3 Aralık 2009 Perşembe

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/12/03/yaniliyorum-galiba/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/12/03/yaniliyorum-galiba/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/12/03/sira-pakistan-ve-iranda-mi/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/12/03/sira-pakistan-ve-iranda-mi/

2 Aralık 2009 Çarşamba

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/12/02/yoksulum/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/12/02/yoksulum/

5 Ekim 2009 Pazartesi

Dış Politikada Eksen Değiştirme

Sınırlarımızın hemen ötesinde önemli gelişmeler yaşanıyor.Bugün itibariyle Ermenistan ile ilişkilerimizi normalleştiren anlaşma tarihi iki ülke tarafından İsviçre'de açıklanıyor.Bunun dışında Ekim ayı içerisinde Başbakanın Kuzey Irak-Erbil şehrini de içeren Irak ziyareti var.Ardından yineTayyip Erdoğan tarafından nükleer anlaşmazlığın merkez ülkesi olan İran'a bir gezi gerçekleştirilecek.Baş döndürücü gelişmelerin görece var olan istikrarı zayıflatacak ögeler içerdiği biliniyor.Zaman geçtikçe neler yaşanacak görülecek.Bana kalırsa belirsizliklerin duman gibi sardığı Ortadoğu'da iyi şeyler yaşanmayacağı kesin gibi.

Dönelim Avrupa'ya:Almanya'da geçen hafta yapılan seçimlerden sonra Yunanistan dün iktidara PASOK lideri Yorgo Papandreu'yu seçti. Papandreu,300 sandalyeli Yunan Parlamentosu'nda 160 milletvekilli kazanarak yeni dönemin eski tercihi oldu.Aile boyu siyasetçi ve ılımlı bir diplomat profili çizen yeni başbakan AB konusunda Türkiye'ye Kıbrıs çözümsüzlüğünü sebep alarak yeni engeller getirebilir.Yeni başlıkların açılmasını 2009 sonuna kadar Rum Kesimine hava ve deniz limanlarını açma şartına bağlanması Türkiye ve Yunanistan arasında süt liman olan ilişkileri germe ihtimali taşıyor.Ekonomik krizin pençesinde acil önlemler alma kararında olan Papandreu içeride sıkıştığı zaman kadim hedef olarak ülkemizi göstermesi şaşırtıcı olmaz.Sosyal demokrasinin Yunan temsilcisi bize uzak olmayan bir isim ama siyaset sahnesi çıkarların ilkelerden önce geldiği bir alan. Ummadığımız taş başımızı yarabilir.

AB sürecinin Ortadoğu odaklı ABD girişimlerden dolayı dumura uğradığı dış ilişkilerimizde küresel güçlere taşeronluk yapmanın karşılığını ilişkilerimizin yönünün Doğu ekseninden Batı eksenine doğru kaymasıyla ödüyoruz.

3 Ekim 2009 Cumartesi

İnsan Olmaya Geldim...

Bu tarihten hemen hemen bir sene öncesi.Herhalde hayat bizler için umarsız biçimde devam ediyordu. Düşüncelerini paylaşmadığım ama aynı düşünceyi paylaşan bir grup Sarıyer'de gösteri yaparken içlerinden üç arkadaşı, aranıyorlar bahanesiyle polis tarafından gözaltına alındılar.Sanırım,devlet hazretlerinin gözünde ideolojilerini sloganlarında taşımaktan başka bir tehlikeleri yoktu. Malum,esas tehlikeliler korunup,balla kaymakla semiriliyorlar.Kanla beslenen yarasalarca arkaları kurulanlar, ne zamandır yasadışı örgüt elemanı değil gizli ibareli andıçların kahramanları.Bu yolların yolcusu olmak hevesliliği ajanlık kitabında okutulan ilk tercihli ders olmalı.

Tutuklananlar Engin Çeber ile iki arkadaşıydı. Yasadışı örgüte mensup denilerek,izinsiz yaptıkları siyasi toplantının günahını çekmek üzere İstinye Karakolu'na alındılar.Orada,sonu ölümle bitecek işkencenin ilk adımları küfür, dayak gibi normal mevzuat uygulamalarıyla başlamıştı bile.Polisin karakolda başlayan şiddet gösterisi video kameralara gösterilmeyen yüzü ve jandarmanın orantılı! güç kullanımıyla Metris Cezaevi'nde aynen devam etti.İnfaz Koruma Memurları,ayakta sayım vermiyor diye Engin Çeber'i cezaevine geldiğinden beri başına ve diğer hassas yerlerine vurarak kıyasıya dövdüler. Ölümle sonuçlanan bir tutuklanma hikayesinin rivayetini yapmak insana çok güç geliyor.Ve son...Yaşadığı işkence sonrası hastahaneye kaldırılan Çeber hayatını kaybetti.

Can verenin suçlu,müdafinin devlete saldıran taraf gibi algılandığı hukuk cemaatinde kime neyi anlatacaksınız?Bizim tek güvencemiz halen onuruyla iş gören hakim ve savcıların bulunduğuna dair.Dava sonucu alınacak karar, mahkeme süreci boyunca yapılmaya çalışılan ayak oyunlarına adaletin mağlup olup olmadığını da gösterecek.Dün gece TV'de, artık yaşamayan bir kişiyi yerde oturmuş,dönülmez akıbetini beklerken görmek hepimiz için vicdan karası değil mi?Bana kalırsa yaşarken adaleti sağlamak, kadavradan suç delili çıkarmaktan daha elzem.

2 Ekim 2009 Cuma

Bireysel Terör...

Ne zamandır ekranlarda kanlı insan manzaraları seyrediyoruz.Olmadık sebeplerle canice işlenen cinayetler,çocuk kaçırmalar,kadın ve yaşlılara saldırılar artarak sürüyor.Suç işlemenin normal karşılanması, toplum temelinde meşruiyet kazanması hiçbir dönemde böylesine itibar kazanmamıştı.Daha bugün, İstanbul-Hadımköy'de 4 kişi evlerinde ölü bulundu.Travmalarını kendi hayatlarında yaşayan bireyler intihar ederlerken,dışa yansıtanlar rahatça adam öldürebiliyor.Cinnet toplumunun kıyısında gezinen düşmüş ruh gezginleri her an hayatlarımıza kolayca kast edecek potansiyeli üzerilerinde taşıyorlar.

Peki neden bu duruma düştük?Sürekli baskı altında tutulan,korkuyla sindirilmiş kişilik mezarlıkları yaşarken anlamlandıramadığı ekonomik ve sosyal değişimlerin,normların silinmesinin acısını böyle çıkartıyorlar. Yukarıdaki ezcümleleri yazmak için ruh sağlığı hekimi, sosyolog ya da psikolog olmanıza gerek yok.Sadece insanların gözlerine bakmanız yeterli. Karanlık bir ruh halinde evlerinden dış dünyaya adım atanlar en yakın çevrelerinden başlamak üzere şiddet yangınlarını üzerimize kusuyorlar. Trafikte karşıdan karşıya geçmekte bile zorluk yaşanıyorsa artık değer yargılarını değil terörizmi konuşmanın zamanı gelmiş de geçmiş bile.

Göçle değişen töre toplumu,geride bıraktığı kırsal hayatın değer yargılarını şehirlerde de sürdürmekte.Bireyler,mega köylerde kasaba hayatını yaşarlarken almaları gereken devlet destekli eğitim, sağlık, istihdam araçlarına ulaşamazlarsa yaşadığı çevreye yabancılık duyup, içe kapanma süreci yaşıyorlar.Bu süslü ifadenin Türkçesi göç insanlarımız işsiz, aç,mesleksiz olarak değersizliklerini her birimizin hayatına kast ederek yansıtıyorlar.Aile dramlarının, boşanmaların, mahalle baskılarının temelinde adil ve dengeli bir yaşam standardının oluşturulamaması yer alıyor.

Ekonomik krizler, işsizlik ve göçü beslerken şehirdeki kalabalıkların yalnız bırakılmış hayatları nice acıları iç dünyalarında süründürerek devam ediyor.Yaşadığımız boş tartışmalar,magazinleşmiş siyaset sanatçıları, ünlü-ünsüz sevgi dilenenler,mesleksiz kanaat önderleri, iğdiş edilmiş nesiller düzenin değişime karşı direnme çığlıklarının fahri temsilcileri. Şimdi, köşeyi onlar tutuyor,köşeyi onlar dönüyor ve onlar benden sonra tufan diyorlar.Sahiden tufan olmaması için,toplumsal afet haline gelen şiddet ve boş vermişlik sarmalının üstesinden gelebilmek için çağdaş, demokratik sol siyaset değer yargıları ve hırsız olmayan isimlerle gündeme getirilmeli.Çünkü işin şaka kaldırır tarafı yok.

1 Ekim 2009 Perşembe

Organ Alan Var Mı?

Haber can acıtıcı, Afyonkarahisar iline bağlı iki köyün bazı sakinleri! kredi kartı borçlarını ödemek için organ mafyasına böbreklerini satmışlar. Böbrek piyasasında rakamlar muhtelif 15.000-20.000 ya da 30.000 kim kime tutturabilirse.6 ilde eş zamanlı yapılan baskında yakalanan emekli öğretmen çete lideri ilk böbrek naklini para karşılığı kendisine yaptırmış.Bakmış para tatlı, piyasada istek var böbrek işine soyunmuş.Böbrekçi Hoca, arz ile talebi karşı karşıya getirip komisyon alarak anılan illerde tezgahını vücuda getiriyor.Kredi kartı borcu olan köylüler böylelikle önce kartlarına sonra da böbreklerine sarılarak borç batağından çıkmaya çalışmışlar. Operasyon yapılmasa sırada bekleyen köylülerden bir kısmı şimdi hayatlarına tek böbrekle devam ediyor olacaklardı.

Anadolu halkı genelde tarım ve hayvancılıkla geçinir,en azından bugüne kadar böyle oldu.2001 Banka ve Döviz Krizi ertesi IMF politikaları sayesinde tarım sektörü hızla küçülmeye başladı.Sebep? Sebep,devlet artık çiftçinin, köylünün ürünlerini satın almıyordu.Üretici, spekülatörün insafına terk edilerek güya gelişmiş ülkeler gibi çağdaş bir tarım piyasası kurulacaktı.Hedeflenenin tam tersi gerçekleşti, ürün fazlasına sahip ülkelere hazır ihracat kapısı olup,üretici iken tüketici haline getirildik. Zamanla tarım KİT'leri özelleştirilince köylü milletin efendisi değil, büyük toprak sahiplerinin ırgatı oldu.Tütün, fındık, buğday,mısır hemen hemen tüm ürünlerde ithalatçı ülke Türkiye. Nereden nereye? Kendi besicisini, çiftçisini, tohumcusunu bir kenara bırakıp dış ülkelerin gıdamızda sözü geçenlerden sayılmasına sebep olduk.GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ekili tarım alanları artık organik tarım için elverişli değil.Üstelik tohumlarını da sana bunu ilk kez pazarlayanlardan almak zorundasın.Şimdi herkes Suriye sınırındaki toprakların neden altın değerinde olduğunu anladı mı? Toprak kutsaldır, emek kutsaldır,üreten kutsaldır.Var mı itirazı olan?

Sonuç ortada; borç içinde yüzen köylümüz satacak bir şeyi kalmadığından vücudunun bir parçasını paraya tahvil ediyor.Demagoji yapmıyorum, dün oyunu satanların bugün böbreklerini satmalarını yadırgamasam da üzülüyorum.Sefaletin günlük hayat ritüellerine girdiği, yozlaştıkça yobazlaşan bir cemaat toplumuna neyi, nasıl anlatacaksın? Halk cahil, ümitsiz ve yokluğun pençesinde kıvranıyor.Ülkede genel bir savaş hali dışında kaos için her şey mevcut.Senaryo yazılmış, figüranlar sahnede...Merak etmeyin,başrol oyuncuları da fazla zaman geçmez rollerinin gereğini yerine getirirler.Buradan Cumhuriyeti,kendileri gibi kese kağıdı haline getirmeye çalışanlara bir çift lafım olacak:Tarihi bilmiyorsunuz, hele yakın tarihi hiç.

Mektup Kardeşliği...

Geçen hafta, Açılım hakkında Ana Muhalefet Lideri ile Başbakan arasında mektup tartışması yaşandı.Ancak kendi kendine gelin güvey olan bizler ve siyasiler tarafından ortaya karışık gündem sayesindeyse konu çarçabuk unutuldu gitti.Kaosun matematiği olmaz diye düşünürsek yaşanan belirsizlik ve diyalogsuzluk ortamında tüm kurumlar üzerine düşen edimleri yerine getirmekte sıkıntıda kalıyorlar.İki tarafın kendi gündemlerini birbirlerine dayatmaları altından kalkılamayan sonuçları beraberinde getirebilir.

Malum, Meclis bugün,Abdullah Gül'ün konuşmasıyla yeni yasama yılı için açılış oturumunu yapacak.DTP'lilerin ifade verme krizi, sınır ötesi harekat tezkeresi,açılımlar...gibi konular ekonomik kaynaklı depremin öncü sarsıntıları.Bana kalırsa yöneten ve yönetilen arasında yaşanan uçurum halk nezdinde tartışmaların önemini azaltıyor.Unutmaya hevesli balık hafızamızla yaşadığımız günleri anlamlandırmaktan uzak kalıyoruz.

Açılım sürecinde yaşanan kamplaşmalara karşı ciddi herhangi bir tedbir alınamadı.Her alanda ciddi kan ve zaman kayıpları yaşıyoruz.Dünya değişirken değişememe sancılarını yaşamak sadece bize özgü bir durum olmasa gerek.Kaosun bize özgü olan kısmı yanlış adamları doğru mevkilere seçmek olabilir.

Borç Yiyen...

Türkiye,bugüne kadar IMF ile 19 kez masaya oturdu.20.IMF Anlaşmasının ise akıbeti hala belirsiz.Oysa,Para Fonu'nun buyur edeceği tedbirlerin benzerleri Orta Vadeli Program ile şimdiden yola çıkmış,geliyor.Köpüğü alınmış açılımların ardına bakarsak yarın bugünden daha fakir olacağımız söylenebilir.IMF-Dünya Bankası toplantıları İstanbul çapında yaşattığı yoğun trafikle devam ederken benim değinmek istediğim esas konu şu:

Radikal Gazetesi Ekonomi sayfasında IMF'ye kalan borcumuz ile ilgili bir haber var.Gazete'ye göre borcumuz halen 7.8 milyar dolar.Haberin içeriğinde 2001 yılından beri kullandığımız kaynak 47.128 milyon dolar, ödemelerimiz ise 46.780 milyar dolar olarak yer almış.Faizlerle beraber toplam borç ödemelerimize kalan miktarı eklersek 54.850 milyar dolara ulaşıyoruz.Sadece faiz giderleri ise 7.722 milyar dolar olmuş.Yılda 1 milyar dolara yakın bir rakam.

