IMF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
IMF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2009 Perşembe

Organ Alan Var Mı?

Haber can acıtıcı, Afyonkarahisar iline bağlı iki köyün bazı sakinleri! kredi kartı borçlarını ödemek için organ mafyasına böbreklerini satmışlar. Böbrek piyasasında rakamlar muhtelif 15.000-20.000 ya da 30.000 kim kime tutturabilirse.6 ilde eş zamanlı yapılan baskında yakalanan emekli öğretmen çete lideri ilk böbrek naklini para karşılığı kendisine yaptırmış.Bakmış para tatlı, piyasada istek var böbrek işine soyunmuş.Böbrekçi Hoca, arz ile talebi karşı karşıya getirip komisyon alarak anılan illerde tezgahını vücuda getiriyor.Kredi kartı borcu olan köylüler böylelikle önce kartlarına sonra da böbreklerine sarılarak borç batağından çıkmaya çalışmışlar. Operasyon yapılmasa sırada bekleyen köylülerden bir kısmı şimdi hayatlarına tek böbrekle devam ediyor olacaklardı.

Anadolu halkı genelde tarım ve hayvancılıkla geçinir,en azından bugüne kadar böyle oldu.2001 Banka ve Döviz Krizi ertesi IMF politikaları sayesinde tarım sektörü hızla küçülmeye başladı.Sebep? Sebep,devlet artık çiftçinin, köylünün ürünlerini satın almıyordu.Üretici, spekülatörün insafına terk edilerek güya gelişmiş ülkeler gibi çağdaş bir tarım piyasası kurulacaktı.Hedeflenenin tam tersi gerçekleşti, ürün fazlasına sahip ülkelere hazır ihracat kapısı olup,üretici iken tüketici haline getirildik. Zamanla tarım KİT'leri özelleştirilince köylü milletin efendisi değil, büyük toprak sahiplerinin ırgatı oldu.Tütün, fındık, buğday,mısır hemen hemen tüm ürünlerde ithalatçı ülke Türkiye. Nereden nereye? Kendi besicisini, çiftçisini, tohumcusunu bir kenara bırakıp dış ülkelerin gıdamızda sözü geçenlerden sayılmasına sebep olduk.GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ekili tarım alanları artık organik tarım için elverişli değil.Üstelik tohumlarını da sana bunu ilk kez pazarlayanlardan almak zorundasın.Şimdi herkes Suriye sınırındaki toprakların neden altın değerinde olduğunu anladı mı? Toprak kutsaldır, emek kutsaldır,üreten kutsaldır.Var mı itirazı olan?

Sonuç ortada; borç içinde yüzen köylümüz satacak bir şeyi kalmadığından vücudunun bir parçasını paraya tahvil ediyor.Demagoji yapmıyorum, dün oyunu satanların bugün böbreklerini satmalarını yadırgamasam da üzülüyorum.Sefaletin günlük hayat ritüellerine girdiği, yozlaştıkça yobazlaşan bir cemaat toplumuna neyi, nasıl anlatacaksın? Halk cahil, ümitsiz ve yokluğun pençesinde kıvranıyor.Ülkede genel bir savaş hali dışında kaos için her şey mevcut.Senaryo yazılmış, figüranlar sahnede...Merak etmeyin,başrol oyuncuları da fazla zaman geçmez rollerinin gereğini yerine getirirler.Buradan Cumhuriyeti,kendileri gibi kese kağıdı haline getirmeye çalışanlara bir çift lafım olacak:Tarihi bilmiyorsunuz, hele yakın tarihi hiç.

Borç Yiyen...

Türkiye,bugüne kadar IMF ile 19 kez masaya oturdu.20.IMF Anlaşmasının ise akıbeti hala belirsiz.Oysa,Para Fonu'nun buyur edeceği tedbirlerin benzerleri Orta Vadeli Program ile şimdiden yola çıkmış,geliyor.Köpüğü alınmış açılımların ardına bakarsak yarın bugünden daha fakir olacağımız söylenebilir.IMF-Dünya Bankası toplantıları İstanbul çapında yaşattığı yoğun trafikle devam ederken benim değinmek istediğim esas konu şu:

Radikal Gazetesi Ekonomi sayfasında IMF'ye kalan borcumuz ile ilgili bir haber var.Gazete'ye göre borcumuz halen 7.8 milyar dolar.Haberin içeriğinde 2001 yılından beri kullandığımız kaynak 47.128 milyon dolar, ödemelerimiz ise 46.780 milyar dolar olarak yer almış.Faizlerle beraber toplam borç ödemelerimize kalan miktarı eklersek 54.850 milyar dolara ulaşıyoruz.Sadece faiz giderleri ise 7.722 milyar dolar olmuş.Yılda 1 milyar dolara yakın bir rakam.

