altında dikkat edilmesi gereken günlere doğru yelken açtık. Yolumuz , faşizmden önce son çıkış noktasına doğru gidiyor.
NATO üyeliğinden ne menfaatimiz olduğunu iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu yönde yapılacak tarafsız bir analiz AB üyeliğimizin bizlere neler getireceği konusunda ışık verici gerçek bir yol haritası sunacaktır. Bağımsızlığımız pahasına yapılan tercihler ülkemizi gitgide daha yoksul, yalnız ve yönsüz bırakmakta,bu durum bizi dış dünyada saygınlık uyandıran bağımsız bir ülkeden başkalarının çıkarlarına angaje olmuş, kukla idarecilerin yönettiği muz cumhuriyetlerine çevirmektedir. Eleştirel düşüncenin kısıtlandığı, yargının bağımsız bırakılmadığı bir ortamda devlet aygıtının kendi halkına karşı kullandığı çifte standartlar Batı ülkelerinin teşvikiyle artabilir. Özgürlüğümüz ve varlığımız tehdit altında dikkat edilmesi gereken günlere doğru yelken açtık. Yolumuz , faşizmden önce son çıkış noktasına doğru gidiyor.
17 Temmuz 2009 Cuma
Savaşlar Çağı...
İsrail, nükleer denizaltısından sonra iki de savaş gemisini (Mısır desteğiyle) Kızıldeniz'e çıkarmış durumda.Bazı kaynaklara göre ise Suudi Arabistan, hava sahasını İsrail jetlerine açarak olası bir İran harekatı durumunda Yahudi Devleti'ne desteğini sunacak. Ortadoğu'daki Şii-Sünni nüfuz çatışması bu yardımın sebebi olsa gerek. İran'ın ezeli düşmanı ABD'nin Başkan Yardımcısı Joe Biden da, "İsrail, İran'a saldırırsa yolunda durmayız." diyerek gelecek günler hakkında bize tahminde bulunma şansını sağladı.Peki ne oldu da, barış için İran'a dahi elini açan Obama'nın umut verici diyalog çağrılarından bugünlere gelindi? Küresel bir alt üst oluş döneminin taze başkanı , gerçek güç dengesini görmüş olabilir.
Kriz bölgelerinin çoğu İslam toplumlarının yaşadıkları coğrafyada bulunuyor, tesadüf değil elbette. "Büyük Oyun" , aynı inancı paylaştığımız insanlar üzerinde oynanıyorsa bu stratejinin arka planını nasıl bir zihniyet belirlemekte? Saldırgan tarafları savaşa teşvik eden sebepleri: İran'ın mevcut yönetimini değiştirmek, nükleer silahları geliştirmesini durdurmak, terör örgütlerine destek vermesini engellemek diye sıralayabiliriz. Nükleer güce de sahip bulunan İran, bu kanlı plana katılmak zorunda bırakıldığında Sovyetler Birliği'nin dağılışından beri yaşanacak olan en büyük savaşa şahit olabiliriz.
Yaşananları arka arkaya koyarsanız görünen büyük resimde şunlar öne çıkıyor: Hristiyan ve Yahudi nüfusa sahip devlet ya da devletçikler, İslam coğrafyasını savaşlarla, iç çatışmalarla yeniden şekillendiriyorlar. Tüketim ekonomisinin yarattığı küresel kriz, emperyalizmi sahte düşmanlar yaratarak kendi içlerinde dağılmaya engel olmak gibi bir yola sevk ediyor. Kirlenen çevre ile küresel ısınmanın artması, tükenen temiz su ve gıda kaynakları, bilgi toplumundan uzak yaşayan milyarlarca kişiyi kendi sebep olmadıkları bu durumun kurbanları arasına eklemekte. Yakın zaman zarfında yukarıda sayılan unsurlar yeryüzünün geleceğini fazlasıyla tehdit edecek. Görünen o ki kadim dinlerin mensupları, dinsel fanatizm sebebiyle ittifak etmekten ziyade birbirlerinden nefret etmeyi tercih ederlerse inançlarının gereği olan kıyamet fikrini kendi elleriyle hayata geçirecekler.