Kriz dönemlerinde taze kaynak bulmak için kapısını her çaldığımızda IMF bize para verip,reçete sunmuş orası tamam.Biz bu reçeteyi uygulamayıp kulağımızın üzerine yatmışız ona da kabul.Peki üstesinden bir türlü gelemediğimiz dalgalanmaların asli sebebi olarak mevcut düzeni göremez miyiz? Küresel Kriz'in patlamış yedek lastiği IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar bizim gibi geri kalmış ülkelere kendi mali politikalarını dikte etmeleri sonucu bu sahip-köle ilişkisi marazi hale gelmiş olamaz mı?

Başından beri düzen bozuk kurulmuş.Konu üzerinde hepimizin ortak sorumsuzluğu es geçilemez.Birey ve toplum olarak tasarruf değil tüketimin özendirildiği,borçla hayatını sürdürmenin uzun vadede onulmaz sorunlar açacağını artık öğrenmiş olmamız lazım.Dönüp dolaşıp IMF ile anlaşma imzalamak kendini sürekli tekrar etme halini alıyor.Tedavi etmemiz gereken travmalarımız var ve biz bunlardan acı şekilde kaçıyoruz.Sorun IMF'de değil, bizlerde.

30 Eylül 2009 Çarşamba

IMF ile Anlaş(ama)ma...

Türk Hükümeti'nin bu ayın sonuna kadar IMF ile bir anlaşmaya imza atacağını öne sürmüştüm.Yanılmışım,ayrıntılar üzerinde çalışıldığı öne sürülen program konusunda halen anlaşma sağlanamadı.Açıklanan Orta Vadeli Program, IMF anlaşmasına benzer ögeler içereceği için ikisi arasında finansman ayağı dışında herhangi farklılık bulunması güç.Yanılma sebebim ne olabilir diye düşününce şu kanıya vardım:Siyasi gücün, Uluslararası Para Fonu ile destek anlaşması imzalanmasından imtina etme gerekçesi kurumun ayak diretmesi olamaz mı?Dünya yeniden şekillenirken buna yardımcı olacak hazır kıtalardan birisi de IMF.Ayağımıza kadar gelip her gün yeni maddeler öne sürmek cinliğini sadece bizler bilmiyoruz.

Para Fonu,kağıt üzerinde üye ülkelere kriz dönemlerinde mali tavsiyeler vermek aynı zamanda gereken finansmanı sağlamak amacıyla kurulmuş. Ben onların yalancısıyım,ama uygulamaya gelince anlaşmalarda sermaye kesiminin zenginliğini daha da arttıran unsurlar hep ön planda.IMF ile 20 (yazıyla yirmi) adet stand-by imzalayan bir ülke vatandaşı olarak artık şerbetlendik.Salma türü vergilere,haksız enflasyon vergisine karşılık taze yabancı kaynak sağlamak gelir dağılımını bozup, vergi tabanını genişletmediği için yapısal sorunların ileride daha da büyük problemler çıkarmasına neden oluyor.Konuya teknik bakış açısı getirecek kadar bilgi sahibi bir insan değilim, görünen resim siyasi gerekçelere takılan bir anlaşamama hali mevcut.

Küresel Güçler, çıkarları uğruna her türlü kurum ve imkandan azami ölçüde faydalanıyorlar.Ekonomik örgütler ya da araştırma şirketleri dev finansal kuruluşların aktiflerinde yer alan zehirli varlıkların krize sebebiyet vermesini göremeyecek kadar saf değillerdir sanırım.ABD tarafından durgunluktan faydalanarak zayıflamış,negatif dolar balonunu sıfıra yaklaşan faiz indirimleri ile boşaltıp,piyasaya dolar arzını zamanla azaltarak güçlü bir para birimi yaratılması amaçlanıyor olamaz mı?

Geleceğin dünyasında Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya önem kazanan aktörler olacaklar.Bu ülkelerin en önemli özellikleri ise döviz fazlaları. Özellikle Çin tasarruf fazlalarını ABD tahvillerinde değerlendiriliyor.Kriz sona erdiğinde yurtiçi üretim ve yatırım oranları en önemli kalemler haline gelecekler.Anılan ülkelerin avantajları işte bu alanlarda.İleride borca dayalı büyüme kaynakları tüketen geri kalmış bir anlayış olarak ele alınacak.

İstanbul'da yeni başlayan IMF-Dünya Bankası Toplantıları küresel kriz çağında G-20 ülkelerinin kendi çıkışlarını arama platformları sayılıyorlar. Ülkeler bazında karar vericiler Para Fonu ile çalışmakta zorunlu değil gibi görünürler ama kazın ayağı öyle değil.Dev finans kurumları borç verdikleri ülkelerden paralarını geri almak için araya Para Fonu'nu koymakta.Ciroları ülkelerden büyük şirketler işlerini şansa bırakır mı?İnsanın aklına krizden kaynaklanan trilyonlarca dolar zarar takılıyor.Tüm krizlerde olduğu gibi ABD'de finans piyasasının zararlarını geniş halk kesimleri çekecek.Türkiye bu girdabın dışında kalamadı.Zamanında gereken önlemler alınsaydı işsizlerimiz evlerine ekmek götürebileceklerdi.

29 Eylül 2009 Salı

Şeytan Üçgeni ile İran...

haberler.com isimli web sitesinde 18 Eylül 2009 tarihinde yayımlanan bir haberde İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun BM toplantılarının hemen öncesinde gizlice yaptığı Moskova ziyaretine yer veriliyor.Bir hafta geriye dönüldüğünde ise http://www.türksam.org dış politika sitesinde Doç. Dr. Celalettin Yavuz tarafından yazılan makalede Artic Sea adlı yük gemisinin Ağustos ayı başlarında Manş Denizi'nde kimilerine göre Mossad tarafından kaçırılma olayı kaleme alınmış.İddialara göre İran için S-300 füzelerini taşıdığı söylenen gemiye Mossad ajanlarının baskın yapması sonucu İran'a teslim edilmesi planlanan füzeler Rusya'nın elinde kaldı.Hemen hemen aynı tarihlerde Karadeniz sahilindeki yazlık evinde Rusya Devlet Başkanı Medvedev ile İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres görüştüler.Konunun gizli kalan kısımlarından birisi füze teslimatının engellenmesi ise aşikar olan tarafı Rus dış politikasının ABD Füze Kalkanı projesinin rafa kaldırılması ile İran'a karşı makas değiştirmesi oldu.Bu değişimde İsrail devletinin ne kadar katkısı olabilir?

Ülkemizi de kapsayacak olan ABD'nin yeni füze kalkanı projesi bir yandan İran'ın olası bir İsrail ya da Avrupa! saldırısını engelleme amacı güttüğü kadar ülkemizi iki Körfez Savaşı'nda yaşandığı gibi yeniden hedef ülke haline getirdiği ortaya çıktı.İran'ın kitle imha silahlarına sahip olması amacıyla uranyum zenginleştirmesini engellemek için İsrail'in gelecek günlerde adı geçen ülkeye hava saldırısında bulunma ihtimali değişen Rus politikasından ve BM'de kabul edilen Nükleer Silahlanmayı Önleme Anlaşması ardından daha da güçlendi.1 Ekim tarihinde 5+1 ülkelerinin, İran ile nükleer tesislerini BM gözetimine açma toplantıları zaten sıcak olan Ortadoğu gündemini yakın günlerde çöl sıcağına çevirecek.

GOP kapsamında merkez ülke olan Türkiye devlerin denge oyununda adına ve gücüne yakışmayan bir acizlik sergilemekte.IMF anlaşmasına bağlanan taze kaynak umudu ile ekonomik istikrarının para babalarının iki dudağına bırakılması gerçekleri açılımların sahte gündeminde yok kabul edilmemeli.Sınırlarımızın hemen ötesinde sadece stratejik çıkarlar değil medeniyetler savaş haline girebilir.Bize düşen, Küresel Kriz'le birlikte yepyeni dengelerin kurulduğu coğrafyamızda kişisel ilişkilere ya da dostlar alışverişte görsün mantığına dayanan dış politikanın tam bağımsız, Mustafa Kemal dönemi gibi onurlu olmasını her fırsatta dile getirmektir. Söylediklerimizin soyut kavramlarla sınırlı kalmaması için ilk harekete geçen okumuş yazmış olanlarımız değil mi?

28 Eylül 2009 Pazartesi

Şansölyem Türk Olsun!

Almanya seçimleri yapıldı, bitti.Sonuçlara bakılırsa Şansölye Merkel ile sağ partiler seçimden güçlü taraf olarak çıktılar.Koalisyon ortağı olan Sosyal Demokratlar ise gelecek dönem boyunca tarihlerinde yaşadıkları en önemli oy kaybının yaralarını sarmaya çalışacaklar.Bu arada 5 Türk asıllı aday Federal Meclis'e girmeye hak kazandı,kendilerine başarılar dileriz.

Gözle görünen ilk gerçek Küresel Kriz boyunca tüm Dünya'da olduğu gibi Almanya'da seçmenin sağa teveccüh ettiğidir.Bu durumun arkasında yatan temel sebep ise durgunluktan kaynaklanan yaygın işsizlik.Yabancı düşmanlığını körükleyen bu gelişme Almanya'daki 7 milyon yabancının yarısına yakınını oluşturan Türklerin geleceğe daha da endişeyle bakmalarına sebep olacak gibi. İki Dünya Savaşı'nı çıkaran küresel ekonomik gücün ırkçılığa teşne yeni yaklaşımlarını bekleyip görmek gerekecek ama Fransa'dan sonra Almanya, AB yolunda engel çıkarmak için gereken çabayı eksik etmeyecek kanısındayım.

Önyargılı olarak niteleyebilirsiniz ama fakirleştikçe muhafazakarlığa çark eden bir sosyal dokudan içeride yabancı düşmanlığının çıkması dış politikada kendilerinden olmayana şüphe ve nefretle karışık bakış açısını dile getirmesini şaşırtıcı görmüyorum.Türkiye'de saltanat yanlılarının arkaik özlemlerine cenaze namazlarını vesile etmesi gibi Alman siyasetçilerin köşeye sıkışınca ilk hedef olarak yabancıları göstermesi üzücü gelişmeleri getirebilir. Gamlı baykuş olmaktan ziyade demek istediğim halkımızın gurbet ellerde yıllarca süren çabalarının sonucu vücut bulan kazanılmış hakları tehlike altına girecek.

Tam üyelik maceramızın kırpılmış yıldızlara döndüğü, Kıbrıs davasının tıkandığı, açılımlar geçidinin yaşandığı neo-saltanat Türkiye'sinde kimin umurunda Almanya'da yaşayan Türklerin durumu.Bizler onlara parası yasal yollardan gasp edilecek Almancı gözüyle bakıyoruz.Almanların yabancı düşmanlığından fazlası paketlenmiş halde bizde yok mu? Böyledir bu işte bendeki kelam.

27 Eylül 2009 Pazar

Seçim mi, Geçim mi?

Bu ve önümüzdeki haftalar Türkiye'de siyaset sahnesi çok sıcak gelişmelere gebe olacak.Sosyal hayatın suçla hemhal olan gerçeğine siyasetin verimsiz tartışmalarının ne gibi katkısı olabilir diyebilirsiniz.İnsanlar iş ve ekmek derdinde, geri kalan azınlığın tartışmaları neleri değiştirebilir diye de sorabilirsiniz? Şöyle cevap vereyim, ekonomik krizler içe kapanmacı toplumlar yaratır. Bu oluşumdan karlı çıkan taraflar ise muhafazakar ve ırkçılığa yakın saf tutan politik bilinçteki gruplardır.Türkiye'de gözlemlediğim en önemli saptama şu:Yaygın işsizlik ve yoksulluk sosyal sınıflar arasında benzerlikten çok farklılıkları öne çıkarıyor. Üretim ekonomisinin tüketime dayandığı aldatmacasına sarılarak dış dünyadan kredi bekleyerek açılım sevdasına düşenler yarın halkın bir kısmının evlerinden dışarı çıkıp zengin komşularının evlerini yağmalamaya kalkmasına nasıl bir gerekçe uyduracaklar acaba?

En kısa zamanda içeriği belirlenmesi gereken açılımlar sürecinin şaka kaldırır tarafı yok.Kamplaşmalar sonucu düşmanlıkların bilendiği, bir el toka yaparken öbür elde bıçak taşındığını görmezden gelemeyiz.Siyasetçilerin, halk kesimlerini birbirlerine hasım etmeleri ardından, oturup kanlı kavgayı seyrettikleri 1980 öncesi dönem Türkiye'nin acı bir gerçeğidir.Bana kalırsa,ülkemizde farklılıkları ayırıcı sebep yapan temel özellik gelir dağılımının son on senede hiç bu kadar bozulmamış olması ile halkın tüketime borçlanarak devam etmesidir. Şimdi deniz bittiği için yokluğun nesini paylaşacağını şaşıran, en ufak ekmeğe yüzlerce ağzın açıldığı sefalet günlerine doğru yol alıyoruz.Radikal'de yayımlanan çöpten meyve toplayan kız çocuğu fotoğrafı herşeyi ortaya koymuyor mu? Doğu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinin yoksul halkına ekmek,iş, eğitim vermek önceliğimiz değil mi? Kulağımızın üstüne yattığımız zaman aç insanların sessiz çığlıklarını duymuyor olabiliriz. Ama gün gelir paylaşmak istemediğiniz yemeğinizi zorla almak isteyen çıplak bir el görürseniz sakın demedi demeyin.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Kıbrıs ve Son Gelişmeler...