Kriz dönemlerinde taze kaynak bulmak için kapısını her çaldığımızda IMF bize para verip,reçete sunmuş orası tamam.Biz bu reçeteyi uygulamayıp kulağımızın üzerine yatmışız ona da kabul.Peki üstesinden bir türlü gelemediğimiz dalgalanmaların asli sebebi olarak mevcut düzeni göremez miyiz? Küresel Kriz'in patlamış yedek lastiği IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar bizim gibi geri kalmış ülkelere kendi mali politikalarını dikte etmeleri sonucu bu sahip-köle ilişkisi marazi hale gelmiş olamaz mı?

Başından beri düzen bozuk kurulmuş.Konu üzerinde hepimizin ortak sorumsuzluğu es geçilemez.Birey ve toplum olarak tasarruf değil tüketimin özendirildiği,borçla hayatını sürdürmenin uzun vadede onulmaz sorunlar açacağını artık öğrenmiş olmamız lazım.Dönüp dolaşıp IMF ile anlaşma imzalamak kendini sürekli tekrar etme halini alıyor.Tedavi etmemiz gereken travmalarımız var ve biz bunlardan acı şekilde kaçıyoruz.Sorun IMF'de değil, bizlerde.

30 Eylül 2009 Çarşamba

IMF ile Anlaş(ama)ma...

Türk Hükümeti'nin bu ayın sonuna kadar IMF ile bir anlaşmaya imza atacağını öne sürmüştüm.Yanılmışım,ayrıntılar üzerinde çalışıldığı öne sürülen program konusunda halen anlaşma sağlanamadı.Açıklanan Orta Vadeli Program, IMF anlaşmasına benzer ögeler içereceği için ikisi arasında finansman ayağı dışında herhangi farklılık bulunması güç.Yanılma sebebim ne olabilir diye düşününce şu kanıya vardım:Siyasi gücün, Uluslararası Para Fonu ile destek anlaşması imzalanmasından imtina etme gerekçesi kurumun ayak diretmesi olamaz mı?Dünya yeniden şekillenirken buna yardımcı olacak hazır kıtalardan birisi de IMF.Ayağımıza kadar gelip her gün yeni maddeler öne sürmek cinliğini sadece bizler bilmiyoruz.

Para Fonu,kağıt üzerinde üye ülkelere kriz dönemlerinde mali tavsiyeler vermek aynı zamanda gereken finansmanı sağlamak amacıyla kurulmuş. Ben onların yalancısıyım,ama uygulamaya gelince anlaşmalarda sermaye kesiminin zenginliğini daha da arttıran unsurlar hep ön planda.IMF ile 20 (yazıyla yirmi) adet stand-by imzalayan bir ülke vatandaşı olarak artık şerbetlendik.Salma türü vergilere,haksız enflasyon vergisine karşılık taze yabancı kaynak sağlamak gelir dağılımını bozup, vergi tabanını genişletmediği için yapısal sorunların ileride daha da büyük problemler çıkarmasına neden oluyor.Konuya teknik bakış açısı getirecek kadar bilgi sahibi bir insan değilim, görünen resim siyasi gerekçelere takılan bir anlaşamama hali mevcut.

Küresel Güçler, çıkarları uğruna her türlü kurum ve imkandan azami ölçüde faydalanıyorlar.Ekonomik örgütler ya da araştırma şirketleri dev finansal kuruluşların aktiflerinde yer alan zehirli varlıkların krize sebebiyet vermesini göremeyecek kadar saf değillerdir sanırım.ABD tarafından durgunluktan faydalanarak zayıflamış,negatif dolar balonunu sıfıra yaklaşan faiz indirimleri ile boşaltıp,piyasaya dolar arzını zamanla azaltarak güçlü bir para birimi yaratılması amaçlanıyor olamaz mı?

Geleceğin dünyasında Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya önem kazanan aktörler olacaklar.Bu ülkelerin en önemli özellikleri ise döviz fazlaları. Özellikle Çin tasarruf fazlalarını ABD tahvillerinde değerlendiriliyor.Kriz sona erdiğinde yurtiçi üretim ve yatırım oranları en önemli kalemler haline gelecekler.Anılan ülkelerin avantajları işte bu alanlarda.İleride borca dayalı büyüme kaynakları tüketen geri kalmış bir anlayış olarak ele alınacak.

İstanbul'da yeni başlayan IMF-Dünya Bankası Toplantıları küresel kriz çağında G-20 ülkelerinin kendi çıkışlarını arama platformları sayılıyorlar. Ülkeler bazında karar vericiler Para Fonu ile çalışmakta zorunlu değil gibi görünürler ama kazın ayağı öyle değil.Dev finans kurumları borç verdikleri ülkelerden paralarını geri almak için araya Para Fonu'nu koymakta.Ciroları ülkelerden büyük şirketler işlerini şansa bırakır mı?İnsanın aklına krizden kaynaklanan trilyonlarca dolar zarar takılıyor.Tüm krizlerde olduğu gibi ABD'de finans piyasasının zararlarını geniş halk kesimleri çekecek.Türkiye bu girdabın dışında kalamadı.Zamanında gereken önlemler alınsaydı işsizlerimiz evlerine ekmek götürebileceklerdi.