Kriz bölgelerinin çoğu İslam toplumlarının yaşadıkları coğrafyada bulunuyor, tesadüf değil elbette. "Büyük Oyun" , aynı inancı paylaştığımız insanlar üzerinde oynanıyorsa bu stratejinin arka planını nasıl bir zihniyet belirlemekte? Saldırgan tarafları savaşa teşvik eden sebepleri: İran'ın mevcut yönetimini değiştirmek, nükleer silahları geliştirmesini durdurmak, terör örgütlerine destek vermesini engellemek diye sıralayabiliriz. Nükleer güce de sahip bulunan İran, bu kanlı plana katılmak zorunda bırakıldığında Sovyetler Birliği'nin dağılışından beri yaşanacak olan en büyük savaşa şahit olabiliriz.
Yaşananları arka arkaya koyarsanız görünen büyük resimde şunlar öne çıkıyor: Hristiyan ve Yahudi nüfusa sahip devlet ya da devletçikler, İslam coğrafyasını savaşlarla, iç çatışmalarla yeniden şekillendiriyorlar. Tüketim ekonomisinin yarattığı küresel kriz, emperyalizmi sahte düşmanlar yaratarak kendi içlerinde dağılmaya engel olmak gibi bir yola sevk ediyor. Kirlenen çevre ile küresel ısınmanın artması, tükenen temiz su ve gıda kaynakları, bilgi toplumundan uzak yaşayan milyarlarca kişiyi kendi sebep olmadıkları bu durumun kurbanları arasına eklemekte. Yakın zaman zarfında yukarıda sayılan unsurlar yeryüzünün geleceğini fazlasıyla tehdit edecek. Görünen o ki kadim dinlerin mensupları, dinsel fanatizm sebebiyle ittifak etmekten ziyade birbirlerinden nefret etmeyi tercih ederlerse inançlarının gereği olan kıyamet fikrini kendi elleriyle hayata geçirecekler.
23 Haziran 2009 Salı
Irak'ın Geleceği...
Ortadoğu'da karışıklık zaten had safhadaydı şimdi buna İran'ı da ekleyebiliriz. Ancak yazı konumuz Irak. Geçen hafta Kerkük'te, Türkmen kasabası Tuzhurmatu'da bombalı intihar eylemi sonucu 72 kişi öldü. Türkiye için acilen istikrara kavuşması gereken bölge kesinlikle burası. Sebepler arasında PKK'nın o karışıklıktan faydalanıp yaşam alanı bulması, Özerk Kürt Yönetimi'nin bağımsızlaşma yolundaki ısrarlı adımları, ABD'nin işgalle birlikte Irak'ı üs bölgesi olarak kullanması, giderek açığa çıkan Şii-Sünni,Arap-Kürt-Türkmen bölünmesi ve buna bağlı olarak büyüyen iç savaş tehlikesi, İran'ın artan etkisi sayılabilir.
Güçlerin Statüsü Anlaşması sonucu ABD 2011 yılına kadar Irak'ı terkedecek . Bu çekilmenin doğal sonucu olarak artan güvenlik açığı dış müdahalelere daha uygun bir ortam sağlayacak ülkede. Bereketli hilalin talihsiz halkı Saddam Hüseyin dönemini de aşan katliamlarla karşı karşıya kalabilir. Milyonlarca ölü, mülteci, yaralı ve sakat, ailesiz çocuklar ile zaten mahvolmuş bir ülke portresi çiziyor. O kadar çok bilinmez arasında Irak patlayacak bir bomba durumunda.
Dış politikamız 11 Eylül sonrası meydana çıkan GOP'un karşısında fazla varlık gösteremediyse de TBMM'de 1 Mart tezkeresine red cevabı bizi gireceğimiz bataklıktan korudu. Bu süre zarfında kırmızı çizgilerimiz: Irak'ın bölünmesini engellemek, Türkmenlere karşı düşmanca davranışları önlemek, ABD'nin bir an önce ülkeyi terketmesini sağlamak olarak özetlenebilir. Her ne kadar ekonomik ilişkiler kurulup geliştirilse bile ilerde parçalanmış bir Irak'la karşı karşıya kalabiliriz. Ülkeyi bir arada tutmak amacıyla eski düşmanlarını yeni bir düşman olarak gösterip tekrar İran'a saldırtabilirler. Küresel güçlerin şapkasından daha ne kanlı tavşanlar çıkacak kimbilir?