2008 Eylül ayından beri Hristofyas ile Talat, BM çatısı altında Birleşik Kıbrıs Devleti'ni kurmak amacıyla görüşüyorlar.Anlaşıp,el sıkıştıkları elle tutulur hiçbir konu yok.Annan Planı'nın 2004 referandumunda Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilmesinden beri uzlaşmaz taraf olduğu halde Güney hep ödüllendiriliyor.Üstelik önemli davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi, AB Adalet Divanı ise K.K.T.C. devletini mahkum ediyor. Bu durumun son örneği Orams Davası.1996 yılında açılan Louzidiou Davası'nın ardından Rum tarafının İngiliz Oram çiftinin satın aldığı Kuzey'deki arazinin Güney Kıbrıslı Rum Apostolidi'ye ait olduğunu öne sürerek İngiltere'de dava açması ile konu Güney'in hukuk alanının bütün Kıbrıs adasını kapsadığına ait ABAD kararı ile sonuçlandı. İngiliz çift yargılama süresince mağdur olduklarını öne sürerek AİHM'e gittiler, dava halen devam ediyor.Haklıyız ama mağduruz edebiyatının arkasına sığınmadan ülkemizin başta Kıbrıs olmak üzere diğer milli politikaları adım adım nasıl terk ettiğini gösteren hazin tabloyu tasvir etmek isterim...

20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1983 yılına kadar Kıbrıs Türkü,Türkiye ile omuz omuza yaşam mücadelesi verdi.Diplomasi masasında bıçak kemiğe dayanınca aynı sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek yılların Kıbrıs Davası Türk halkının kendi milli devletini kurmasıyla sonuçlandı.Barış Harekatı sonrası yaşanan ateşkesin tek garantisi ise Türk Ordusu olmuştur.Verilen 2000 şehitin karşılığında güvenlikleri sağlanan Kıbrıs Türk halkı bizlerden başka hiçbir dostları olmadığına halen ikna olmadılarsa onları ikna edecek tek tarihi gerçek Rumların ne kadar Türk kanı döktükleridir.K.K.T.C. halkının ekonomik sıkıntılarının yeniden kendi canlarını feda edecek kadar derin olmadıklarına inanıyorum.

Rum Kesimi'nin 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olması ile Türkiye uluslararası arenada karşısında Yunanistan'ın yanısıra bu devletçiği de buldu.1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyeliği kazanma amacıyla verdiğimiz tavizler 2004 Annan Planı referandumu Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edildiği halde Rum tarafından reddedilmesi sonucunu doğurmuştur.Yine aynı zirvede Türkiye 2009 yılı sonuna kadar hava limanları ve limanlarını Güney Kıbrıs'a açma sözünü de verdi. Salam politikası aynen devam ediyor. Rauf Denktaş sonrası yeni Cumhurbaşkanı Talat ise bizim siyasilerimizin AB sevdasına benzer bir liderlik örneği göstermeye devam ediyor. AB trenini yakalamak için Rum vagonuna atlamak cehalet değilse ne örneğidir? Peki, tam üyelik görüşmelerinde kimi başlıkların açılmasının Rum-Yunan vetosuna uğramasının hatasını kimde aramak gerekir? AB üyeliği uğruna verilen tek taraflı tavizlerin sonunda milli çıkarlarımıza daha ne kadar halel getireceğiz? Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı soykırımın benzerini Türk askerini adadan çekersek biz imkan vereceğiz.Böyle bir ihtimal çok zayıf olsa da, gelecek günlerin öngörülemez olması bu tip kaygıları arttırmaktadır.

Coğrafya olarak Ortodoks Çemberi'nin tam ortasındayız.11 Eylül ardından da 21. yüzyıl Haçlı Seferleri ile ABD, Ortadoğu ve Asya kıtasını işgalleriyle kuşak gibi sardı.Halihazırda gerilmeye başlayan ABD-İran,İsrail-İran ve Suriye-Irak ilişkilerine ek olarak ülkemizde girişilen Ermeni, Kürt Açılımları ile AB ve Kıbrıs Davaları'nın tandem hale getirilmeleri bizlerin değil hasımlarımızın ekmeğine yağ sürüyor.Kıbrıs yüzmeyen uçak gemisi tabiri ile Akdeniz'deki sınırlarımızın başladığı yerde bulunmakta ve yukarıda anılan çemberin çıkış noktası sayılıyor.Savaşarak alınan toprakların masa başında elimizden alınmaya çalışılması günlük siyasetin boş tartışmalarında gölgede kalıyor.

Milli politikalar uzun yılların tecrübesiyle oluşturulur. Strateji ve tarih bilgisi olmadan bu politikaları terk etmek aklın değil bilgisizliğin, vizyon sahibi olmamanın ürünü değil mi?

25 Eylül 2009 Cuma

Doların Seyri...

G-20 Zirvesi devam ederken merkez bankaları piyasaya dolar arzını azaltacakları yönünde politika beyanında bulundular. Bu duruma ek olarak ABD'de sıfıra yaklaşan dolar faizleri de kademeli bir şekilde arttırılacak. Diğer ülkeler de ABD'yi takip edecekler sanırım. Kısacası piyasalarda doların değeri yükseliş yönünde olacak.Halihazırda cari açık sorunu yaşayan ABD güçlü para birimine sahip olma dezavantajını ihracat alanında nasıl aşabilir?Banka ve finans kuruluşlarına aktiflerindeki zehirli varlıklar nedeniyle sermaye zerk eden ABD yönetimi daralmanın etkilerini aşmadan faizleri arttırmakla doğru hareket ediyor mu? Bunu zaman gösterecek, yalnız açık bir gerçek söz konusu: Kriz, ABD'de başladığına göre oralar düzelmeden gerçek bir küresel iyileşmeden bahsedemeyiz.

Sorularımıza devam edelim: Türkiye ve piyasalarımız bu değişikliği nasıl karşılayacak? Bana kalırsa halen kan kaybeden dolar,üstelik T.L. gerçek değerinden uzak iken dış gelişmelere bağlı olarak yükselişe geçtiğinde fiyatını ne oranda düzeltir? Ağustos 2008 döneminde 1.18 TL olan kur şimdi 1.49 seviyesinde.13 aylık değer kazancı ise %27. %30'luk değer artışını şu anki kura yansıtırsak T.L. fiyatı dolar karşısında 1.90-1.95 arasında olur. Siyasi istikrar gibi önemli bir çapa olduğunu farz edersek bu durum geçerli sayılır. Seçimlerin erkene alınması ya da baskın bir genel seçim hükümetin geçen hafta açıkladığı programın köküne kibrit suyu dökülmesi demek. Özetle; belirsizlik güveni zedeliyor, menkul varlıklar özellikle istikrarsız ortamlarda likit kalarak kısa vadede güven duyduğu limanlara sığınıyorlar.Bu adresler ise güçlü ekonomiler oluyor.Fırtınalı sularda borç ekonomisini yüzdürmek daha fazla maharet istiyor.Öngörülerde isabetli olmak, kararlı bir şekilde doğru adımları atmak, sağlıklı iç ve dış kamuoyu desteği bu dönemin en az hasarla atlatmanın ana hatları.

Radikal'in haberine göre, Euromoney Dergisi Durmuş Yılmaz'ı en başarılı Merkez Bankası Başkanı olarak seçmiş, üstelik aynı dergi bu ödülü 2000 yılında Gazi Erçel'e de sunmuş. 2001 Krizi'nde parasını dolara yatıran bir Başkan ve mahkemede beraat etmesi kötü bir örnek.Şöyle diyebilir miyiz: Başarılı her Merkez Bankası Başkanı ardında derin kriz bırakandır. Korkarım, Durmuş Yılmaz onca iyi niyetine 2009 Krizi'nin kurban isimleri arasında sayılacak.

Ekonominin Papatya Falı...

New York'ta süren BM toplantıları sona erdikten sonra G-20 Zirvesi ABD'nin Pittsburgh şehrinde dün başladı.Türkiye olarak tam takım oralardayız.Gezinin tüm maliyetini halen merak ediyorum.Paramızın iç edildiği o kadar geniş kapsamlı heyetlerle kotarılan avanta dış geziler karşılığında bize neler düşecek? Elbette zam, vergi ve daha fazla fakirlik...Hele bekleyin, Davos'a diyet niyetine imzalanan bir IMF anlaşmasını.Yarın öbür gün emekli maaşlarının fazladan tırnaklanması da cabası.Görülen o ki en haksız salma türü olarak bildiğimiz enflasyon vergisinden sabit ve dar gelirli insanlarımız fazlasıyla etkilenecek.

Ali Babacan ise IMF anlaşması imzalanmış gibi gelecek olan paranın iç borç ödemesinde kullanılacağını anlatıyor.Hani Orta Vadeli Program IMF olmadan da yürütebilir idi? Kaynak sıkıntımız o kadar üst düzeydeki sadece bu yılın bütçe açığı 60 milyar T.L.'de tutulursa olumlu bir gelişme olarak kabul edilecek.Faiz ödemeleri düşürülen oranlara rağmen hızla artıyor.Düşen faizler, yükselen borsa ve görece istikrarlı dolar kuru sizleri aldatmasın.Dövizin fiyatı talebe bağlı olarak sıçrarsa bizi o en çok güvendiğimiz net hata noksan kalemi de kurtaramayacak.

Şimdi bana hiç mi olumlu gelişme olmuyor diye soracaksınız? En iyi gelişme insanların yavaş yavaş uyanması...Küresel krizle karşılaşılan ağır fatura geniş kitlelerce paylaşıldıkça toplumda adalet isteği öne çıkıyor.Bu ekonomik çelişkilerin bir yanında halk var diğer yanında ise azınlıkta kalanlar. Daha fazla yoksulluk mahallerinden yağma için çıkıp komşularını soyarak ganimet elde eden yığınların bonusu olabilir.

Siyasi ve sosyal konulara ideolojik yaklaştığım söylenebilir, saygı duyarım. Haklı olduğuna inandığım her konuda taraf tutmak benim tercihim. Üzüldüğüm nokta ise bu kadar çürümeye karşılık değişimin ancak bir ekonomik krizle hayata geçirileceği gerçeği.Belki de yaşananlar esaslı bir değişimin işaret fişekleridir. Gecenin en karanlık saati şafağın parlayacağı zaman imiş.

24 Eylül 2009 Perşembe

IMF ve AKP...

İsrail ve masonik ilişkiler ağı geri kalmış toplumların kanayan yaraları için aldıkları ağrı kesiciler bana kalırsa. Bu işin formülü ise şöyledir: Sorumluluktan kaçmak için bir suçlu aranır,bulunur.Hep o suçlunun ardına sığınılır. Başarısızlık arttıkça sanal zanlıya daha güçlü saldırılır. Ve...kişiliğimizi o öznenin merkezinde yaşayan nesne haline getiririz. Anılan yaklaşım; bilimsel bilginin üretilmeyip,eleştirel aklın dumura uğratıldığı dışa kapalı kalmış sosyal hayatların kana kana içtiği yaşam suyudur.

Aslında bu küflenmiş efsane en akla ziyan anlarda bile işe yaramakta. Malum, Ali Babacan Orta Vadeli Programı geçen hafta açıkladı.Yalnız ortada bir garabet var.Programı yürütecek kaynak mevcut değil.Ha anlaştık ha anlaşıyoruz palavrası altında kamuoyunu yanıltan açıklamalardan sonra aklıma şu soru takıldı : Davos Krizi'nden sonra İsrail devleti Suriye ile arabulucuk görüşmelerinde Türkiye'yi devreden çıkardı. Aynı İsrail ile ABD ve IMF arasındaki ise sarsılmaz birlik mevcut. Örnek gerekirse, IMF eski birinci başkan yardımcısı Stanley Fischer halen İsrail Merkez Bankası Başkanlığı'nı yürütüyor. Bu yazıyı lütfedip okuyanlar konu ile ilgili biraz araştırma yaparlarsa beni de aydınlatırlar.

Gelelim zurnanın zırt dediği yere. Tayyip Erdoğan ve saz arkadaşları ABD seyahatlerine önce New York'ta Amerikan Musevi Cemaati liderlerini ziyaret ederek başladı.Geçen hafta ise Ali Babacan, Londra'ya gidip henüz açıkladıkları programa destek aramıştı.Yarın öbürgün Pittsburgh şehrinde G-20 ülkelerinin ekonomik zirvesi yapılacak.El etek öpüldükten sonra IMF Başkanı ve memurları Türkiye'nin ekonomik durumunu övmeye devam edecekler. Kısacası diplomatik dille "Size para yok, bakın başınızın çaresine." diyecekler.

Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı, Heybeliada Ruhban Okulu veya azınlık vakıflarına ait mülkler. Bu sorunlar Lozan Anlaşması öncesi ve sonrasında iyi kötü çözüme kavuşturulmuştu. Hükümette azınlıklara olan aşkın nedeni şimdi ortaya çıktı.AB ve ABD aşkı uğruna arı kovanına çomak sokuldu, işte size açılım. Ekonomik açıdan bitmiş durumdasınız.Geçmişin Duyun-u Umumiye benzeri mali kuruluşları tam da bu zamanı beklemez mi? Küresel güçler siyasi dayatmalarını ekonomik kılıfa sokar, hasta adamlarına bağımlı kılıcı tedavi olarak uygularlar.

Bu saatten sonra herhangi bir IMF anlaşması olmadan bir program yürütseniz bile dışa olan bağımlılığınızı azaltamazsınız. Vakit geçmeden erken bir genel seçim ve daha milli bir siyasi idare elzem olmakta. Bana kalırsa kişisel ihtiraslarını akıllarının önünde tutanlar savaş ya da bunalım çıkarmadan rahat durmazlar.İnşallah yanılırım...

23 Eylül 2009 Çarşamba

Bir Sene Sonrası...

Suriye eski lideri Hafız Esad 2000 yılına, yani ölümüne kadar PKK terörünün en yakın destekçisi oldu. 1998 yılında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş Hatay'da Türkiye'nin terör örgütüne sunduğu yardımlar nedeniyle Suriye'ye savaş dahil olmak üzere her türlü tepkide bulunma hakkının saklı olduğunu açıkladıktan sonra Hafız Esad tehlikenin çapını anlamaya başlamış oldu. O seneden itibaren Abdullah Öcalan Bekaa Vadisi'nden kaçarak Rusya-İtalya-Yunanistan gibi ülkelerde kaça saklana Kenya'da bize teslim edildi.Sonrası malum, mahkeme süreci ve idam kararı.Halen Öcalan,İmralı adasında AB reformlarına uygun olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çekiyor.

Zamanında Hafız Esad teröre sadece lojistik ve siyasi destek sunmadı,Suriye'nin Kürt asıllı vatandaşları da örgüte katıldı.Halen PKK bünyesinde eylem yapan önemli sayıda terörist Suriye vatandaşı.Geçen hafta içerisinde Devlet Başkanı Beşar Esad Kürt Açılımı'na destekte bulunmak amacıyla silah bırakan Suriyeli PKK'lıları kabul edebileceklerine dair basına açıklamada bulundu.Adı geçen teröristlerin 1500 gibi hatırı sayılan bir rakam olması konuyu bizim açımızdan hayati kılıyor. Bu habere eklemek istediğim son gelişme ise Suriye-Irak arasındaki gerilim İstanbul'daki toplantılara, Davutoğlu'nun mekik diplomasisine rağmen uzlaşma ile sonuçlanmadı.