25 Eylül 2009 Cuma

Doların Seyri...

G-20 Zirvesi devam ederken merkez bankaları piyasaya dolar arzını azaltacakları yönünde politika beyanında bulundular. Bu duruma ek olarak ABD'de sıfıra yaklaşan dolar faizleri de kademeli bir şekilde arttırılacak. Diğer ülkeler de ABD'yi takip edecekler sanırım. Kısacası piyasalarda doların değeri yükseliş yönünde olacak.Halihazırda cari açık sorunu yaşayan ABD güçlü para birimine sahip olma dezavantajını ihracat alanında nasıl aşabilir?Banka ve finans kuruluşlarına aktiflerindeki zehirli varlıklar nedeniyle sermaye zerk eden ABD yönetimi daralmanın etkilerini aşmadan faizleri arttırmakla doğru hareket ediyor mu? Bunu zaman gösterecek, yalnız açık bir gerçek söz konusu: Kriz, ABD'de başladığına göre oralar düzelmeden gerçek bir küresel iyileşmeden bahsedemeyiz.

Sorularımıza devam edelim: Türkiye ve piyasalarımız bu değişikliği nasıl karşılayacak? Bana kalırsa halen kan kaybeden dolar,üstelik T.L. gerçek değerinden uzak iken dış gelişmelere bağlı olarak yükselişe geçtiğinde fiyatını ne oranda düzeltir? Ağustos 2008 döneminde 1.18 TL olan kur şimdi 1.49 seviyesinde.13 aylık değer kazancı ise %27. %30'luk değer artışını şu anki kura yansıtırsak T.L. fiyatı dolar karşısında 1.90-1.95 arasında olur. Siyasi istikrar gibi önemli bir çapa olduğunu farz edersek bu durum geçerli sayılır. Seçimlerin erkene alınması ya da baskın bir genel seçim hükümetin geçen hafta açıkladığı programın köküne kibrit suyu dökülmesi demek. Özetle; belirsizlik güveni zedeliyor, menkul varlıklar özellikle istikrarsız ortamlarda likit kalarak kısa vadede güven duyduğu limanlara sığınıyorlar.Bu adresler ise güçlü ekonomiler oluyor.Fırtınalı sularda borç ekonomisini yüzdürmek daha fazla maharet istiyor.Öngörülerde isabetli olmak, kararlı bir şekilde doğru adımları atmak, sağlıklı iç ve dış kamuoyu desteği bu dönemin en az hasarla atlatmanın ana hatları.

Radikal'in haberine göre, Euromoney Dergisi Durmuş Yılmaz'ı en başarılı Merkez Bankası Başkanı olarak seçmiş, üstelik aynı dergi bu ödülü 2000 yılında Gazi Erçel'e de sunmuş. 2001 Krizi'nde parasını dolara yatıran bir Başkan ve mahkemede beraat etmesi kötü bir örnek.Şöyle diyebilir miyiz: Başarılı her Merkez Bankası Başkanı ardında derin kriz bırakandır. Korkarım, Durmuş Yılmaz onca iyi niyetine 2009 Krizi'nin kurban isimleri arasında sayılacak.

Ekonominin Papatya Falı...

New York'ta süren BM toplantıları sona erdikten sonra G-20 Zirvesi ABD'nin Pittsburgh şehrinde dün başladı.Türkiye olarak tam takım oralardayız.Gezinin tüm maliyetini halen merak ediyorum.Paramızın iç edildiği o kadar geniş kapsamlı heyetlerle kotarılan avanta dış geziler karşılığında bize neler düşecek? Elbette zam, vergi ve daha fazla fakirlik...Hele bekleyin, Davos'a diyet niyetine imzalanan bir IMF anlaşmasını.Yarın öbür gün emekli maaşlarının fazladan tırnaklanması da cabası.Görülen o ki en haksız salma türü olarak bildiğimiz enflasyon vergisinden sabit ve dar gelirli insanlarımız fazlasıyla etkilenecek.

Ali Babacan ise IMF anlaşması imzalanmış gibi gelecek olan paranın iç borç ödemesinde kullanılacağını anlatıyor.Hani Orta Vadeli Program IMF olmadan da yürütebilir idi? Kaynak sıkıntımız o kadar üst düzeydeki sadece bu yılın bütçe açığı 60 milyar T.L.'de tutulursa olumlu bir gelişme olarak kabul edilecek.Faiz ödemeleri düşürülen oranlara rağmen hızla artıyor.Düşen faizler, yükselen borsa ve görece istikrarlı dolar kuru sizleri aldatmasın.Dövizin fiyatı talebe bağlı olarak sıçrarsa bizi o en çok güvendiğimiz net hata noksan kalemi de kurtaramayacak.

