http://halukselcuk.wordpress.com/2009/09/07/facebookta-adalet-icin-osman-kacmaza-destek-grubu-kuruldu/
Shared via AddThis
7 Eylül 2009 Pazartesi
5 Eylül 2009 Cumartesi
7'den 72'yi Çıkarın...
Türkiye'de işsiz sayısı, çalışabilir nüfusun yarısını oluşturan istihdama katılanların %15'lik kısmına karşılık geliyor.4 milyon kişiye yaklaşan bu sayıya gizli işsizler katıldığında 7 milyonluk bir kitle elde edilir.Bu kişiler, işi olmayan ya da işi olup verimliliğe, üretime katkısı olmayan insanlar.Amatör işi toplama ve çıkarmaya devam edelim:2008 yılının milli gelirinden A SES (Sosyo-Ekonomik Statü) diliminin aldığı pay tüm pastanın yarısı ve bu rakam 400 milyar dolara yakın.D ve E SES diliminin payı ise %5 ila 7 arasında değişiyor. Üstelik 72 milyon kabul edilen Türkiye nüfusundan zengin kesim olarak adlandırılan 15 milyon kişinin tümü üst gelir grubuna (creme dela creme) dahil değil. Benim bahsettiğim yurtiçi ve yurtdışı bankalarda 1 milyon liranın üzerinde nakit ya da gayrinakit varlığa sahip olan insanlar.Kaldı mı size aileleriyle birlikte topu topu 100 bin kişi.Kimseyi kimseye gammazladığım yok ve nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, burada rakamlar konuşuyor.
Biz neyin kavgasını yapıyoruz? Tüm yaşanan çatışmalar pastayı adil paylaşmak ya da paylaşmamak ile ilgili bana kalırsa.Gelir düzeyi düştükçe daha kötü eğitim, sağlık ve adalet hizmetleri önümüze diziliyor.Üstelik bozuk giden dengeler küresel krizle daha da bozulmuştur. Fakirlikte adaleti sağlayan AKP iktidarı açılımlarına sefalet düzeyine düşürdüğü yaklaşık 30 milyonluk kitleden başlasa varlık sebebini borçlu olduğu halka iyilik etmiş olur.Yoksa krizle gelen krizle mi gidecek?
Türkiye, adım adım kara para geliri ve kayıtdışı ekonomiye kaderini bağlamış, Duyun-u Umumiye türü kuruluşlardan aldığı desteklerle iç ve dış borçlarını çevirmeye çalışan bir ülke haline getirilmiştir.Rakamlar ve zaman gösteriyor RTE ekonomisi kimlerden yanadır. Unutmayalım, tepkilerimiz kadar var oluruz.Bize karşı olanların en büyük silahları ise sonradan edinilmiş korkularımızdır...
Biz neyin kavgasını yapıyoruz? Tüm yaşanan çatışmalar pastayı adil paylaşmak ya da paylaşmamak ile ilgili bana kalırsa.Gelir düzeyi düştükçe daha kötü eğitim, sağlık ve adalet hizmetleri önümüze diziliyor.Üstelik bozuk giden dengeler küresel krizle daha da bozulmuştur. Fakirlikte adaleti sağlayan AKP iktidarı açılımlarına sefalet düzeyine düşürdüğü yaklaşık 30 milyonluk kitleden başlasa varlık sebebini borçlu olduğu halka iyilik etmiş olur.Yoksa krizle gelen krizle mi gidecek?
Türkiye, adım adım kara para geliri ve kayıtdışı ekonomiye kaderini bağlamış, Duyun-u Umumiye türü kuruluşlardan aldığı desteklerle iç ve dış borçlarını çevirmeye çalışan bir ülke haline getirilmiştir.Rakamlar ve zaman gösteriyor RTE ekonomisi kimlerden yanadır. Unutmayalım, tepkilerimiz kadar var oluruz.Bize karşı olanların en büyük silahları ise sonradan edinilmiş korkularımızdır...
Etiketler:
AKP,
ekonomi,
gelir dağılımı,
Küresel Kriz,
para,
sosyal kesimler
4 Eylül 2009 Cuma
Ekonomi Kehanetleri...