Güçlerin Statüsü Anlaşması sonucu ABD 2011 yılına kadar Irak'ı terkedecek . Bu çekilmenin doğal sonucu olarak artan güvenlik açığı dış müdahalelere daha uygun bir ortam sağlayacak ülkede. Bereketli hilalin talihsiz halkı Saddam Hüseyin dönemini de aşan katliamlarla karşı karşıya kalabilir. Milyonlarca ölü, mülteci, yaralı ve sakat, ailesiz çocuklar ile zaten mahvolmuş bir ülke portresi çiziyor. O kadar çok bilinmez arasında Irak patlayacak bir bomba durumunda.
Dış politikamız 11 Eylül sonrası meydana çıkan GOP'un karşısında fazla varlık gösteremediyse de TBMM'de 1 Mart tezkeresine red cevabı bizi gireceğimiz bataklıktan korudu. Bu süre zarfında kırmızı çizgilerimiz: Irak'ın bölünmesini engellemek, Türkmenlere karşı düşmanca davranışları önlemek, ABD'nin bir an önce ülkeyi terketmesini sağlamak olarak özetlenebilir. Her ne kadar ekonomik ilişkiler kurulup geliştirilse bile ilerde parçalanmış bir Irak'la karşı karşıya kalabiliriz. Ülkeyi bir arada tutmak amacıyla eski düşmanlarını yeni bir düşman olarak gösterip tekrar İran'a saldırtabilirler. Küresel güçlerin şapkasından daha ne kanlı tavşanlar çıkacak kimbilir?
16 Haziran 2009 Salı
İran'ın Seçimi 2...
Hükümete karşı psikolojik harekat hazırlıkları Genelkurmay tarafından yalanlanmazken gözümüzü yurtdışına çevirelim, durum şu: İran seçimler sonrası iyice karışmış görünüyor. Dün 8 kişi gösterilerde öldürüldü. Dini iktidar, ülke içinde siyasi muhaliflerini artık silahla susturmaya çalışıyor. Baskı altındaki halk oyların çalınmasına karşı isyan halinde. Seçim sonuçları bu basıncın daha da artmasına sebep oldu.
Afganistan, Pakistan, Irak şimdi de İran. Ortadoğu halklarını GOP'un kurbanları olarak adlandırmak mümkün. Obama bu kanlı elin kadife eldiveni durumunda. Bölgede kışkırtılmak istenen kardeş kavgası , İran'ın nükleer güce sahip olmasını istemeyen ABD-İsrail ittifakının işine yarar. İran Ortadoğu'nun yükselen gücü. Sünni Arap Devletleri'nin acizliği Ahmedinejad liderliğindeki ülkeyi bölgede önemli bir aktör yapmış durumda. Irak'ta Şii Güçler, Lübnan'da Hizbullah, Filistin'de biraz Hamas bu gücün yerel ortakları.
Ekonomik açıdan zayıf bir İran var, bu gerçek. Halk dini iktidardan memnun değil. Fakirlerin çoğunlukla oy verdiği Ahmedinejad seçime hile karıştırıyorsa Musavi gerçek halk önderi olabilir. Ekonomik durumu iyi hale getiren kim olursa seçimlerin gerçek galibi o olacak. Son söz:İran'ı iyi günler beklemiyor.
Afganistan, Pakistan, Irak şimdi de İran. Ortadoğu halklarını GOP'un kurbanları olarak adlandırmak mümkün. Obama bu kanlı elin kadife eldiveni durumunda. Bölgede kışkırtılmak istenen kardeş kavgası , İran'ın nükleer güce sahip olmasını istemeyen ABD-İsrail ittifakının işine yarar. İran Ortadoğu'nun yükselen gücü. Sünni Arap Devletleri'nin acizliği Ahmedinejad liderliğindeki ülkeyi bölgede önemli bir aktör yapmış durumda. Irak'ta Şii Güçler, Lübnan'da Hizbullah, Filistin'de biraz Hamas bu gücün yerel ortakları.