Şimdi bana hiç mi olumlu gelişme olmuyor diye soracaksınız? En iyi gelişme insanların yavaş yavaş uyanması...Küresel krizle karşılaşılan ağır fatura geniş kitlelerce paylaşıldıkça toplumda adalet isteği öne çıkıyor.Bu ekonomik çelişkilerin bir yanında halk var diğer yanında ise azınlıkta kalanlar. Daha fazla yoksulluk mahallerinden yağma için çıkıp komşularını soyarak ganimet elde eden yığınların bonusu olabilir.

Siyasi ve sosyal konulara ideolojik yaklaştığım söylenebilir, saygı duyarım. Haklı olduğuna inandığım her konuda taraf tutmak benim tercihim. Üzüldüğüm nokta ise bu kadar çürümeye karşılık değişimin ancak bir ekonomik krizle hayata geçirileceği gerçeği.Belki de yaşananlar esaslı bir değişimin işaret fişekleridir. Gecenin en karanlık saati şafağın parlayacağı zaman imiş.

24 Eylül 2009 Perşembe

IMF ve AKP...

İsrail ve masonik ilişkiler ağı geri kalmış toplumların kanayan yaraları için aldıkları ağrı kesiciler bana kalırsa. Bu işin formülü ise şöyledir: Sorumluluktan kaçmak için bir suçlu aranır,bulunur.Hep o suçlunun ardına sığınılır. Başarısızlık arttıkça sanal zanlıya daha güçlü saldırılır. Ve...kişiliğimizi o öznenin merkezinde yaşayan nesne haline getiririz. Anılan yaklaşım; bilimsel bilginin üretilmeyip,eleştirel aklın dumura uğratıldığı dışa kapalı kalmış sosyal hayatların kana kana içtiği yaşam suyudur.

Aslında bu küflenmiş efsane en akla ziyan anlarda bile işe yaramakta. Malum, Ali Babacan Orta Vadeli Programı geçen hafta açıkladı.Yalnız ortada bir garabet var.Programı yürütecek kaynak mevcut değil.Ha anlaştık ha anlaşıyoruz palavrası altında kamuoyunu yanıltan açıklamalardan sonra aklıma şu soru takıldı : Davos Krizi'nden sonra İsrail devleti Suriye ile arabulucuk görüşmelerinde Türkiye'yi devreden çıkardı. Aynı İsrail ile ABD ve IMF arasındaki ise sarsılmaz birlik mevcut. Örnek gerekirse, IMF eski birinci başkan yardımcısı Stanley Fischer halen İsrail Merkez Bankası Başkanlığı'nı yürütüyor. Bu yazıyı lütfedip okuyanlar konu ile ilgili biraz araştırma yaparlarsa beni de aydınlatırlar.

Gelelim zurnanın zırt dediği yere. Tayyip Erdoğan ve saz arkadaşları ABD seyahatlerine önce New York'ta Amerikan Musevi Cemaati liderlerini ziyaret ederek başladı.Geçen hafta ise Ali Babacan, Londra'ya gidip henüz açıkladıkları programa destek aramıştı.Yarın öbürgün Pittsburgh şehrinde G-20 ülkelerinin ekonomik zirvesi yapılacak.El etek öpüldükten sonra IMF Başkanı ve memurları Türkiye'nin ekonomik durumunu övmeye devam edecekler. Kısacası diplomatik dille "Size para yok, bakın başınızın çaresine." diyecekler.

Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı, Heybeliada Ruhban Okulu veya azınlık vakıflarına ait mülkler. Bu sorunlar Lozan Anlaşması öncesi ve sonrasında iyi kötü çözüme kavuşturulmuştu. Hükümette azınlıklara olan aşkın nedeni şimdi ortaya çıktı.AB ve ABD aşkı uğruna arı kovanına çomak sokuldu, işte size açılım. Ekonomik açıdan bitmiş durumdasınız.Geçmişin Duyun-u Umumiye benzeri mali kuruluşları tam da bu zamanı beklemez mi? Küresel güçler siyasi dayatmalarını ekonomik kılıfa sokar, hasta adamlarına bağımlı kılıcı tedavi olarak uygularlar.

Bu saatten sonra herhangi bir IMF anlaşması olmadan bir program yürütseniz bile dışa olan bağımlılığınızı azaltamazsınız. Vakit geçmeden erken bir genel seçim ve daha milli bir siyasi idare elzem olmakta. Bana kalırsa kişisel ihtiraslarını akıllarının önünde tutanlar savaş ya da bunalım çıkarmadan rahat durmazlar.İnşallah yanılırım...

28 Ağustos 2009 Cuma

IMF Toplantıları ve Büyüme...