Bizim terör sorunumuza ve Kürt Açılımı'na Beşar Esad'ın olumlu yaklaşımının kimyasını mevcut iktidarla kurulan yakın ilişkide aramak lazım. Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinde arabulucu olarak yer almamız Suriye'de güven uyandırmışa benziyor. Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Ortadoğu sorunlarına yakın ilgi göstermesi ise "Komşularla Sıfır Problem" politikasının doğrudan bir sonucu. Bölgenin kaypak zemininde Baas karakterli lider partilerine bağlı siyasal doku işgal sonrası iki ülkede de zarar görmüş durumda.Irak devletinin ülkesindeki terör saldırılarından Suriye'de saklanan Saddam dönemi Baasçıları sorumlu tutması ve iki ülkenin karşılıklı büyükelçilerini geri çekmesi gerilimin ulaştığı boyutu gösteriyor. İran ve İsrail'in asli aktörler olduğu Ortadoğu bataklığına gereğinden fazla dahil olmamız Komşularla Sıfır Problem haritasını çıkmaz sokaklara ulaştırabilir.Irak ile PKK'nın silah bırakması konusunda herhangi bir ilerlemeye ulaşamamış olmamız bile Beşar Esad'ın iyi niyetli desteğini etkisiz kılıyor. Bölgede çatışma tohumlarını İran ya da İsrail istihbaratları atabilir. Ortadoğu'da yeni bir Haçlı Seferi yapma amaçlı tahrik edici saldırılar bizim de dahil olacağımız kanlı gelişmeleri tetiklemesi ihtimal dahilinde.

Bana kalırsa Türkiye, Suriye asıllı PKK mensuplarının yerine içeride ve dışarıda yaşam sahası bulan Türk vatandaşı teröristleri nasıl ve ne zaman etkisiz kılacağına odaklansa daha iyi tercihte yapmış olur.Zaman içerisinde dış kaynaklı Kürt Açılımı'nın sonuçsuz kalması ülkemize G.Doğu Anadolu'da halihazırdaki çatışmalardan daha fazlasını getirebilir. Üstelik, siyasileşmeye çalışan ayrılıkçı Kürt hareketi etnik milliyetçiliğin Türk yaftalı dirilişini sağlaması açısından tehlikelere gebe. 1000 senedir beraber yaşadığımız insanlara sahte soslu ikramlarda bulunmak gerçek gelişmelere de engel olabilir.

Başbakanın New York Temasları.

AddThis Social Bookmarking Sharing Button Widget

Shared via AddThis

16 Eylül 2009 Çarşamba

Orta Vadeli Program Ve Bütçe...

İşin zorluğunun herkes farkında sanırım.Bizler hariçten gazel okuyor da olabiliriz, ona da tamam.Ama şu bütçe rakamlarını 2008 yılı ile karşılaştırın bakalım beceriksizliğin gerçek yüzünü görebilecek misiniz? 2009 Ağustos ayına kadar bütçe açığı 31 milyar liraya ulaşmış.2008 yılının tamamında ise toplam açık 17 milyar TL.Uzmanlar tarafından 2009 yıl sonu açığı tahminleri 60 milyar lira olarak telaffuz ediliyor.Sadece Ocak-Ağustos döneminde faiz ödemeleri 40 milyar liradan fazla, personel giderleri ise 38 milyara yakın olmuş.Bu dönem boyunca diğer cari transferlere harcanan para 60 milyar tutarında.Devlet tarafından karşılanan sosyal güvenlik harcamaları,mal ve hizmet alımları,sermaye giderleri, sermaye transferleri ve borç verme kalemleri 171 milyar liralık giderin diğer kalemlerini oluşturuyorlar. 8 ay boyunca toplam gelir ise 140 milyar TL.

Rakamları abartmadan sizlere bir yorumda bulunayım;bütçe açığı arttıkça faiz giderleri artarak devam edecek.İşçi, memur ve emekliden esirgenen para fazladan faiz talep eden sermaye sahiplerinden esirgenmeyecek.Aç insanların kursaklarından çalınan lokmalar kompradorların midelerine afiyetle indirilecek.Ne alaka demeyin, aslında bütçenin bu zavallı hali halkın sefaletinden okunabilmeli.

Bir kaç saat önce Ali Babacan Orta Vadeli Çerçeve Programını açıkladı.Bu gelişme geç kalmış tedbirler paketinin önemli bir adımını oluşturuyor.Yakın zamanda imzalanması muhtemel bir IMF anlaşmasına zemin teşkil edecek program ile önümüzdeki 10 ila 20 senenin ekonomik yol haritası çıkarılmış oldu. İşin tuhaf tarafı iktidar kanadı muazzam pişkinliğe dayalı bir rahatlıkla sanki son 7 sene görevde değillermiş gibi hareket ediyor. 2007,2008 ve 2009 yılı kaybedildi.Korkarım 2010 ve 2011 yılları da IMF anlaşmasıyla daralan gelir ve çıkışa geçen kurlara bağlı fiyat artışlarıyla sıkıntıyla geçecek. Görünen kılavuz istemez ama bizim sağlamından iyi bir kılavuza ihtiyacımız var. Bilirsiniz kargalardan iyi kılavuz olmaz.

13 Eylül 2009 Pazar

Tefeciler Bayram Yapıyor...

İngiltere küresel krizden en fazla etkilenen ülkelerin başında geliyor.İngiliz halkı gelirinin %180'i kadar bir borçluluk oranına sahip.Ardından %140 ile ABD geliyor. Denize düşen yılana sarılır sözüne uyarak borçlu İngilizler tefecilerin kapısını çalmaya başlamışlar.Peki, Türkiye için kişi başı gelir ile borçluluk oranı ne durumda olabilir ve bizler de yaygın biçimde tefecilere başvuracak mıyız? Tasfiye edilecek kredi kartı ve ferdi kredi borcu sahiplerinin sayısı her ay 120-130 bin arasında artış gösterdiğine göre banka bataklarının artacağı öne sürülebilir. Kredi kartı borçlarının yenide düzenlenmesi için çıkarılan yasaya karşın başvuru sayısı genel toplamın sadece %10'da kaldı.İşsiz sayısı arttıkça nakde sıkışan halk kredi kartlarına yükleniyor.Türkiye'de görünen şu ki, reel sektörde başlayan daralma finansal kesimine geri dönmeyen krediler biçiminde yansıyacak.

Haberde finansal kesimin İngiltere'de büyük paya sahip olmasının krizden daha fazla etkilenmesine neden olduğundan bahsediliyor.Ülkemizde finans kesimi adı geçen ülke kadar derin değil.Tasarruflarımızın sınırlı olması iç ve dış borçlanmamızın en büyük sebebi oluyor.Para satarak faizden para kazanan bankalar aslında tefeciliğin kurumsallaşmış biçimi. Kapitalizmin sermayedara faiz adı altında gelir sağlaması aslında gelir dağılımını bozarak sermayesi olmayan insanların hayatı boyunca borçlanarak yaşamasına büyük katkıda bulunuyor. Bu gerçek hem ülkeler için hem de bireyler için geçerli.

Fakirliğin artması yağmacılığın bu denli yaygınlaşmasından belli oluyor.Üstelik faizden geçinen tefeciler ile bankalar genel ekonomik durumun bozulmasından daha fazla rant sağlamaya çalışabilirler.Böylesi günlerde toplumsal güven duygusunu ve değerleri böylesi alt üst eden bir ekonomik kriz salt rakamlarla okunamaz. İnsanların gözlerindeki öfke, açlık hissi ve çaresizliğe karşı eziklik duymaları her türlü davranışta kendini gösteriyor.Ülke olarak yeniden IMF kapısını çalarken, halkın çaresizliğini bireysel ya da kurumsal tefecilerin kullanması acı sonuçlara gebe. Yanılmak isterim, kriz hakkında yanılmaktan mutlululuk duyarım...

11 Eylül 2009 Cuma

Açılımın Sonucu...

Kürt Açılımı'nın adını anan var mı? Hayaller dünyasından gerçeklere döndük... PKK, terörist eylemlerine yeniden başladı.Bilanço: 11 şehit...Üstelik 1000 kadar terörist bölgede harekat için üslenmiş durumda. Ellerinden silahı bırakmayan insanlarla neyi tartışacaksınız?Adam kendi kendine silahımla hakkımı aldım,silahımla hakkımı korurum diye düşünmez mi? Kültürel haklar, topluluk hakları...adı ne olursa olsun birbirimize et ile tırnak gibi bağlandığımız bir halkın yasadışı örgütler vasıtasıyla etnik bilince kavuşması aslında bizim ayıbımız. Yıllardır tutunacak bir dal arayan insanlarımıza barış içinde bir arada yaşama rahatlığını sağlayamadık. G.Doğu Anadolu yaşanan kirli savaşla kan gölüne döndü. Belki de Ergenekon Davası'nın en iyi tarafı bölgede işlenen faili meşhur! cinayetlerin aydınlatılmasına kapı aralanması oldu.

Yaşanan düşük yoğunluklu çatışma temelde aynı ama taraf olarak farklı iki unsuru karşı karşıya getirdi. Koruculuk yapan vatandaşlar ile PKK adına çatışan güçler.Aynı kökten gelen iki tarafın birbirlerine kurşun sıkmaları, koruculuk sisteminin tehlikeli bir tercih olduğu kanısını uyandırıyor.Bunlar tarihte adı geçen Adbülhamit'in Hamidiye Alayları'na benzer kuvvetler oldular.Yıllar içinde düzenli kuvvetlerle mücadele etmeye çalışmanın yararsızlığı anlaşılınca güvenlik güçleri terörle mücadele etmek için yeniden biçimlendirildi. 1993 yılından itibaren 1990'lı yılların sonuna kadar çatışmalarda kimi zaman kanla destan yazıldı, kimi zaman kanunsuzluğun girdabında deliller gizlendi.Ancak bölgede askerlik yapıp geri dönen gençler yaşadıkları travma ile baş başa bırakıldı. Askere alınırken muayene edilen bu insanlar terhis alıp evlerine döndükleri zaman etkilerini ömür boyu taşıyacakları anılarla sivil hayata atıldılar. Yaralanmasalar, şehit olmasalar bile onlar aslında birer savaş gazisi.

Gene en başa döndük, belki de biz bu işi bitirmek istemiyoruz.Çünkü bölgeye dair kalıplarımızı hala kıramadık. Türkiye'de inkar edilemeyecek tek gerçek var ki altına imzamı atarım: Doğu Sorunu çözülmeden Batı'nın sorunları çözülmez.Hedefimizde önce insan olmalı...

10 Eylül 2009 Perşembe

http://www.facebook.com/group.php?gid=132033062838&ref=mf

2009 2.Çeyrek Küçülme Rakamları...

Ekonomimiz tekstil ürünü gibi suyu çekince daralıyor.TÜİK tarafından dünkü yağmurun akabinde açıklanan ikinci çeyrek rakamlarına göre küçülme GSMH %7 oranında olmuş.Ocak-Şubat ve Mart aylarını kapsayan 'büyümeme' rakamları ise %14.3 olarak düzeltildi.TÜİK, 2008 yılının toplam GSMH'sını ise %0.9 olarak yeniden ilan etti.Dolar bazında küçülme daha da kötü %22.3...Bildiğim kadarıyla bir ekonomi 3 veya 4 çeyrek üst üste küçülme yaşadıysa durgunluğa girdiği kabul ediliyor.Oysa Türkiye 2007 yılının sonundan beri daralmayı tüm hücrelerinde yaşıyor. Kısır siyasi tartışmalara, suya tirit açıklamalara bakarsanız yaşananlar üretmeyen ekonominin siyasete yansımasından başka bir şey değil.İşte 2008 ve 2009 yılı GSYH rakamları.

Ekonomideki kısmı düzelmeler ise tsunami dalgasından önce denizin çekilmesini hatırlatıyor. Önce borsa düşecek, ardından faizler ve kurlar yükselmeye başlayacak. Peki bu depremi tetikleyecek öncü sarsıntı ne olabilir? Bana kalırsa öncü sarsıntı siyasetten kaynaklanabilir. Saçma sapan bir tartışma ve... krizin önlenemeyen yükselişi. Toplum açısından en kötüsü ise yoğun boş vermişlik duygusu.Benliğimizi saran bir umursamazlık ile baz istasyonlarına benzer biçimde çevremize kanserli hücreler yayıyoruz.Dilencilik ve yağma kültürü bu kanserli bünyenin çevresine yaydığı pis kokular... Tabandan tavana yaşanan kirlenme hepimizi etkisi altına alıyor. Afyon yemiş gibi sokaklarda gezenler bizim insanlarımız.

Ekonomik krizin Türkiye'ye en acı hediyesi orta sınıfla birlikte değer yargılarının ortalıktan çekilmesi oldu.Artık yolun sonuna geldik, yılanın sokmadığı kimse kalmadı. Ya hep aynı olanlara oy verip onları suçlayacağız ya da sorumluluk alarak önce kendimizden başlayarak etrafımıza çeki düzen vereceğiz.Osman Kaçmaz bizlere örnek olmalı. Kaçmadı , savaşıyor. Darısı başımıza...

8 Eylül 2009 Salı

Belçika İflasta, Türkiye Ne Durumda?

Belçika Bütçe Bakanı, "Belçika şirket olsaydı iflas etmişti." mealinden açıklamada bulunmuş.Bütçe açığının 25 milyar avroya çıkması yanında haberde federal hükümete federe hükümetlerin gereken destekte bulunmadığından şikayet ediliyor.Konunun hoşuma giden kısmı ise ülkede Bütçe Bakanı'nın bulunması. Hani bizde Ekonomi Bakanlığı var, onlarda ise bütçe bakanlığı genelden ayrılarak bir bakana bağlanmış.Bakanlar ile bakmayanlar arasında fark var. Bu fark, Küresel Kriz'e tedbir alıp almamak arasında yatıyor. Güçlü ekonomilerin iç problemlerine odaklandığı günlerde kendi hükümetimiz kafasını kuma gömerse krizin geçeceğini sanıyor.Mevcut yamalı tedbirler ya da özel sektörün kampanyalarıyla sıkıntının hafifleteceğini sanmak tam bir ciddiyetsizlik örneği. Bütçe, üretim, milli gelir, ihracat rakamları alarm vermeye devam ediyorlar. Sanayi üretimi Temmuz ayında geçen seneye göre %9.2 düşerken, bu yılın Haziran ayına göre %0.9 artmış. Faiz, borsa ve kur fiyatlarındaki sanal düzelme ya da durağanlık; faizler yükselip enflasyonu tetiklediğinde ve dolara çıkış için destek sağladığında , yerli ve yabancı sermayenin geçici kar etme amaçlı düzeltmeleri oldukları görülecek.