Ekonomik açıdan zayıf bir İran var, bu gerçek. Halk dini iktidardan memnun değil. Fakirlerin çoğunlukla oy verdiği Ahmedinejad seçime hile karıştırıyorsa Musavi gerçek halk önderi olabilir. Ekonomik durumu iyi hale getiren kim olursa seçimlerin gerçek galibi o olacak. Son söz:İran'ı iyi günler beklemiyor.
Etiketler:
dış politika,
İran,
İran seçimleri
12 Haziran 2009 Cuma
İran'ın Seçimi...
Fazla tanımadığımız bir ülkede,İran'da bugün cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyor.4 aday arasından Ahmedinecad ve Musavi başkanlığa yakın isimler. Musavi 1988 yılına kadar ülkede başbakanlık yapmış, bana kalırsa Ahmedinecad'a göre daha saygın bir isim . Ancak Ahmedinecad bir dönem daha başkanlığı alırsa şaşırmamak gerekir derim. İslam Devrimi'nden beri İran, Dünya'ya din kisveli bir duvar ördü. Yasaklar ve baskılarla geçen onca yılın ardından dışa kapalı olmanın getirdiği çürümüşlük, fakirleşme, kendisinden farklı olana karşı duyulan merakla karışık değişim isteği hızla arttı.Her şeye rağmen İran Ortadoğu'da etkisi fazlasıyla hissedilen bir ülke.
Dış ilişkiler açısından bakarsak Obama'nın başkanlık dönemi diyalog özlemiyle başladı. Dünya'nın geri kalanıyla barışmak isteyen ABD aslında kazanamayacağı küresel savaşın zararlarını azaltmak amacında.İsrail ise nükleer güç sahibi, düşman bir ülkenin varlığından iyiden iyiye rahatsız. Bir tarafa ABD-AB-İsrail kanadını koyarsak diğer tarafta İran-Rusya-Çin bloku durmakta. Geleceğin çok kutuplu dünyasından öte ABD yanlısı ya da ABD muhalifi ülkeler olarak okunabilir yeryüzünün yeni politik düzeni.İran neyi seçerse seçsin değişim kapısına gelmiş dayanmış durumda. Rafsancani,Devrim Muhafızları, Besiçler, Ahmedinecadlar ya da diğer isimler... son kullanma tarihi geçmiş ürün durumundalar. Burada en önemli konu mollaların elinde bulunan ekonomik gücün halkın refahına yönelik olarak nasıl kullanılacağı? Değişim yanlıları varolan pastayı ihtiyaç halindeki kitlelere adil bir biçimde nasıl dağıtabilir? Mevcut siyasi sistem çürümüş olarak duruyor ya da Devrim evriliyor diyebiliriz, ama hangi yöne? Önümüzde kanlı bir Pakistan-Irak ya da Afganistan örneği dururken Türkiye olarak bu seçimler bizim için önemli sonuçlar doğurmaz mı? Sorular sorunlara yönelik çözümleri de içinde barındırmalı...
Dış ilişkiler açısından bakarsak Obama'nın başkanlık dönemi diyalog özlemiyle başladı. Dünya'nın geri kalanıyla barışmak isteyen ABD aslında kazanamayacağı küresel savaşın zararlarını azaltmak amacında.İsrail ise nükleer güç sahibi, düşman bir ülkenin varlığından iyiden iyiye rahatsız. Bir tarafa ABD-AB-İsrail kanadını koyarsak diğer tarafta İran-Rusya-Çin bloku durmakta. Geleceğin çok kutuplu dünyasından öte ABD yanlısı ya da ABD muhalifi ülkeler olarak okunabilir yeryüzünün yeni politik düzeni.İran neyi seçerse seçsin değişim kapısına gelmiş dayanmış durumda. Rafsancani,Devrim Muhafızları, Besiçler, Ahmedinecadlar ya da diğer isimler... son kullanma tarihi geçmiş ürün durumundalar. Burada en önemli konu mollaların elinde bulunan ekonomik gücün halkın refahına yönelik olarak nasıl kullanılacağı? Değişim yanlıları varolan pastayı ihtiyaç halindeki kitlelere adil bir biçimde nasıl dağıtabilir? Mevcut siyasi sistem çürümüş olarak duruyor ya da Devrim evriliyor diyebiliriz, ama hangi yöne? Önümüzde kanlı bir Pakistan-Irak ya da Afganistan örneği dururken Türkiye olarak bu seçimler bizim için önemli sonuçlar doğurmaz mı? Sorular sorunlara yönelik çözümleri de içinde barındırmalı...