IMF ve Dünya Bankası'nın yıllık zirveleri Ekim ayı içerisinde İstanbul'da yapılacak. Küresel Kriz'in tam ortasına gelen bir dönemde böylesi bir toplantı ses getirecek özelliklere sahip.Yapılan açıklamalara dayanılarak Para Fonu'na bakılırsa 2. çeyrekte artık büyüme rakamlarında daha ılımlı bir düşüş ya da hafif bir çıkıştan bahsediliyor. Fonun 1.Yardımcısı Lipsky şu ana kadar alınan tedbirlerin yukarıdaki gelişmeleri tetiklediği ancak finansal piyasalarda beklenen düzelmenin daha yaşanmadığını söylüyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemin güçlüklerini 3 konuya indirip konuyu şöyle bağlıyor:
1-Kısa Vadeli Güçlükler:Özel sektöre dayalı pozitif büyüme beklentisi gerçekçi mi?
2-Finans Sektörünün Yenilenmesi:Piyasaların yenilenmesi için neye gereksinim vardır ve bu ne zaman yapılacaktır?
3-Yapısal Konulara Yönelmek:Küresel büyümeye yeniden ulaşmak ve gelecekteki çalkantılardan kurtulmak için kamu ve özel piyasalarda ne gibi değişiklikler yapılacaktır?

Muhtemelen İstanbul'daki zirvede bu konular daha enine boyuna tartışılacaktır.Geriye dönersek bunalımın kökeninde finansal piyasalarda şişme, banka aktiflerine sonradan zarar olarak geçen zehirli varlıkların kredi piyasasında rağbet görmesi , emtia fiyatlarının aşırı değer kazanması ile denetimsizlik gibi unsurların yattığı iddia ediliyor.Bana kalırsa kriz nedenleri savaş/tüketim ekonomisinin üretim ve paylaşım ekonomisine dönüştürülememesinde yatıyor.Azınlık olan zengin sınıfın korkunç bir servet artışına karşılık 1 milyar kadar insanın günde 1$'dan daha az bir parayla geçinmek zorunda kalması, bunalıma giden yolun yapıtaşı. Bu sefalet derecesindeki yaşam koşulları krizden önce de yaygındı, şimdi ise daha da yaygınlaştı.Temel dengelerdeki bozukluklar sadece iktisatçıların kendi aralarında tartışmalarının konusunu oluşturuyor.İktisat insan davranışlarını içeren bir sosyal bilim ise ekonomik faaliyetler böylesi bir fakirlik ortamında en ilkel seviyesinde kalır.50 trilyon $'a mal olduğu söylenen krizin faturasını yine bu konuda hiçbir dahli olmayan insanların sırtına yüklemek yeni bir krizi çağırmak değil mi?

Bu kriz kapitalizmin adil olmayan paylaşım politikalarından güç aldı. Yatırım-tasarruf -üretim kriterlerinin, sadece özel sektöre dayalı büyüme ve finansal araçların alınıp satılmasına dayalı kredi ekonomisi karşısında geri planda bırakılması sonucu bugünlere gelinmiştir.Yarının neler içereceği bu kadar toz duman arasında belirsizliğini korurken ülkemiz için kesin olan tek konu Türkiye'de yeni bir krizin başlama olasılığı.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Bakkal Amca Açılımı...

Yama misali ekonomik açılımlara bir yenisi daha eklendi.Halkı tüketim yapmaya çağıran "Alın-Verin, Ekonomiye Can Verin" kampanyası bu... TOBB'un "Kriz Varsa, Çare Var" girişimine benzer biçimde reklamlarla topluma mesaj verilip, harcama yapmaları gerektiği vurgulanıyor.Sivil toplum -demek resmi toplum da var- duran üretim çarklarını yağlamak için tüketim yapmayı teşvik ediyor.Rant paylaşımına dayalı ahbap-çavuş ilişkilerinin egemen olduğu burjuvazi sınıfımız artık tehlikenin büyüklüğüne ikna olmuş durumda.

Yaşanan bunalımın çift dipli olabileceğini iddia eden Roubini, şimdiye kadar duymadığım bir kavramla beni tanıştırdı "stagdeflasyon".Rahmetli Selçuk Abaç Hocamız stagflasyon dediği zaman belanın büyüğünü kavramaya çalışmıştım.Turpun büyüğü torbada imiş,Türkiye durgunluğu fiyat düşüşleri ile birlikte tecrübe ediyor.Düştüğü iddia edilen fiyatların istikrara dayanan bir temeli bulunmuyor.Kamu kesiminin borçlanma gereği arttığı sürece artan faiz oranlarına ek olarak ithalatla birlikte yükselecek cari açık doların değer kazanmasına neden olacak.Fiyat istikrarı kalır mı ya da enflasyonda düşüş ivmesi devam eder mi o zaman göreceğiz.Ümüğümüzü sıkanlar, IMF anlaşmasını bile ikircikli politikalarıyla kendilerine benzettiler.