Açık veren bütçe daha çok borçlanan kamu anlamına geliyor,hızla borçlanan kamu kesimi ise faizlerin yükselmesine sebep,yüksek faiz ise yüksek enflasyona. Birbirlerini besleyen bu süreç dış desteğe rağmen kur fiyatlarına yukarı yönde bir ivme kazandırabilir. Türkiye'de tüm krizlerin gerisinde döviz açığı yattığı için döviz bolluğunda döviz krizini anmam saçma sanılmasın. İnsanı var eden korkularıdır, hele bu tedbirsizlik ortamında doların 2.00 TL. olduğunu görmek ne anlama gelir onu da siz söyleyin.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Açlığa Karşı Açılım Yok mu?

ABD'de bankalar zararlarını telafi etmek için insanlık dışı bir yöntem bulmuşlar (07.09.2009/Radikal-Ekonomi-Sayfa:4)Gazetedeki habere göre, bazı Wall Street kuruluşları yaşlı ve hastaların hayat sigortalarını ucuza satın alıp, kar etmeyi planlıyorlar.Hesaplarına göre sigortalı ne kadar erken ölürse bankalar o kadar kar edecek.Bu sayede nakite sıkışan hasta ve yaşlılar da hayat sigortalarını değerinin altında satarak paraya kavuşacaklar.Daha sonra mali hırsızlar , pardon kuruluşlar bu değerleri menkul kıymet haline getirerek, tahvil biçiminde yatırımcılara yeniden satacaklar.Finans kuruluşlarının ilgilendikleri kişiler özellikle fazla ömrü kalmamış hasta ve yaşlılar imiş.Bu durumun sebebi ise gayet açık; sağlıklı kişiler yeterice karlı değiller.Sigorta sektöründen biz uzman konuya şöyle yaklaşıyor:"Bu bir yatırım değil, kumar."

Daha önce mortgage kredilerini ikincil piyasalarda türev ürün halinde pazarlayarak aktiflerini zehirleyen finans kuruluşları,küresel krizi tetikleyen bu davranışlarının benzerlerini insan hayatını menkul kıymet haline getirerek devam ediyorlar.Yeni işleyişin ana enstrümanı ise muazzam büyüklükte bulunan sigorta poliçeleri.Bu poliçeler, mortgage kredilerinin yerine geçecekler.Tüm bu yaşananlar dip noktasını gördüğü söylenen küresel krizin mevcut zihniyetle aynen devam edeceğinin göstergesi değil mi?

Ülkemize dönersek, sığ mali piyasalarımızda daha bilinçlenmemiş halkımıza, 2001 krizinden beri kredi vererek onları borç sahibi yapan bankalarımız geri dönmeyen paralarını nereden çıkaracaklar?Cevap açık: Bizlerden...Batan bankaların hortumlanmış varlıklarının bedelini nasıl Türk halkı kuruş kuruş ödediyse , tasfiye haline gelmiş banka alacakları bizler tarafından ödenecek. Şimdi bu soyguna kılıf uydurma çabası mevcut.

Ekonomik krizin başkaldırdığı günler berdevam...Siyaset, yeniden şekillenecek gibi görünüyor.Dipten gelen dalga halkı sokağa dökerken toplumsal kurumlar bu depremden etkilenmeden duramaz. Başbakan ,açılım adı altında dil dökerken açlığa karşı bir açılım geliştirmek aklına gelmiyor demek.

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/07/facebookta-adalet-icin-osman-kacmaza-destek-grubu-kuruldu/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/07/facebookta-adalet-icin-osman-kacmaza-destek-grubu-kuruldu/

Shared via AddThis

5 Eylül 2009 Cumartesi

7'den 72'yi Çıkarın...

Türkiye'de işsiz sayısı, çalışabilir nüfusun yarısını oluşturan istihdama katılanların %15'lik kısmına karşılık geliyor.4 milyon kişiye yaklaşan bu sayıya gizli işsizler katıldığında 7 milyonluk bir kitle elde edilir.Bu kişiler, işi olmayan ya da işi olup verimliliğe, üretime katkısı olmayan insanlar.Amatör işi toplama ve çıkarmaya devam edelim:2008 yılının milli gelirinden A SES (Sosyo-Ekonomik Statü) diliminin aldığı pay tüm pastanın yarısı ve bu rakam 400 milyar dolara yakın.D ve E SES diliminin payı ise %5 ila 7 arasında değişiyor. Üstelik 72 milyon kabul edilen Türkiye nüfusundan zengin kesim olarak adlandırılan 15 milyon kişinin tümü üst gelir grubuna (creme dela creme) dahil değil. Benim bahsettiğim yurtiçi ve yurtdışı bankalarda 1 milyon liranın üzerinde nakit ya da gayrinakit varlığa sahip olan insanlar.Kaldı mı size aileleriyle birlikte topu topu 100 bin kişi.Kimseyi kimseye gammazladığım yok ve nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, burada rakamlar konuşuyor.

Biz neyin kavgasını yapıyoruz? Tüm yaşanan çatışmalar pastayı adil paylaşmak ya da paylaşmamak ile ilgili bana kalırsa.Gelir düzeyi düştükçe daha kötü eğitim, sağlık ve adalet hizmetleri önümüze diziliyor.Üstelik bozuk giden dengeler küresel krizle daha da bozulmuştur. Fakirlikte adaleti sağlayan AKP iktidarı açılımlarına sefalet düzeyine düşürdüğü yaklaşık 30 milyonluk kitleden başlasa varlık sebebini borçlu olduğu halka iyilik etmiş olur.Yoksa krizle gelen krizle mi gidecek?

Türkiye, adım adım kara para geliri ve kayıtdışı ekonomiye kaderini bağlamış, Duyun-u Umumiye türü kuruluşlardan aldığı desteklerle iç ve dış borçlarını çevirmeye çalışan bir ülke haline getirilmiştir.Rakamlar ve zaman gösteriyor RTE ekonomisi kimlerden yanadır. Unutmayalım, tepkilerimiz kadar var oluruz.Bize karşı olanların en büyük silahları ise sonradan edinilmiş korkularımızdır...

4 Eylül 2009 Cuma

Ekonomi Kehanetleri...

Rakamlardan geleceği okumak falcıların hüneri. Ekonomistler ise mevcut verilerden tahminler çıkarıp öngörülerde bulunuyorlar.Benim Türkiye'de tanıdığım ekonomi yazarları arasında krizin geleceğini 2005 yılında gören yalnızca Uğur Civelek oldu. Başkaları da vardı muhakkak ,ancak kendilerini okumadığım için isimlerini sayamadım. Bu yazarlar dünya ekonomisinin temel dengesizliklerini güncel hayattan alarak mevcut bilgilerini bir sonuca kavuşturdular.Sonuç ise hep eksi bakiyeyi gösteriyordu. Kısacası finansal piyasalarda varolmayan değerler alınıp satılıyor, kar etme hırsıyla geri dönmeyecek krediler etrafa saçılıyordu. Sermaye hiç bu kadar özgür ve güçlü olmamıştı. Küreselleşmenin altın devri, aşırı fiyat hareketleri, korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliğine eşlik eden arz-talep dengesizliği ve bu gelişmeler arasında yaşam bulan sıcak savaş oyunları nedeni ile çabucak sona erdi.

O dönemlerde Türkiye de dahil olmak üzere gerçek değeriyle ilişkisini koparıp şişmiş emtia fiyatları, rekorlar kıran üretim, ihracat ve yabancı yatırım rakamları vardı.Para sahibi kişiler başka hiçbir dönem ulaşamayacakları düzeyde kar ederken, nüfusun geri kalan bölümü bu haksız paylaşım nedeniyle adım adım sefalete demir atmış oldular.Küçük esnaf tröstleşmeye yenik düşüp emekliler hayat pahalılığına karşı koyamazken, verimsiz kamu ekonomisinin çalışanları memurlar bile özel sektör çalışanlarından daha iyi koşullarda olmalarına rağmen üzerlerinden silindir gibi geçen geçim koşullarına ayak uyduramadılar. Üstelik yukarıda adı geçen halk kesimi nüfusun yaklaşık %90 gibi bir çoğunluğunu teşkil ediyordu.

Lüks tüketim hevesi ile kamudaki yoğun ve verimsiz harcamalar, özel kesimin 2001 Krizi ertesi görece güçlenmesine neden olan borçlanmaya dayalı sanal büyüme ile birleşince katmerli kriz ortaya çıktı. Gelirleri günbegün eriyen insanlarımız artık asgari geçim düzeyinin altında yaşam savaşı veriyorlar.Önümüzdeki günlerde varlıklarımız kriz nedeniyle azalırken borçlarımız artmaya devam edecek.Bana kalırsa hazırlıklı olmakta fayda var, gerçek kriz daha yeni başlıyor.

2 Eylül 2009 Çarşamba

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/02/erken-secim/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/02/erken-secim/

Shared via AddThis

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/02/wp-press-camp/

http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/02/wp-press-camp/

Shared via AddThis

Ekonominin Seyri...

İTO, Ağustos ayında perakende fiyatların % 0.19 oranında arttığını açıkladı. Son yedi seneye göre en düşük ikinci enflasyon rakamı olan bu oran bizlere yaşanan durgunluğun bir hediyesi.Devletin istatistik kurumunun saptayacağı veriler de farklı olmasa gerek. Küresel Kriz , dip noktayı bulmasa bile mevcut talep yerlerde sürünüyor. Üretimdeki kan kaybının devam etmeyeceğini farz edelim,2010 yılı büyümesi ekonomide istikrarlı bir iyileşmeyi işaret etmeyebilir.

Sorunun özel tüketim tarafı kadar kamu kesimi de sıkıntılı. Artan bütçe açığı faizleri yukarı çıkışa zorlayacak görünüyor.Merkez Bankası düşük faiz politikası uygulayıp Hazine'yi ucuz borçlandırdıkça başka bir işlevi olmadığı konusunda fikir ileri sürenlerin sayısı artıyor. Enflasyon ve faizlerin düşüşünün bile durgunluğa bağlandığı bir ortamda hangi fiyat istikrarından söz edilebilir? Dengelerin düzelmesi için sağlam ve fazla veren bir bütçenin şart olduğu kriz döneminde Merkez Bankası tek silahı olan faizi kullanarak yolun sonuna geldi.

Öte yandan kur, borsa, faiz üçgeninde kısılıp kalmamız gerçeği dış açık, cari açık, bütçe ve SGK açıklarının nasıl kapatılacağı hsususunun üzerini örtüyor. Dükkanı siftahsız kapatan büyük bir tüketici grubunun harcamalarını borçla yapacağını öngörürsek, gelecek dönemde kamunun artan iç ve dış borç ihtiyacı vergi, özelleştirme ya da tek seferlik diğer gelir kalemleriyle kapatılamayacak kadar artış gösterecek. Kısacası kamu kesiminin borç batağı konusunda özel kesimi aratmayacağı ortadadır.

2010 yılını seçim yılı olarak kabul edersek,yaşanacak siyasi istikrarsızlıklar bir IMF anlaşması ile kapatılamayacak kadar ekonomiye zarar verebilir. Geciken tedbir tedbir olmaktan çıkıyor, kriz kendi dinamikleriyle seyrederken hükümet bambaşka konularda açılımlar yapıyor.Halkını bu kadar düşünen bir iktidar neden işsizlik ve durgunluğa herhangi bir çare aramaz?

1 Eylül 2009 Salı

Sırada Neler Var?

Durumdan vazife çıkartma sevdalısı ve taşeron dış politika anlayışının güzide temsilcisi AKP, Irak-Suriye arasında yaşanan son gerginliği hafifletmek amacıyla Ahmet Davutoğlu'nu iki başkente de gönderdi. Irak, 19 Ağustos tarihinde 95 kişinin ölümüne yol açan patlamalardan Suriye'yi sorumlu tutuyor ve iki ülke arasında 10 sene önce Suriye ile aramızdaki savaş ihtimalini dillendirecek ölçüde bir gerilim mevcut.

Sonuçsuz açılımların ve komşularla sıfır problem politikasının diplomatik temsilcisi kafanın ne işi var oralarda bilinmez? Türkiye'nin bölgesel güç olma isteğinin yeter şartı ekonomik zenginlikten geçiyor. Kendi aralarında bölünmüş, iç savaş tehlikesini yaşayan Irak ile gerginliğin diğer tarafı olan Suriye'ye, Davutoğlu'nun sözünü geçirme çabası biraz komik kalıyor. Bu gidişle adamların ayaklarına gide gele tarafların nezdinde herhangi bir ağırlıkları da kalmayacak.Ülkemizi temsil etmeseler davranışlarının benim açımdan herhangi bir sakıncası yok, sadece kendilerini bağlar.

Sıradaki sürpriz Ermenistan ile sürdürülen diplomatik ilişkileri geliştirme çabası... 23 Nisan tarihinde -tarihe bakar mısınız!"- Türkiye-Ermenistan ve arabulucu İsviçre tarafından açıklanan uzlaşma; diplomatik temsilciliklerin açılması, "Soykırım" iddialarının kurulacak tarih komisyonunca incelenmesi, sınırların açılıp ticaretin serbestleştirilmesi gibi ilkelere dayalı bir normalizasyon süreci içeriyor. Buna ek olarak Dışişleri Bakanımız ,Yukarı Karabağ Sorunu'na çözüm için muhatabı ABD Dışişleri Bakanı ile konuşmuş. Sanki her 24 Nisan tarihinde Başkanı ve Senatosu Soykırım kozunu başka bir ülke kullanmazmış gibi.Bana kalırsa bölgede Rusya'yı hesaba katmayan hiçbir girişim başarılı olamaz. Nasıl AB baskısı ile Rumlara limanların açılması dayatılıyorsa...Azerbaycan'ı küstürme bahasına da Ermenistan'a yaklaşma siyaseti yoğun bir şekilde ABD baskısı sonucu gerçekleştiriliyor.