Rakamlardan geleceği okumak falcıların hüneri. Ekonomistler ise mevcut verilerden tahminler çıkarıp öngörülerde bulunuyorlar.Benim Türkiye'de tanıdığım ekonomi yazarları arasında krizin geleceğini 2005 yılında gören yalnızca Uğur Civelek oldu. Başkaları da vardı muhakkak ,ancak kendilerini okumadığım için isimlerini sayamadım. Bu yazarlar dünya ekonomisinin temel dengesizliklerini güncel hayattan alarak mevcut bilgilerini bir sonuca kavuşturdular.Sonuç ise hep eksi bakiyeyi gösteriyordu. Kısacası finansal piyasalarda varolmayan değerler alınıp satılıyor, kar etme hırsıyla geri dönmeyecek krediler etrafa saçılıyordu. Sermaye hiç bu kadar özgür ve güçlü olmamıştı. Küreselleşmenin altın devri, aşırı fiyat hareketleri, korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliğine eşlik eden arz-talep dengesizliği ve bu gelişmeler arasında yaşam bulan sıcak savaş oyunları nedeni ile çabucak sona erdi.
O dönemlerde Türkiye de dahil olmak üzere gerçek değeriyle ilişkisini koparıp şişmiş emtia fiyatları, rekorlar kıran üretim, ihracat ve yabancı yatırım rakamları vardı.Para sahibi kişiler başka hiçbir dönem ulaşamayacakları düzeyde kar ederken, nüfusun geri kalan bölümü bu haksız paylaşım nedeniyle adım adım sefalete demir atmış oldular.Küçük esnaf tröstleşmeye yenik düşüp emekliler hayat pahalılığına karşı koyamazken, verimsiz kamu ekonomisinin çalışanları memurlar bile özel sektör çalışanlarından daha iyi koşullarda olmalarına rağmen üzerlerinden silindir gibi geçen geçim koşullarına ayak uyduramadılar. Üstelik yukarıda adı geçen halk kesimi nüfusun yaklaşık %90 gibi bir çoğunluğunu teşkil ediyordu.
Lüks tüketim hevesi ile kamudaki yoğun ve verimsiz harcamalar, özel kesimin 2001 Krizi ertesi görece güçlenmesine neden olan borçlanmaya dayalı sanal büyüme ile birleşince katmerli kriz ortaya çıktı. Gelirleri günbegün eriyen insanlarımız artık asgari geçim düzeyinin altında yaşam savaşı veriyorlar.Önümüzdeki günlerde varlıklarımız kriz nedeniyle azalırken borçlarımız artmaya devam edecek.Bana kalırsa hazırlıklı olmakta fayda var, gerçek kriz daha yeni başlıyor.
O dönemlerde Türkiye de dahil olmak üzere gerçek değeriyle ilişkisini koparıp şişmiş emtia fiyatları, rekorlar kıran üretim, ihracat ve yabancı yatırım rakamları vardı.Para sahibi kişiler başka hiçbir dönem ulaşamayacakları düzeyde kar ederken, nüfusun geri kalan bölümü bu haksız paylaşım nedeniyle adım adım sefalete demir atmış oldular.Küçük esnaf tröstleşmeye yenik düşüp emekliler hayat pahalılığına karşı koyamazken, verimsiz kamu ekonomisinin çalışanları memurlar bile özel sektör çalışanlarından daha iyi koşullarda olmalarına rağmen üzerlerinden silindir gibi geçen geçim koşullarına ayak uyduramadılar. Üstelik yukarıda adı geçen halk kesimi nüfusun yaklaşık %90 gibi bir çoğunluğunu teşkil ediyordu.
Lüks tüketim hevesi ile kamudaki yoğun ve verimsiz harcamalar, özel kesimin 2001 Krizi ertesi görece güçlenmesine neden olan borçlanmaya dayalı sanal büyüme ile birleşince katmerli kriz ortaya çıktı. Gelirleri günbegün eriyen insanlarımız artık asgari geçim düzeyinin altında yaşam savaşı veriyorlar.Önümüzdeki günlerde varlıklarımız kriz nedeniyle azalırken borçlarımız artmaya devam edecek.Bana kalırsa hazırlıklı olmakta fayda var, gerçek kriz daha yeni başlıyor.
Etiketler:
AKP,
ekonomi,
faiz,
kriz,
Küresel Kriz,
para,
sosyal kesimler
2 Eylül 2009 Çarşamba
Ekonominin Seyri...
İTO, Ağustos ayında perakende fiyatların % 0.19 oranında arttığını açıkladı. Son yedi seneye göre en düşük ikinci enflasyon rakamı olan bu oran bizlere yaşanan durgunluğun bir hediyesi.Devletin istatistik kurumunun saptayacağı veriler de farklı olmasa gerek. Küresel Kriz , dip noktayı bulmasa bile mevcut talep yerlerde sürünüyor. Üretimdeki kan kaybının devam etmeyeceğini farz edelim,2010 yılı büyümesi ekonomide istikrarlı bir iyileşmeyi işaret etmeyebilir.