Çare, kaynakları verimli ve yerinde kullanmak olmalı. Dış kredilere bağlı hormonlu büyüme stratejisi duvara çarpmış görünüyor.IMF için laboratuvar ülke olmanın utancını kimler üzerine alacak bilmiyorum, ama gelecek zaman zarfında ekonomik krizin tetiklediği siyasi krizin büyükşehirlerde çatışma çıkarma ihtimali var.Dertlenecek sorunumuz çok ama dertlenecekler üzerilerine pek almıyorlar.

25 Ağustos 2009 Salı

U,W Hangisi?

Ne zamandır gazete haberleri ve makaleleri okuyarak sizlerle fikirlerimi paylaştım. Bugün okuduğum bir haberde "Bay Kıyamet" namıyla anılan iktisatçı Roubini, yaşanan durgunluğun çift dipli yani W şeklinde olabileceği ihtimalini dile getirmiş.Kriz tahmininde bulunarak ün kazanan Nouriel Roubini , finansal kesimde başlayıp dünyayı saran küresel bunalımın alacağı biçimi tasvir etmeye çalışırken, Avro Bölgesi'nin motor gücü Almanya ile Fransa, Brezilya, Japonya, Hindistan, Çin gibi ülkelerde toparlanmanın daha çabuk olacağını öngörüyor.

Gelir dağılımının bozuk olması,2001 sonrası ABD'nin küresel işgal politikaları, finansal araçlara ulaşmadaki kolaylığa nazaran türev piyasalarda hiçbir denetlemenin yapılmaması, sosyal devletin içinin boşaltılması ile kronik işsizlik Batı tipi vahşi kapitalizmi krize mahkum etti.Yaşananlarda hiçbir dahli olmadıkları halde gelişmekte olan piyasalar ve geri kalmış ülkeler krizin kurbanı olarak bir kenara not edildiler. Şimdi oturmuş, herkes ABD'deki verilerin düzelmesini bekliyor,durgunluk bitince sanki her şey eskisi gibi olacakmış gibi.Emek harcamadan akıl almaz karlar edinilen, çalışanların fakirliğe mahkum edildiği bir dönem artık sona erdi. Tasarruf yapmayan, üretmeyen, ürettiğini adil paylaşmayan küresel dönem sonunu kendi elleriyle getirdi Aslında yaşananlar kriz öncesi kriz idi.

Ekonomiye yönelik parametrelerimizi değiştirmedikçe durgunluğu derinleşerek yaşamaktan başka olası bir yol görünmüyor.Sorun bizim gibi kerameti kendinden menkul yarı aydınların anlayamayacağı kadar yaygın ve karmaşık bana kalırsa.Ama benden size bir şey daha, insanca bir dünyada yaşamak istiyorsak mevcut durumu kabul edemeyiz.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Kimin Merkez Bankası?

2001 yılı Krizi süresince yaşanan sarsıntının ardından özerk ve bağımsız kurumlar oluşturulmasına gidildi. Siyasi müdahalelerin kamu bankalarını görevlerini yerine getiremez hale sokması bu tercihte etkili olmuş idi.Böylelikle yeni düzenleyici kurullar ya da özerk kurumlar kamu yönetiminde yerlerini aldılar. 2002 yılı seçimleri ve göreve gelen yeni iktidar geçen 7 sene boyunca bu kurulların özerkliklerini işlevsizleştirdi. Baskı altında karar vermek durumunda kalan bürokratlar, olması gerekeni değil kendilerinden istenilen kararları aldılar. 2006 yılında göreve gelen Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da aynı tip zorluklarla mücadele etme durumunda kalıyor.

Merkez Bankası 2008 Ağustos ayından beri faiz indirimi uyguluyor. Küresel Kriz , durgunluk , kredi piyasasının daralması ve düşen talep bu faiz politikasının altında yatan nedenler. Banka, enflasyonun düşme eğiliminde olacağını ısrarla tekrar ediyor.Talebi canlandırmak, finansman ihtiyacında olan aktörlere likidite sağlamak amaçlı bu faiz indirimleri devam edecek gibi.Bana kalırsa Merkez Bankası'nın açmazı şurada yatıyor: Ayakları yere basan,sağlam bir mali çerçeve programı yürürlükte olmadığı için tek başına bir şeyler yapma çabası içersinde.Siyasi iradenin IMF ile anlaşma imzalanması konusunda gösterdiği ağırkanlılık kuruma daha ciddi tehditlerle uğraşma sorumluluğunu yüklemektedir.