Başka güçlere kendini kullandırma siyasetinin sonucu maalesef bu. Vizyonsuz, ilkesiz, cemaat kafasıyla ulaşılan noktada gülünç ama acı bir tablo mevcut. İşbirlikçilerin alkışlarına kanarak milli politikalara bigane kalanlar yarın hesabı vereceğin halkın karşısına ne yüzle çıkacaklar, işte orası bilinmez?

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Alın Verin Ekonomiye Can Verin...

Özel sektörü temsil eden bazı kuruluşlar geçen hafta yeni bir kampanyaya imza attılar. Ekonomik faaliyetlerin durgunluk ivmesinde sürüp gitmesi kişisel harcamaları kısıcı yönde etki göstermekte iken proje reklamlar aracılığıyla iş ve finans dünyasının tanınmış simalarını kullanıp talebi uyarmayı amaçlıyor.Özel sektörün her zamanki yaratıcılığını kullanıp tüketimi teşvik etmesi üretim konusundaki kanamayı durduracak türden değil. İşin kamu tarafı ele alınırsa şu ana kadar uygulanan para ve maliye politikaları birbirleri ile tutarlı olmaktan uzak, sadece kamu finansmanını rahatlatıcı özelliğe sahip olma konusunda birbirleri ile eşgüdüm içerisinde.

Merkez Bankası, faiz silahını kullanmayı enflasyonun düşüşüne bağlamış iken çerçevesi çizilmeden yürürlüğe konulmuş politikalar tuhaf sonuçlar yaratmaya gebe. İşsizlik ve kapasite kullanım oranları ile büyüme rakamları daralmayı teyit etmeye devam ettiği halde piyasada borsa rekor kırıyor, dolar dibe çekilmiş, faizler ise yerlerde sürünüyor. Üretmeyen bir ülkenin borsası rekor düzeyde yükseliyorsa orada ekonomi dışı etkenleri tahlil etmek gerekir.Kişisel düşüncem kardan zarar eden yerli ve yabancı büyük yatırımcılar gene yelkenleri dış rüzgarla şişirip piyasadan ellerini bir süreliğine çekecekler. Sebepleri ise oldukça basit olacak,bu bahaneler;ya baskın bir genel seçim ya da Kürt Açılımı ile siyasi ortamın gündemi altüst etmesi.

Dünya Krizi finansal kesimde başlayıp üretim kesimine sıçramış iken bizde tam ters bir durum sözkonusu.Reel kesimin kredi musluklarının kapalı olduğu, üretimin azalarak da olsa küçülmeye devam ettiği bir ortamda finans kesimini zorlaması ihtimal dahilinde.Ferdi kredi ve kredi kartı borçlarını ödemekte güçlük çekenlerin sayısı her ay 120-130 bin artarken bankaların bu durumu sürdürmesi ise mümkün değil.Teşbihte hata olmaz; pansuman benzeri tedbirler ameliyatlık hastayı gitgide komaya sokuyor. Yakın zamanda imzalanacak bir IMF anlaşması bile kaybettiğimiz çok değerli 1 yılı geri getirmeyecek.Bunun yanında ekonominin kanı olan paranın bir kaç elde toplandığı gerçeği, yaratıcı kampanyalarla çözülemeyecek kadar katılık arz ediyor.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Özsermaye Tükenirse...

Bir işletmenin karlı durumda olup olmadığı basit bir formülle tespit edilebilir.Formül şu: Varlıklar+Alacaklar-Borçlar(Krediler)+Giderler= Özsermaye.Bilançonun pasif kısımı aktiften fazla ise özsermayeniz tükenmiş demektir. Bireysel ya da kamusal alanda bütün sorun gelirlerinizin giderlerinizi karşılamasıdır,fazlanız olursa yatırım veya tasarruf yaparsınız. Ülkemizde sürekli tasarruf açığı olması hasebiyle yatırım için dış kaynak ihtiyacı her zaman mevcut. Borçlanmayı seven bir yapıya sahip olmamız bu temel dengesizliğin ana nedeni.

Türkiye'nin 2008 yılı milli geliri 750 milyar dolara yakın. İç ve dış borç toplamı ise 500 milyar dolardan fazla.Bu hesapta kesin rakamlar değil yaklaşık rakamlar kullanılıyor. Milli gelirin yarısı kadar bir gelir ise kayıtdışı + yasadışı gelirlerden kaynaklanmaktadır. Toplam 1 trilyon dolara yakın bir rakama ulaşıyoruz. Türk insanının ülkemizde yerleşik olduğu halde yurtdışında mevduat ya da diğer araçlarla tuttuğu tasarruf miktarı 200 milyar dolar kadar. İşte varlık barışının esas amacı bu parayı Türkiye'ye getirmek.Hükümet yana yakıla para ararken başka ülkelerde para tutanlar sanki emanetçi gibi yaşıyorlar ülkemizde.O işin vicdani tarafı bana kalırsa.Küresel ekonomi değil mi isterse burada tutar, isterse Patagonya'da.

Hesabımıza geri dönersek özsermayemizi nasıl tespit edebiliriz? Aktif tarafımızda Gelir+Tasarruf, pasif tarafında ise Borç/Kredi+Giderler mevcut idi. Bankalarda toplam tasarruf miktarı yabancı ve yerli para cinsinden toplam mevduat 12 Haziran itibarı ile 279 milyar doları buldu.Toplam kredi miktarı ise yine 12 Haziran itibarı ile 185 milyar dolar. Hesabımızı yapalım:(750.ooo + 279.000)-(504.000+185.000)=340.000 milyar dolar özsermayemiz mevcut. Güncel rakamlara ulaşırsam daha doğru hesap yapabilirim. Formül ise bana ait. Konunun uzmanları daha doğru hesabı yaparlarsa bilgi eksikliğimi giderir ve doğru rakama ulaştırırım.

Türkiye'de yetersiz tasarruf oranına değinmiştim. İşte yukarıdaki rakamlara göre kişi başına 4.722 dolar kadar bir gelir elde ediliyor. İşin sorunlu tarafı hem özsermayemiz düşük hem de geliri adil paylaşım konusu çok bozuk.En kısa zamanda adil, şeffaf ve anlaşılır vergi politikaları sağlanarak kayıtdışı ekonomi kayıt altına alınmalı,kamu kesimindeki yoğun kadro fazlası azaltılıp sosyal güvenlik açıklarına daha sıkı kontrol getirilmeli. Bütçe fazlası oluşturmak için faiz ve personel giderlerini azami ölçüde düşürmeliyiz.Bu kadar büyük açıklarla ekonomiyi döndürmek mümkün değil.

Kısacası acı tedbirler yakın zamanda alınacak. Düşük gelirli insanlarımız yine sefalet düzeyinde yaşam koşullarına geri dönecek. Hep birlikte fakirleşip, iç çatışmalarımızı kaşıyacağız.Savaş dönemleri kadar ağır bir ekonomik kriz olmazsa hata yaptığıma sevinir, işlerin iyi gitmesinin keyfini çıkartırım.

28 Ağustos 2009 Cuma

IMF Toplantıları ve Büyüme...

IMF ve Dünya Bankası'nın yıllık zirveleri Ekim ayı içerisinde İstanbul'da yapılacak. Küresel Kriz'in tam ortasına gelen bir dönemde böylesi bir toplantı ses getirecek özelliklere sahip.Yapılan açıklamalara dayanılarak Para Fonu'na bakılırsa 2. çeyrekte artık büyüme rakamlarında daha ılımlı bir düşüş ya da hafif bir çıkıştan bahsediliyor. Fonun 1.Yardımcısı Lipsky şu ana kadar alınan tedbirlerin yukarıdaki gelişmeleri tetiklediği ancak finansal piyasalarda beklenen düzelmenin daha yaşanmadığını söylüyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemin güçlüklerini 3 konuya indirip konuyu şöyle bağlıyor:
1-Kısa Vadeli Güçlükler:Özel sektöre dayalı pozitif büyüme beklentisi gerçekçi mi?
2-Finans Sektörünün Yenilenmesi:Piyasaların yenilenmesi için neye gereksinim vardır ve bu ne zaman yapılacaktır?
3-Yapısal Konulara Yönelmek:Küresel büyümeye yeniden ulaşmak ve gelecekteki çalkantılardan kurtulmak için kamu ve özel piyasalarda ne gibi değişiklikler yapılacaktır?

Muhtemelen İstanbul'daki zirvede bu konular daha enine boyuna tartışılacaktır.Geriye dönersek bunalımın kökeninde finansal piyasalarda şişme, banka aktiflerine sonradan zarar olarak geçen zehirli varlıkların kredi piyasasında rağbet görmesi , emtia fiyatlarının aşırı değer kazanması ile denetimsizlik gibi unsurların yattığı iddia ediliyor.Bana kalırsa kriz nedenleri savaş/tüketim ekonomisinin üretim ve paylaşım ekonomisine dönüştürülememesinde yatıyor.Azınlık olan zengin sınıfın korkunç bir servet artışına karşılık 1 milyar kadar insanın günde 1$'dan daha az bir parayla geçinmek zorunda kalması, bunalıma giden yolun yapıtaşı. Bu sefalet derecesindeki yaşam koşulları krizden önce de yaygındı, şimdi ise daha da yaygınlaştı.Temel dengelerdeki bozukluklar sadece iktisatçıların kendi aralarında tartışmalarının konusunu oluşturuyor.İktisat insan davranışlarını içeren bir sosyal bilim ise ekonomik faaliyetler böylesi bir fakirlik ortamında en ilkel seviyesinde kalır.50 trilyon $'a mal olduğu söylenen krizin faturasını yine bu konuda hiçbir dahli olmayan insanların sırtına yüklemek yeni bir krizi çağırmak değil mi?

Bu kriz kapitalizmin adil olmayan paylaşım politikalarından güç aldı. Yatırım-tasarruf -üretim kriterlerinin, sadece özel sektöre dayalı büyüme ve finansal araçların alınıp satılmasına dayalı kredi ekonomisi karşısında geri planda bırakılması sonucu bugünlere gelinmiştir.Yarının neler içereceği bu kadar toz duman arasında belirsizliğini korurken ülkemiz için kesin olan tek konu Türkiye'de yeni bir krizin başlama olasılığı.

Afganistan Batağı...

George Soros şu sözü söylemiş "Türkiye'nin en büyük ihracat kalemi askeridir" diye. Haklı, ABD AfPak Temsilcisi Richard Holbrook ve ardından Rasmussen ziyaretleri Afganistan'a daha çok muharip Türk askeri istemek amaçlı.Gerekirse ISAF komutanlığı ülkemize verilerek asker gönderme sorumluluğumuz arttırılacak. Seçimlerden yeni çıkan savaş yorgunu Afgan halkı sevdiği Türk askerini karşısında eli silahlı görmek istemez,kendi iç hesaplaşmalarına karışmak Kore'de, Somali'de yapılan hataları tekrar etmek olur. Üstelik El-Kaide ve Taliban hiç olmadığı kadar güçlü pozisyonda iken.Hamid Karzai seçimleri kazansa bile ABD güdümlü olması onu herhangi bir seçenek olmaktan çıkarıyor.Muhalefet ise Pakistan'da olduğu gibi Taliban merkezli bir ayaklanma içerisinde. Öldürülen Mesud'ud yerine başka bir Mesud getirilmek isteniyor, bu konuda atılan dış adımların esas amacı Pakistan'ın istikrarsızlaştırılması.

Obama'nın iç politikadaki desteği azalıyor,müttefikler düzeyinde ise balayı dönemi bitmiş durumda. Küresel Kriz'in tüm ülkelerin iç sorunlarına odaklanmasına yol açması ile son 10 yılın savaşları artık küresel menfaat kavgasını yerelleştirerek iç çatışmalar boyutuna taşıyacak.ABD, Irak'tan yakasını sıyırmaya çalışırken sıra Afganistan'a geliyor.Sorumluluklarını yıkmak istediği en önemli güç ise Türkiye. İngiltere ve diğer ülkelerin, NATO'nun en büyük ikinci ordusundan daha fazla asker göndermesi için ABD'yi sıkıştırması kendileri açısından mantıklı gözüküyor.

Tüm bu yaşananlar , bizler zamanlaması hatalı bir Kürt Açılımı ile meşgul olurken Dünya'da iyice derinleşen kriz+savaş bunalımının kıyımıza bıraktıkları.Hormonlu bir büyümenin esiri olmuş, borç batağı içerisinde refleksleri zayıflamış bir Türkiye tablosu düşmanlara cesaret veriyor.Zaten müttefiklerimizi sayarsak düşmana ihtiyacımız pek görünmemekte.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Bakkal Amca Açılımı...

Yama misali ekonomik açılımlara bir yenisi daha eklendi.Halkı tüketim yapmaya çağıran "Alın-Verin, Ekonomiye Can Verin" kampanyası bu... TOBB'un "Kriz Varsa, Çare Var" girişimine benzer biçimde reklamlarla topluma mesaj verilip, harcama yapmaları gerektiği vurgulanıyor.Sivil toplum -demek resmi toplum da var- duran üretim çarklarını yağlamak için tüketim yapmayı teşvik ediyor.Rant paylaşımına dayalı ahbap-çavuş ilişkilerinin egemen olduğu burjuvazi sınıfımız artık tehlikenin büyüklüğüne ikna olmuş durumda.

Yaşanan bunalımın çift dipli olabileceğini iddia eden Roubini, şimdiye kadar duymadığım bir kavramla beni tanıştırdı "stagdeflasyon".Rahmetli Selçuk Abaç Hocamız stagflasyon dediği zaman belanın büyüğünü kavramaya çalışmıştım.Turpun büyüğü torbada imiş,Türkiye durgunluğu fiyat düşüşleri ile birlikte tecrübe ediyor.Düştüğü iddia edilen fiyatların istikrara dayanan bir temeli bulunmuyor.Kamu kesiminin borçlanma gereği arttığı sürece artan faiz oranlarına ek olarak ithalatla birlikte yükselecek cari açık doların değer kazanmasına neden olacak.Fiyat istikrarı kalır mı ya da enflasyonda düşüş ivmesi devam eder mi o zaman göreceğiz.Ümüğümüzü sıkanlar, IMF anlaşmasını bile ikircikli politikalarıyla kendilerine benzettiler.

Çare, kaynakları verimli ve yerinde kullanmak olmalı. Dış kredilere bağlı hormonlu büyüme stratejisi duvara çarpmış görünüyor.IMF için laboratuvar ülke olmanın utancını kimler üzerine alacak bilmiyorum, ama gelecek zaman zarfında ekonomik krizin tetiklediği siyasi krizin büyükşehirlerde çatışma çıkarma ihtimali var.Dertlenecek sorunumuz çok ama dertlenecekler üzerilerine pek almıyorlar.