Sorunun özel tüketim tarafı kadar kamu kesimi de sıkıntılı. Artan bütçe açığı faizleri yukarı çıkışa zorlayacak görünüyor.Merkez Bankası düşük faiz politikası uygulayıp Hazine'yi ucuz borçlandırdıkça başka bir işlevi olmadığı konusunda fikir ileri sürenlerin sayısı artıyor. Enflasyon ve faizlerin düşüşünün bile durgunluğa bağlandığı bir ortamda hangi fiyat istikrarından söz edilebilir? Dengelerin düzelmesi için sağlam ve fazla veren bir bütçenin şart olduğu kriz döneminde Merkez Bankası tek silahı olan faizi kullanarak yolun sonuna geldi.
Öte yandan kur, borsa, faiz üçgeninde kısılıp kalmamız gerçeği dış açık, cari açık, bütçe ve SGK açıklarının nasıl kapatılacağı hsususunun üzerini örtüyor. Dükkanı siftahsız kapatan büyük bir tüketici grubunun harcamalarını borçla yapacağını öngörürsek, gelecek dönemde kamunun artan iç ve dış borç ihtiyacı vergi, özelleştirme ya da tek seferlik diğer gelir kalemleriyle kapatılamayacak kadar artış gösterecek. Kısacası kamu kesiminin borç batağı konusunda özel kesimi aratmayacağı ortadadır.
2010 yılını seçim yılı olarak kabul edersek,yaşanacak siyasi istikrarsızlıklar bir IMF anlaşması ile kapatılamayacak kadar ekonomiye zarar verebilir. Geciken tedbir tedbir olmaktan çıkıyor, kriz kendi dinamikleriyle seyrederken hükümet bambaşka konularda açılımlar yapıyor.Halkını bu kadar düşünen bir iktidar neden işsizlik ve durgunluğa herhangi bir çare aramaz?
Sorunun özel tüketim tarafı kadar kamu kesimi de sıkıntılı. Artan bütçe açığı faizleri yukarı çıkışa zorlayacak görünüyor.Merkez Bankası düşük faiz politikası uygulayıp Hazine'yi ucuz borçlandırdıkça başka bir işlevi olmadığı konusunda fikir ileri sürenlerin sayısı artıyor. Enflasyon ve faizlerin düşüşünün bile durgunluğa bağlandığı bir ortamda hangi fiyat istikrarından söz edilebilir? Dengelerin düzelmesi için sağlam ve fazla veren bir bütçenin şart olduğu kriz döneminde Merkez Bankası tek silahı olan faizi kullanarak yolun sonuna geldi.
Öte yandan kur, borsa, faiz üçgeninde kısılıp kalmamız gerçeği dış açık, cari açık, bütçe ve SGK açıklarının nasıl kapatılacağı hsususunun üzerini örtüyor. Dükkanı siftahsız kapatan büyük bir tüketici grubunun harcamalarını borçla yapacağını öngörürsek, gelecek dönemde kamunun artan iç ve dış borç ihtiyacı vergi, özelleştirme ya da tek seferlik diğer gelir kalemleriyle kapatılamayacak kadar artış gösterecek. Kısacası kamu kesiminin borç batağı konusunda özel kesimi aratmayacağı ortadadır.
2010 yılını seçim yılı olarak kabul edersek,yaşanacak siyasi istikrarsızlıklar bir IMF anlaşması ile kapatılamayacak kadar ekonomiye zarar verebilir. Geciken tedbir tedbir olmaktan çıkıyor, kriz kendi dinamikleriyle seyrederken hükümet bambaşka konularda açılımlar yapıyor.Halkını bu kadar düşünen bir iktidar neden işsizlik ve durgunluğa herhangi bir çare aramaz?
1 Eylül 2009 Salı
Sırada Neler Var?
Durumdan vazife çıkartma sevdalısı ve taşeron dış politika anlayışının güzide temsilcisi AKP, Irak-Suriye arasında yaşanan son gerginliği hafifletmek amacıyla Ahmet Davutoğlu'nu iki başkente de gönderdi. Irak, 19 Ağustos tarihinde 95 kişinin ölümüne yol açan patlamalardan Suriye'yi sorumlu tutuyor ve iki ülke arasında 10 sene önce Suriye ile aramızdaki savaş ihtimalini dillendirecek ölçüde bir gerilim mevcut.