Ekonomide güven azalışı, hane halkının artan borçlanması ve tırmanan işsizlik reel kesimin üretim imkanlarını elinden alıyor. Dünya'da finansal alandan reel alana sıçrayan dengesizlikler bizde ise tam tersi bir duruma yol açmakta. Bu sebeple özel ve kamu bankaları riskli saydıkları kredilerini zamansız biçimde geri çağırmakta, reel sektörü bu defa da onlar sıkıştırmaktadırlar.Uzun vadeli kararların yerini günü kurtarma kaygısı aldığı için zaman kaybı bizlere yüksek maliyetler getirecek. Bu sene ve sonraki 2 sene bu krizin etkilerini izale etmek için çaba göstereceğiz.Hükümet yoksullaşan halkın taleplerini karşılayamayıp,onlar için fazlasıyla acıtıcı kararlar almak zorunda kalabilir. Bizlere Kemal Derviş ve AKP'yi hediye eden 2001 Ekonomik Krizi yeni yüzüyle 2009 yılında gene karşımızda.Üretim-tasarruf-yatırım ekonomimizin önceliği olmadığı sürece ileriki günlerde nereden tutarsak tutalım elimizde kalacak gibi görünüyor.

18 Ağustos 2009 Salı

Genç İşsizlik...

Her dört gençten birisi işsiz ülkemizde. İstihdam sağlayıcı ekonomik politikaların yerine kur-faiz-borsa saç ayağına bağlı bir büyüme tercih edildi bugüne kadar, sonuç ise ortada. Küresel Kriz öncesinde durgunluğun yaşandığı ve bu durgunluğun 2008 yılından itibaren daralma yönüne dönüştüğü göz önüne alınırsa yakamızı işsizlik-enflasyon-durgunluk çarkına kaptırmış durumdayız.Birbirini besleyen bu olumsuz ivme etkisi ekonomik alandan dışarı çıkarak toplumun tüm üstyapı kurumlarına sirayet etmiş durumda.

2009-10-11 yılları bu olumsuz etkilerin bertaraf edilmesi ile geçecek.Bu nedenle erken bir genel seçim yapılma ihtimali IMF anlaşması imzalanması kadar yakın bir senaryo. İktisadi faaliyetlerin küçülme yönünde devam etmesi yüzyılın ilk krizini bizlere katmerli biçimde yaşatacak görünüyor.Kamu ekonomisinin bozulmuş dengeleri yeni vergiler, zamlar ve kemer sıkmaya dönük tasarruf tedbirleri olarak halkımıza yansıyacak. Hane halkı gelirleri düşerken , yükselen borç ve giderler işsizlik oranının artması ile koşut olarak bankaların aktiflerine geri dönmeyen alacaklar olarak yazılacak.2001 Krizi'nin esas sebeplerinden olan bankacılık sektörü böylesi aktif kalitesinin bedelini ancak sermaye karşılama oranları düşerek göğüsleyebilir.

Daldan dala atlarken yaklaşan Ramazan Ayı ile yükselişe geçen enflasyona dikkat çekerim. Kamu açıkları borç faizlerini arttırırken , zayıf kalan talebin canlanması fiyatlarda şişmeye yol açacak. Üretimde toparlanmanın karşılığı olarak yükselen ithalatın cari açığı tetiklemesi riski ise kur fiyatlarını T.L. aleyhine değiştirir.Bu süreçte iktidar olarak Durgunluk+Enflasyon+Yüksek Faiz-Kur dengesizliğini kimseye anlatamazsınız.Ekonomi can acıtıcı bu sürece girmeden tedbir alınması en mantıklı yol.Tedbir alınmada gecikme yaşanması gerçeğini göz ardı etmezsek, son açılımların sebebi olarak bu bozulmayı örtmek olabilir.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Yatırım, Tasarruf, Üretim...

Ekonomimizin öncelikli sorunu yeterli miktarda parasal kaynağa sahip olamamasında yatmaktadır.Tasarruf açığı, yatırım yapma ya da mevcut borçları çevirme konularında bizleri dışarıdan borçlanma seçeneğine mahkum bırakıyor.Kriz dönemlerinin güven bunalımı, yetersiz tasarruf ve yatırım oranları nedeniyle katmerleşerek artarken, bilinen tedbirleri bile almaktan ısrarla kaçınan iktidar , borsa-faiz-kur gündemiyle Merkez Bankası'nın sadece faiz indirmekten ibaret silik politikalarına sığınmış durumda. Düne kadar istikrar için çapa olarak sunulan AB ve IMF gibi kuruluşlar köşeye sıkışmış hükümetten daha fazla taviz bekliyorlar. "Ümüğümüzü sıktırmayız!" noktasından Kürt ve Ermeni Açılımları'na giden yol haritaları zayıf ekonomimizi daha da sarsan siyasal gelişmelerin öncü göstergeleri bana kalırsa.

Ekonomik faaliyetlerde daralma, istihdamın azalması, zayıf talebi canlandırmak için uydurulan sanal teşvik paketleri ya da yama misali alınan vergi indirimleri temel dengelerdeki bozulmanın işaretleri. Birbirini besleyen bir süreç bu. Pusulası bozuk bir gemiyle , fırtınalı bir denizde kayalıklara doğru son hızla yol alıyoruz, kaptan köşkü ise boş...