Etiketler:
dış politika,
İran,
seçimler
11 Haziran 2009 Perşembe
Afganistan Parçalandı Sıra Pakistan'da...
2001 yılındaki işgalden önce de Afganistan iç savaş ve işgal gerçeğini tüm acılarıyla yaşamıştı. 1979 tarihli S.S.C.B. saldırganlığı ve buna karşılık ABD'nin Yeşil Kuşak projesi Taliban ve El-Kaide'nin filizlenmesine yol açtı. Ülkedeki karmaşık etnik gruplar, aşiretler, uyuşturu baronları, çevre ülkelerin siyasi emelleri... gibi unsurlar iç savaş koşullarını belirledi. Savaş döneminin düşman devleti S.S.C.B. yenilip ülkeyi terkettikten sonra da bölgedeki husumetler devam ederek şimdiki yok oluş tablosunu önümüze getirdi.
Soru şu: Sırada Pakistan mı var? Kasım ayında Bombay saldırılarının -Pakistan kökenli El-Kaide'ye yakın- Leşker-i Tayyibe tarafından yapıldığı biliniyor. İki ülke arasında Keşmir Sorunu, sınır anlaşmazlıkları, nükleer güce sahip olma ve o gücü kullanma konusundaki rekabet ilişkileri gergin tutuyor. Navaz Şerif'in ana muhalefet lideri olarak ülkesine geri dönmesi, buna karşılık Asaf Ali Zerdari'nin zayıf idaresi altında Svat Vadisi'nde Pakistan Taliban'ına yönelik kanlı operasyonlar iç siyaseti açmaza düşürmüştür. ABD'nin zorlaması ile yapılan Svat Operasyonu ülkeye daha fazla kan ve gözyaşı getirecek.Bu dengede İran'ı unutmamak gerek; çünkü zayıf bir Pakistan, İran için tercih sebebidir.
Sadece 1 ayda, 2 milyon insan iç savaş nedeniyle göçmen durumuna düştü. Afganistan'da güçlenen Taliban Pakistan'da da istihbarat örgütünün desteği sayesinde varlığını koruyor. Ekonominin zayıf olduğu, sosyal hayatın din odaklı aşırılar tarafından kısıtlandığı, hukuk ve demokrasinin seçkinler elinde oyuncak haline getirildiği Pakistan, ABD dostluğunun diyetini ödüyor olmasın?
Soru şu: Sırada Pakistan mı var? Kasım ayında Bombay saldırılarının -Pakistan kökenli El-Kaide'ye yakın- Leşker-i Tayyibe tarafından yapıldığı biliniyor. İki ülke arasında Keşmir Sorunu, sınır anlaşmazlıkları, nükleer güce sahip olma ve o gücü kullanma konusundaki rekabet ilişkileri gergin tutuyor. Navaz Şerif'in ana muhalefet lideri olarak ülkesine geri dönmesi, buna karşılık Asaf Ali Zerdari'nin zayıf idaresi altında Svat Vadisi'nde Pakistan Taliban'ına yönelik kanlı operasyonlar iç siyaseti açmaza düşürmüştür. ABD'nin zorlaması ile yapılan Svat Operasyonu ülkeye daha fazla kan ve gözyaşı getirecek.Bu dengede İran'ı unutmamak gerek; çünkü zayıf bir Pakistan, İran için tercih sebebidir.
Sadece 1 ayda, 2 milyon insan iç savaş nedeniyle göçmen durumuna düştü. Afganistan'da güçlenen Taliban Pakistan'da da istihbarat örgütünün desteği sayesinde varlığını koruyor. Ekonominin zayıf olduğu, sosyal hayatın din odaklı aşırılar tarafından kısıtlandığı, hukuk ve demokrasinin seçkinler elinde oyuncak haline getirildiği Pakistan, ABD dostluğunun diyetini ödüyor olmasın?
Etiketler:
dış politika,
Pakistan,
siyaset
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)