25 Ağustos 2009 Salı

U,W Hangisi?

Ne zamandır gazete haberleri ve makaleleri okuyarak sizlerle fikirlerimi paylaştım. Bugün okuduğum bir haberde "Bay Kıyamet" namıyla anılan iktisatçı Roubini, yaşanan durgunluğun çift dipli yani W şeklinde olabileceği ihtimalini dile getirmiş.Kriz tahmininde bulunarak ün kazanan Nouriel Roubini , finansal kesimde başlayıp dünyayı saran küresel bunalımın alacağı biçimi tasvir etmeye çalışırken, Avro Bölgesi'nin motor gücü Almanya ile Fransa, Brezilya, Japonya, Hindistan, Çin gibi ülkelerde toparlanmanın daha çabuk olacağını öngörüyor.

Gelir dağılımının bozuk olması,2001 sonrası ABD'nin küresel işgal politikaları, finansal araçlara ulaşmadaki kolaylığa nazaran türev piyasalarda hiçbir denetlemenin yapılmaması, sosyal devletin içinin boşaltılması ile kronik işsizlik Batı tipi vahşi kapitalizmi krize mahkum etti.Yaşananlarda hiçbir dahli olmadıkları halde gelişmekte olan piyasalar ve geri kalmış ülkeler krizin kurbanı olarak bir kenara not edildiler. Şimdi oturmuş, herkes ABD'deki verilerin düzelmesini bekliyor,durgunluk bitince sanki her şey eskisi gibi olacakmış gibi.Emek harcamadan akıl almaz karlar edinilen, çalışanların fakirliğe mahkum edildiği bir dönem artık sona erdi. Tasarruf yapmayan, üretmeyen, ürettiğini adil paylaşmayan küresel dönem sonunu kendi elleriyle getirdi Aslında yaşananlar kriz öncesi kriz idi.

Ekonomiye yönelik parametrelerimizi değiştirmedikçe durgunluğu derinleşerek yaşamaktan başka olası bir yol görünmüyor.Sorun bizim gibi kerameti kendinden menkul yarı aydınların anlayamayacağı kadar yaygın ve karmaşık bana kalırsa.Ama benden size bir şey daha, insanca bir dünyada yaşamak istiyorsak mevcut durumu kabul edemeyiz.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Tayyip Marmara'yı Mesken mi Tuttun?

Mimarlar Odası , Büyükşehir Belediyesi'nin planları arasında Marmara Denizi'nde 3 adet suni ada inşa etmek olduğunu öne sürdü. İstanbul'da 1994 yılından itibaren belediyecilik hizmeti veren zihniyet kara üzerinde işini bitirmiş olsa gerek ki şimdi denize el atmış durumda.Merkezi idarenin büyük desteğine rağmen başarısız kalan Kadir Topbaş rant dağıtarak yerini korumaya çalışırken Tayyip Erdoğan gölgesi altında ezilmekten kurtulamıyor.

3. Boğaz Köprüsü güzergahının ortaya çıkması ardından inşaat aşamasında yaşanacak çevre katliamının boyutu belirlenmeye çalışılıyor.5.000 hektar ormanlık alana zarar vereceği tahmin edilen köprü çalışması bölgenin rant haritasını yeniden belirledi. Olan şu: Tarabya-Beykoz arasında ve devamı çevre yollarında yer alan arsalar kapanın elinde kalmış.Rant belediyeciliği ve peyzaj mimarisi anlayışı ile İstanbul şehrine giydirilen geçici çözümler için çok yüksek maliyetlere katlanılıyor.

Olası büyük deprem ihtimali bu tarz belediyecilik anlayışı içerisinde gereken öneme sahip mi , bilinmiyor? Muhalefet edemeyen sanal siyasete karşın bildiğini okuyan yerel idare, şehirde yaşayan tüm halkı ilgilendiren sorunlarda tek adamın aklına mahkum kalıyor. Daha yeni 50.000 meşe ağacına mal olan yeni çöp toplama alanı hizmet anlayışlarının bir tezahürü olsa gerek.

Sol siyasetin hadım edilmesi sonucu yerel ve merkezi yönetimi sağ düşünceye teslim eden halkımız, karşılığını çok ağır ödeyeceği bir senede imza atıyor. Zihinsel iklimin çoraklığı, çevrenin aşırı derecede kirletilmesi, rant sağlayıp rüşvet almanın olağan karşılandığı yozlaşmış değer yargılarının esas sahibi bizleriz. Hepimiz biraz Tayyip Erdoğan, biraz Abdullah Gül değil miyiz? Son tahlilde siyasetçiler, bizim karbon kağıda çalışılmış kara kalem eserlerimiz gibi kalıyorlar. Aynaya bakmaktan utanmak ahlak değil,hastalıklı bir ahlaksızlık...

23 Ağustos 2009 Pazar

Dolar 2 Lira Olur mu?

Anlaşılan Merkez Bankası'nın devam eden faiz indirimleri ekonomistlere halkı uyarmak ihtiyacını hissettirmiş.Borsanın artık yorulduğunu, kurların bir süre daha yatay seyir izleyeceğini,hazine bonosu ve bir yıllık mevduat gibi diğer yatırım araçlarının cazibelerinin arttığını söylüyorlar.Krizin en belirgin özelliği güvenin dibe vurup ekonomik faaliyetleri etkileyerek yatırımları durdurmasıydı.Yaşanan geçici düzeltmeler büyük yatırımcıların karlarını azami derecede çoğaltıp, 2008 yılı zararlarını azaltmaktan başka bir işe yaramıyor. Mayıs ayına göre artış gösteren Haziran ayı sanayi üretimi dip noktayı bulduğumuz hususunda bizleri aldatmasın. Türkiye'de kriz, geri kalan ülkelere nazaran daha sert bir düzeltme hareketi izleyecek görünüyor.

ABD'de finansal alanda başlayan küresel kriz, bizde yüksek işsizlik rakamları,düşen ithalata rağmen dış kaynağa fazlasıyla bağımlı cari açık,kamunun aşırı derecede nakit ihtiyacı üst üste konursa üretim alanında gerçek etkisini hissettiriyor.Temel dengelerde hiçbir iyileşmenin olmaması ya da sadece baz etkisine dayalı makyaj dışında yeni bir IMF anlaşmasına daha yelken açacağız görünüyor.Devlet elinde tek kalan faiz silahı ile kendi kendisini finanse ediyor. Borçlanma ihtiyacının hızlanması ile 2010 yılı için bırakın büyümeyi, siyasi gerginliğin had safhaya ulaşma ihtimali ile yangının gelecek yılları da saracağının işaret fişeği.

Benim derdim ise doların fiyatı ne olur sorusuna cevap aramak. Ülkemizde tüm krizlerin olmazsa olmaz kuralı ABD dolarının Türk Lirası karşısında aşırı değer kazanması üzerine kurulu, kısacası devalüasyon.Mahfi Eğilmez'e göre 1.58 olması gereken dolar-lira dengesi değerli TL'nin mevcudiyetini gösteriyor. Net hata noksan gibi akla ziyan bir kalem sayesinde döviz rezervlerimizin erimemesi tehlikeli sulara doğru yöneldiğimizi hissettiriyor.Dış destek kesilirse ya da yetersiz kalırsa siyasi krizin tetiklediği ekonomik deprem, son 1 senede 1.18 TL'den 1.80'lere fırlayan dolar fiyatını 1.48'lerden 2 liraya ulaştırır mı? Gerçekleri görmek için kendimizi aldatmamayı zorunlu kılıyor, yoksa yalancı çobanların hepsi mi siyasetçi, aralarında hiç ekonomist yok mu?

21 Ağustos 2009 Cuma

Dağlara Gel Dağlara!

Grup Yorum'un türküsü olması lazım, Dağlara Gel Dağlara.Güncel tartışmalar içinde durumdan vazife çıkaran MHP ve onun Grup Başkanvekili Mehmet Şandır, ağızlarda pelesenk olmuş sevdalarını gün yüzüne çıkarıp,"Gerekirse 50 sene dağda gezer, hakkımızı alırız." demiş. Ekonomik krizlerin arşa çıktığı günlerin değişmez aktörleri olan sağ siyaset esnafı sığ sularda balık avlama taraftarı.Açılımların sonucu:Batı ve İç Anadolu, Karadeniz bölgeleri tehlikeli şekilde milliyetçilik zırhını kuşanıyor. AKP ise azınlıkların hükümeti olma rolünü iyice benimsemiş durumda.

Krizle gelen, krizle gider meseli yürürlüğe girmiş gibi.AKP'nin herkes için demokrasi anlayışından sadece azınlıklara demokratik haklar sağlamaya dönme yanlışı, yol haritasının çıkmaz sokağını oluşturuyor.Bana kalırsa gitgide içe kapanan Türkiye için dönüm noktası Ergenekon Davası'dır. Kendilerine muhalif olan güçleri, darbeci güçlerle hemhal edip hukuku ayaklar altına alarak hapise gönderenler insan haklarını sadece türban ve cemaatlere kolaylık sağlamaktan ibaret görüyorlar.

Devlet otoritesinin yerine kendilerini geçirmeye davranan paramiliter güçler ülkemize karışık günleri hediye edebilirler.Solun kitlelere yeniden umut olması Kürtçülük yapmalarını değil, herkes için eşitlik-barış-sosyal adalet gibi esas sahibi oldukları ilkeleri ışığa kavuşturmalarını gerektirir. Hırsız sosyal demokratlardan, herkes sosyal demokrat sloganına ancak böyle dönülebilir.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Kimin Merkez Bankası?

2001 yılı Krizi süresince yaşanan sarsıntının ardından özerk ve bağımsız kurumlar oluşturulmasına gidildi. Siyasi müdahalelerin kamu bankalarını görevlerini yerine getiremez hale sokması bu tercihte etkili olmuş idi.Böylelikle yeni düzenleyici kurullar ya da özerk kurumlar kamu yönetiminde yerlerini aldılar. 2002 yılı seçimleri ve göreve gelen yeni iktidar geçen 7 sene boyunca bu kurulların özerkliklerini işlevsizleştirdi. Baskı altında karar vermek durumunda kalan bürokratlar, olması gerekeni değil kendilerinden istenilen kararları aldılar. 2006 yılında göreve gelen Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da aynı tip zorluklarla mücadele etme durumunda kalıyor.

Merkez Bankası 2008 Ağustos ayından beri faiz indirimi uyguluyor. Küresel Kriz , durgunluk , kredi piyasasının daralması ve düşen talep bu faiz politikasının altında yatan nedenler. Banka, enflasyonun düşme eğiliminde olacağını ısrarla tekrar ediyor.Talebi canlandırmak, finansman ihtiyacında olan aktörlere likidite sağlamak amaçlı bu faiz indirimleri devam edecek gibi.Bana kalırsa Merkez Bankası'nın açmazı şurada yatıyor: Ayakları yere basan,sağlam bir mali çerçeve programı yürürlükte olmadığı için tek başına bir şeyler yapma çabası içersinde.Siyasi iradenin IMF ile anlaşma imzalanması konusunda gösterdiği ağırkanlılık kuruma daha ciddi tehditlerle uğraşma sorumluluğunu yüklemektedir.

Ekonomide güven azalışı, hane halkının artan borçlanması ve tırmanan işsizlik reel kesimin üretim imkanlarını elinden alıyor. Dünya'da finansal alandan reel alana sıçrayan dengesizlikler bizde ise tam tersi bir duruma yol açmakta. Bu sebeple özel ve kamu bankaları riskli saydıkları kredilerini zamansız biçimde geri çağırmakta, reel sektörü bu defa da onlar sıkıştırmaktadırlar.Uzun vadeli kararların yerini günü kurtarma kaygısı aldığı için zaman kaybı bizlere yüksek maliyetler getirecek. Bu sene ve sonraki 2 sene bu krizin etkilerini izale etmek için çaba göstereceğiz.Hükümet yoksullaşan halkın taleplerini karşılayamayıp,onlar için fazlasıyla acıtıcı kararlar almak zorunda kalabilir. Bizlere Kemal Derviş ve AKP'yi hediye eden 2001 Ekonomik Krizi yeni yüzüyle 2009 yılında gene karşımızda.Üretim-tasarruf-yatırım ekonomimizin önceliği olmadığı sürece ileriki günlerde nereden tutarsak tutalım elimizde kalacak gibi görünüyor.

18 Ağustos 2009 Salı

Genç İşsizlik...

Her dört gençten birisi işsiz ülkemizde. İstihdam sağlayıcı ekonomik politikaların yerine kur-faiz-borsa saç ayağına bağlı bir büyüme tercih edildi bugüne kadar, sonuç ise ortada. Küresel Kriz öncesinde durgunluğun yaşandığı ve bu durgunluğun 2008 yılından itibaren daralma yönüne dönüştüğü göz önüne alınırsa yakamızı işsizlik-enflasyon-durgunluk çarkına kaptırmış durumdayız.Birbirini besleyen bu olumsuz ivme etkisi ekonomik alandan dışarı çıkarak toplumun tüm üstyapı kurumlarına sirayet etmiş durumda.

2009-10-11 yılları bu olumsuz etkilerin bertaraf edilmesi ile geçecek.Bu nedenle erken bir genel seçim yapılma ihtimali IMF anlaşması imzalanması kadar yakın bir senaryo. İktisadi faaliyetlerin küçülme yönünde devam etmesi yüzyılın ilk krizini bizlere katmerli biçimde yaşatacak görünüyor.Kamu ekonomisinin bozulmuş dengeleri yeni vergiler, zamlar ve kemer sıkmaya dönük tasarruf tedbirleri olarak halkımıza yansıyacak. Hane halkı gelirleri düşerken , yükselen borç ve giderler işsizlik oranının artması ile koşut olarak bankaların aktiflerine geri dönmeyen alacaklar olarak yazılacak.2001 Krizi'nin esas sebeplerinden olan bankacılık sektörü böylesi aktif kalitesinin bedelini ancak sermaye karşılama oranları düşerek göğüsleyebilir.