Üretim ekonomisine yeniden dönüş için alınması gereken acil tedbirlerin başında siyasal istikrar geliyor. 2011 yılı ya da daha yakın bir tarihte yapılacak olan genel seçimler bu koşulu belirsiz kılıyor. İktidar olan ama muktedir olamayan AKP seçim döneminin getirdiği kısıtlamaları aşmak konusunda basiretsiz bir sınav vermiştir. Seçim zamanında eli açık olmak gibi artık bize lüks olan bir anlayışa sahipler.

Ekonomik bunalımın üstyapı kurumlarını derinden sarstığı bir döneme uygun şekilde Yargı-Hükümet ya da TSK-Hükümet kamplaşmalarının yaşanması Küresel Kriz tablosunun sadece bize ait olan resmini göstermekte. Sınırlarımıza yakın bölgelerde yaşanacak olası gelişmeler büyük ekonomik krizlerin savaşlara yol açabileceğini, savaşların ise siyasetin silahlarla devam eden şekli olduğuna bizleri inandırıyor.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Dibi Bulmak Ne Kadar Sürer?

Türkiye 2007 yılından itibaren yavaşlama sürecine girdi.Ekonomik faaliyetlerin daralma yönünde ivme kazanması ise teğet geçeceği söylenen Küresel Kriz ile eş zamanlı. 2009 yılı küçülme rakamlarının doğal sonucu olarak işsizlik ve enflasyon oranları tepe noktaları bulacak gibi. TÜİK'in çivi,süt tozu ya da barut gibi birbiriyle alakasız maddeleri enflasyon sepetine dahil etmesi bile durgunluk+enflasyon sarmalına girdiğimiz gerçeğini değiştirmez.Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları talepteki gerilemeye rağmen azalmış görünmüyor, mevsimsel etkilerin ya da dış dünyada emtia fiyatlarının düşmesi gibi sebepler arındırılsa bile Türk ekonomisinin kamu-özel sektör kaynaklı yapısal zaafları örtülmüyor. Tasarruf ve yatırım açığımızı, iç ve dış kaynaklı kredi musluklarıyla kapatma çabamız duvara çarpmış durumda. Kaynaklarımızı verimli kullanamamamız sonucu tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçiş sıkıntılarla dolu bir süreç şimdi.

Kamu kesiminin borçlarına, özel kesimin borçlarını ilave edersek kaynak sıkıntımızın had safhada olduğu ortaya çıkıyor. Bütçenin seçim öncesi ve sonrası durumu da hiç içaçıcı değil.Cari açığın biz ve bizim dışımızdaki sebeplerle düşmesi doların fiyatının artmayacağı anlamına da gelmiyor.Tüm bu verileri alt alta koyarsak şu sonuçlara varabiliriz:

1- Ekonomiye bakış açımızı dolar-faiz-borsa şaşılığından kurtarmamız lazım.
2-IMF ile imzalanacak olan anlaşma dipten gelen dalgaya karşı bizi koruyamayabilir.
3-2001 Krizi'nden sonra güçlendiği gözlenen bankacılık sektörü bile güven bunalımının nereye varacağını kestiremezken, hükümetin onca oyalamadan sonra dümeni yeniden IMF'ye teslim etme ihtimali başlı başına bir iradesizlik göstergesi.
4-Güvensizlik krizi beslerken, siyasetteki istikrarsızlık da krizi besleyecek.
5-Ekonominin siyasal sonuçlar yaratarak dönüşümü, sosyal kesimleri çatışmalara sürükleyebilir.
6-İnsan haklarında gerileme sandıktan çıkan bir siyasal hareketle hızlanabilir.

5 Haziran 2009 Cuma

Belirsizliğe Çare Olur mu?

Ekonomik teşvik paketi açıklandı, hayırlı olsun! Türkiye 4 ana bölgeye ayrılarak gelişmesi istenen yörelere belirli sektörlerde yapılan yatırımlar karşılığında destek sağlanacak. Yatırım ve istihdam açısından geç kalınmış ama yararlı bir adım atıldı.Ekonomideki belirsizliği giderecek bir çerçeve program ise hala yapılamadı. İlla illa IMF'nin olmasına gerek yok bu konuda; kendi milli programımızı kotarıp, yolumuza devam edebiliriz.

Başbakan, destek anlaşması hakkında IMF'nin siyasi içerikli talepleri olduğunu söylemiş. O zaman neden 18 aydır görüşmeye devam ediyorlar? Sürüncemede bıraktıkları IMF taslağını rafa kaldırmak daha dürüstçe bir davranış değil mi? Adamların kapısına gidip kredi isteyen biziz,anlaşmayı dinamitleyen gene biz.Uluslararası alanda dar kafalılıkla ve kısa vadeli bir uyanıkla hareket ederseniz Kıbrıs'da olduğu gibi kendizi mahcup duruma düşürürsünüz.Geçen hergün bizim aleyhimize... Korkarım, Dünya küresel krizden kurtulsa bile biz aynı sıkıntıların katmerlisini tekrar tekrar yaşayacağız.