Daldan dala atlarken yaklaşan Ramazan Ayı ile yükselişe geçen enflasyona dikkat çekerim. Kamu açıkları borç faizlerini arttırırken , zayıf kalan talebin canlanması fiyatlarda şişmeye yol açacak. Üretimde toparlanmanın karşılığı olarak yükselen ithalatın cari açığı tetiklemesi riski ise kur fiyatlarını T.L. aleyhine değiştirir.Bu süreçte iktidar olarak Durgunluk+Enflasyon+Yüksek Faiz-Kur dengesizliğini kimseye anlatamazsınız.Ekonomi can acıtıcı bu sürece girmeden tedbir alınması en mantıklı yol.Tedbir alınmada gecikme yaşanması gerçeğini göz ardı etmezsek, son açılımların sebebi olarak bu bozulmayı örtmek olabilir.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Barometre...

Kurnaz insan ile akıllı insan arasında fark var bana kalırsa.Birisi kısa vadeli çıkarlarını ön planda tutarken, akıllı insan geleceğini de hesaba katarak hareket eder. Tıpkı Rusya Başbakanı Vladimir Putin ya da ABD Başkanı Barack Obama gibi. Bizde uzun erimli amaçları olan siyasetçiler azdır. Halkın oyunu aldıktan sonra sözünü unutanlar, rüşvet ve kayırma yaparak koltuğunun hakkını yiyenler,iç ve dış çıkar çevrelerinin maşası olanlar Türk politik hayatında normal olarak kabul edilirler.Üstelik bu durum insan malzemesinin çürüklüğünü de gösterir.

Tek suçlu onlar değil halbuki:Siyasetçiler, kirlenmiş bir toplumun günahkar barometresi olarak görülebilirler. Bizler, pisliğin üzerinde oturduğumuzun farkında bile değiliz. Muhafazakarlık ya da ayıp kültürü altında her türlü rezilliğe teşne insanlar üreten vahşi çöplük gibi bu güzel ülkemiz.Açlığın ve baskının ezdiği hayatların karşılığı işte böylesi bir kara tablo. Kaderimiz olarak bellediğimiz kıskaçlar arasında güdük bırakılmış , ulu orta yerlere serilmiş değer yargıları. Her geçen günün bir öncekini arattığı ilişki ve yaşam tarzları, modernleşemeyen bireylerin aidiyet duyduğu cemaatten kopamama sancısını için için anlatıyor.Kırdan kente göç sürecinde şehirlerimiz köyleşti, kentli insanların küçük gördüğü taşra kültürü büyük şehirlerde gitgide değersizleşerek hakim oldu.

Yozlaşmanın dibini bulduğumuzu anladığımız an ekonomik gerilememizin son noktasını da bulmuş olacağız.

14 Ağustos 2009 Cuma

Sadece Bizde Değil (Faşizm Yükselirken...)

Dünya çapında faşist güçlerin yükselişe geçtiği haberleri her geçen gün artıyor. Ekonomik krizin muhafazakarlığı ve yabancı düşmanlığını tetiklediği savaşlar çağında, bakışlarımızı etrafımıza çevirdiğimizde gelecek günlerin vahim gelişmelere gebe olduğu ortaya çıkıyor. Falcılık yapmak değil hevesim, sadece Kürt Açılımı ile başlayan kamplaşmayı, bilgi kirliliğini ya da çözümsüzlük seçeneklerini öne süren biz statüko taraftarlarını bir kenara koysak bile fitili ateşlenmiş bir bombanın üzerinde oturduğumuzun farkında olmadığımızı göstermek istiyorum.

Sokaklara çıkan insanlar herhangi bir şeyi bahane edebilir, haklarıdır. Emeklerinin karşılığını isteyen gençleri, emeklileri,çalışanları ya da iş arayanları şiddet yöntemiyle susturmak isterseniz büyük şehirlerde Şırnak, Hakkari ya da Lice'ler yaratır,başkaldırıyı durduramazsınız.

Yaygın işsizlik, Kürt Açılımı, azınlık milliyetçiliği gibi hassas konular sol siyasetin devlet eliyle ezildiği Türkiye gibi ülkelerde MHP-BBP-Saadet Partisi gibi sağ hareketlere fayda sağlar. Kapitalizmin bekçiliğini yapan militarist güçlere sivil ve gönüllü destek veren bu odaklar, sokak hareketlerine paramiliter güçlerini sevk etmekten çekinmezler. Devlet-i ebed düsturuna sıkı sıkıya bağlı bu gruplar, sandıktan çıkma faşizmin öncü güçlerini teşkil edebilirler. İnsan haklarında geri gitmeye başladığımızın işareti olan Kürt Açılımı, barış adı altında bazı gruplara savaş baltalarını gömdükleri yerlerden çıkarmalarına yarayabilir.

Altyapı, üstyapıyı şiddetli biçimde sarsıyor.Doğanın boşluk kaldırmadığını kabul edersek , bir tarafı doğranmış siyasi yelpazede alternatifsizlik halk düşmanı hareketleri güçlendiriyor. Kurt puslu havayı severmiş, sistemin bize dayattığı partiler kaderimizi belirlememeli.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Irak Bölünüyor, Biz Ortaklık Derdindeyiz...

ABD, 2011 yılına kadar Irak'tan çekilme kaygısı taşırken,kimilerince Türkiye doğan boşluğu doldurabilecek bir bölgesel güç olarak görülüyor.Kürt Açılımı'nın yankı bulduğu son günlerde Irak'a Dışişleri Bakanı ile Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı tarafından yapılan ziyarette karşılıklı çıkara dayalı stratejik ortaklık amacı güdüldüğü dile getirildi.Irak'a ziyaret gayesiyle bize yabancı kalan geleneklere, tarihsel arka plana, siyasi ve sosyal yapıya sahip komşumuzla ağırlaşan hatta kanayan yaralara pansuman vurma gayreti görülüyor.

Salt ekonomik çıkar kaygısıyla komşumuza yaklaşmak reel dış politik hesaptan öte öngörüsüzlüktür.Üstelik Irak, siyasi birliği konusunda tereddütler duyulan, kamu yönetiminde Sünni-Şii ya da Arap-Kürt-Türkmen gibi birbirine zıt unsurlar taşıyan, anayasasını federal yapıya dayandırmış, sınırları belirsiz ,ABD'ye her açıdan bağımlı bir devlet.PKK konusu, Kerkük ve Türkmen problemi bizle Irak'ı yakın zamanda karşı karşıya getirebilir. 2010 yılında yapılacak Genel Seçimler sonrası kıyamet kopmasa bile çatışma ihtimali yükselecek.Süreç boyunca iç güvenlik ciddi biçimde tehdit altında kalacak. Olası Arap-Kürt ya da Kürt-Türkmen savaşı sınırlarımıza yeni bir göç dalgası getirebilir. Bölgedeki karışıklıktan en fazla faydalanacak olan güç ise PKK olacak gibi görünüyor. Bu sayede yaşam alanını genişletecek.Örgütün iplerini elinde tutan Barzani-Talabani ve ABD için zayıf bir Irak, güçlü ve birleşik bir Irak'tan daha güvenilir bir müttefik.Aynı strateji Türkiye için de geçerli görünüyor.

Ümmetçilik ideolojisine dayalı dış politik adımlarla çok kutuplu dünyanın gerçekleri örtüşmüyor. Etnik ve dini unsurların moral değerler olarak, elle tutulur çıkarlar kadar etkili olduğu günümüz diplomatik arenasında bu düşünceyi hayata geçirmek yerel dengeleri bozarak din savaşlarına gidecek kadar bağnazlığa yol açabiliyor. Mustafa Kemal'in gerçekçi, dengeli, aktif ve barışçı dış politikasına geri dönsek fena olmaz bana kalırsa. ABD kaynaklı haritalar bizlere bölünmüş bir Irak'a benzer bir Türkiye vaat ediyor. Sarsılan benlik bilincimizi herkes için demokratik hakları geliştirerek ulaşabiliriz. Kendi güvenliğini sağlayamayanlardan fayda beklemek ise tek kelime ile şaşkınlıktır.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Rus Gazı Bize Ne Kadar Yarar?

Türk-Rus enerji anlaşmaları geçtiğimiz Perşembe günü Putin-Erdoğan arasında imzalandı. Türkiye'nin enerji koridoru olma özelliğini pekiştireceği söylenen anlaşmalar kanımca Rusların bizden daha kazançlı çıktığı bir akıllıca bir diplomasiyi içeriyor.

1-Rusya , Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı'na petrol verme karşılığında Güney Akım Doğalgaz Hattı için ekonomik bölgemizden faydalanma hakkına kavuşuyor.

2-Nükleer santral konusunda gelişme sağlarken, Nabucco'ya alternatif boru hattı inşa etme niyetini saklı tutuyor.

3-İsrail ile gaz anlaşmasını Türkiye üzerinden sağlama alıyor.

4-Mavi Akım 2 Hattının inşası ile daha fazla gaz satma imkanına kavuştu.

5-2011 yılında sona erecek doğalgaz anlaşmasını uzatmış oldu.

Atılan imzalar ile yeni bir cephe kazanan Rusya Federasyonu, işin magazinel tarafı bir kenara bırakılırsa akıllıca bir zamanlama ile bölgede enerji konusunda ağırlığını hissettirecek. Türkiye'nin karşı tarafa bağımlılığını arttıracak bu gelişmelerin stratejik açıdan ülkemize ne getirip ne götüreceğini zaman gösterecek.

Ticari açıdan önemli bir ortaklığa sahip olduğumuz Rusya gümrük konusunda anlaşmamız önemli bir konu. Çıkarlarımızı azami hale getirmemiz siyasi irade ile el ele gidecek.

4 Ağustos 2009 Salı

Ege Suları Niye Isınır?

Yunanistan, geçen gün ıssız bir adaya asker çıkarıp neden Türk gazetecilerini tutuklar? Neden Rum Yönetimi , Kıbrıs müzakerelerinde anlaşmaz tarafı oynadığı halde Türkiye'yi biteviye suçluyor? Ege Denizi'nde petrol arama çalışmalarının uluslararası hukuk ayağının sakat olduğunu bildiği halde komşumuz! neden ısrarla bu oyunu oynar? Sorular, sorular...

Ermeni Açılımı'nın hüsrana uğradığını, Kürt Açılımı'nı da aynı akıbetin beklediğini göz önüne alırsak Ortodoks Kuşağı'nın bizleri sardığı coğrafi alanda komşularla sıfır problem politikası imkansızın diplomaside ikrarıdır. Kıbrıs gibi Akdeniz'e çıkış noktamız olan bölgeyi hatalı adımlarla pazarlık konusu yapmak AB üyeliğini garanti etmez. Rumlara limanlara açmak,mülkiyet konusu ve garanti anlaşmasını tartışmak mantıksızlığın şahikasıdır. Başkalarının ağzına bakarak adımlar atmak onurunuzun tartışılır olmasını sağlamaktan başka bir sonuca yol açmaz.

ABD ve AB odaklı stratejiler Türk Dış Politikası'nın Mustafa Kemal merkezli teorisine ihanettir. Dünyada yaşanan değişimin bizleri geçmişin tutsağı yapmasından öte söylediklerim.Bağımsızlık, milli menfaatlerini tüm gücüyle korumak, komşularına saldırıya maruz kalma dışında her zaman barış elini uzatmak ve rasyonel olmak benim Atatürkçü diplomasiden anladığım. Demokrat Parti'den itibaren başlayan Amerikan Sevdası, modernleşemeyen bir halkın ağzı açık hayranlığının sonucu.Muhafazakarlık adı altında sürdürülen çağdaş normlardan uzaklaşma çabasının diplomasiye yansıması tüm yaşananlar.Aynı zamanda hayatını kul olarak sürdürmek isteyenlerle birey olarak sürdürme arzusu taşıyanlar arasındaki kavgadır bu.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Emek-Sermaye Çelişkisi...

Çalışma hayatının en önemli unsurunu oluşturan işçi ve işveren ilişkilerinde taraflar, üretimden kaynaklanan artı değeri ücret ve kar adı altında paylaşırlar. Liberal ekonomi teorisinde karın paylaşım biçimi üretim sürecine katılım durumuna göre değil, girişimin riskini yüklenen müteşebbisin karını azami hale getirmesine göre tarif edilmiştir. Emeğinin karşılığını ücret olarak talep eden işçi artı değerden asgari payı alır. Kar etmenin tek amaç olduğu, paranın insandan daha ön planda tutulduğu kapitalizm, Endüstri Devrimi ve coğrafi keşiflerle yarattığı emek sömürüsü ve emperyalist kolonizasyon sayesinde dünyaya yayılıp küreselleşmiş,bu süreçte çok uluslu şirketlerin çıkarları mensup oldukları halkların çıkarlarından daha önemli tutulmuştur.

Küresel Kriz , bıçak sırtında gelişen emek-sermaye çelişkisini keskinleştirerek çok taraflı iç savaşları ya da bölgesel bir savaş ihtimalini arttırdı.Kamuoylarının dikkatinin savaş ihtimaline çevrilmesiyle var olan paylaşım kavgası gündemden düşmüş oldu. ABD'de başlayıp diğer ülkelere sirayet eden krizle birlikte varlık değerleri azalmış, mali kuruluşlar iflas etmiş, ekonomik faaliyetler dibe vurmuştur. Türkiye, durgunluk+enflasyon baskısına ek olarak siyasi istikrarsızlık ve yönetim acziyetinin getirdiği tehditlere maruz bırakılmıştır.

Pastayı paylaşım konusunda her zaman emek karşıtı harekette yerini alan sağ siyasetin temsilcisi AKP, borçla çevirdiği tüketim ekonomisini yüksek faiz-düşük kurdan vaz geçerek düşük faiz-düşük kur açmazına soktu. Para musluğunun sıkı tutulması ticari hayatı örseleyerek , talebin zayıflamasına neden oldu.Zora giren reel ekonomi şimdilik sağlam duran bankacılık sistemini zayıflatabilir. Kredilerin geri dönmeme ihtimali göz ardı edilmemeli. İşçi sınıfı, işsizlik ve Kölelik Yasası gibi devlet kaynaklı tehditlerle karşı karşıya kaldı. Sermayenin istekleri yasa koyucu tarafından eksiksiz yerine getirilirken, çalışan kesim haklarından feragat etmeye zorlanmaktadır.

İleriki yıllarda üretim ekonomisinin tasarruf/yatırım odaklı büyüme stratejisini kazanmak için adil gelir dağılımı ve vergi politikaları ile kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına almak şart görünüyor. Nitelikli işgücü yetiştirmek doğru eğitim hamleleriyle mümkün.Eğer bunları gerçekleştirmezsek halihazırdaki sorunlar gelecek yıllarda karşılaşacaklarımız yanında devede kulak kalır.