Sonuçsuz açılımların ve komşularla sıfır problem politikasının diplomatik temsilcisi kafanın ne işi var oralarda bilinmez? Türkiye'nin bölgesel güç olma isteğinin yeter şartı ekonomik zenginlikten geçiyor. Kendi aralarında bölünmüş, iç savaş tehlikesini yaşayan Irak ile gerginliğin diğer tarafı olan Suriye'ye, Davutoğlu'nun sözünü geçirme çabası biraz komik kalıyor. Bu gidişle adamların ayaklarına gide gele tarafların nezdinde herhangi bir ağırlıkları da kalmayacak.Ülkemizi temsil etmeseler davranışlarının benim açımdan herhangi bir sakıncası yok, sadece kendilerini bağlar.
Sıradaki sürpriz Ermenistan ile sürdürülen diplomatik ilişkileri geliştirme çabası... 23 Nisan tarihinde -tarihe bakar mısınız!"- Türkiye-Ermenistan ve arabulucu İsviçre tarafından açıklanan uzlaşma; diplomatik temsilciliklerin açılması, "Soykırım" iddialarının kurulacak tarih komisyonunca incelenmesi, sınırların açılıp ticaretin serbestleştirilmesi gibi ilkelere dayalı bir normalizasyon süreci içeriyor. Buna ek olarak Dışişleri Bakanımız ,Yukarı Karabağ Sorunu'na çözüm için muhatabı ABD Dışişleri Bakanı ile konuşmuş. Sanki her 24 Nisan tarihinde Başkanı ve Senatosu Soykırım kozunu başka bir ülke kullanmazmış gibi.Bana kalırsa bölgede Rusya'yı hesaba katmayan hiçbir girişim başarılı olamaz. Nasıl AB baskısı ile Rumlara limanların açılması dayatılıyorsa...Azerbaycan'ı küstürme bahasına da Ermenistan'a yaklaşma siyaseti yoğun bir şekilde ABD baskısı sonucu gerçekleştiriliyor.
Başka güçlere kendini kullandırma siyasetinin sonucu maalesef bu. Vizyonsuz, ilkesiz, cemaat kafasıyla ulaşılan noktada gülünç ama acı bir tablo mevcut. İşbirlikçilerin alkışlarına kanarak milli politikalara bigane kalanlar yarın hesabı vereceğin halkın karşısına ne yüzle çıkacaklar, işte orası bilinmez?
Sonuçsuz açılımların ve komşularla sıfır problem politikasının diplomatik temsilcisi kafanın ne işi var oralarda bilinmez? Türkiye'nin bölgesel güç olma isteğinin yeter şartı ekonomik zenginlikten geçiyor. Kendi aralarında bölünmüş, iç savaş tehlikesini yaşayan Irak ile gerginliğin diğer tarafı olan Suriye'ye, Davutoğlu'nun sözünü geçirme çabası biraz komik kalıyor. Bu gidişle adamların ayaklarına gide gele tarafların nezdinde herhangi bir ağırlıkları da kalmayacak.Ülkemizi temsil etmeseler davranışlarının benim açımdan herhangi bir sakıncası yok, sadece kendilerini bağlar.
Sıradaki sürpriz Ermenistan ile sürdürülen diplomatik ilişkileri geliştirme çabası... 23 Nisan tarihinde -tarihe bakar mısınız!"- Türkiye-Ermenistan ve arabulucu İsviçre tarafından açıklanan uzlaşma; diplomatik temsilciliklerin açılması, "Soykırım" iddialarının kurulacak tarih komisyonunca incelenmesi, sınırların açılıp ticaretin serbestleştirilmesi gibi ilkelere dayalı bir normalizasyon süreci içeriyor. Buna ek olarak Dışişleri Bakanımız ,Yukarı Karabağ Sorunu'na çözüm için muhatabı ABD Dışişleri Bakanı ile konuşmuş. Sanki her 24 Nisan tarihinde Başkanı ve Senatosu Soykırım kozunu başka bir ülke kullanmazmış gibi.Bana kalırsa bölgede Rusya'yı hesaba katmayan hiçbir girişim başarılı olamaz. Nasıl AB baskısı ile Rumlara limanların açılması dayatılıyorsa...Azerbaycan'ı küstürme bahasına da Ermenistan'a yaklaşma siyaseti yoğun bir şekilde ABD baskısı sonucu gerçekleştiriliyor.
Başka güçlere kendini kullandırma siyasetinin sonucu maalesef bu. Vizyonsuz, ilkesiz, cemaat kafasıyla ulaşılan noktada gülünç ama acı bir tablo mevcut. İşbirlikçilerin alkışlarına kanarak milli politikalara bigane kalanlar yarın hesabı vereceğin halkın karşısına ne yüzle çıkacaklar, işte orası bilinmez?
Etiketler:
ABD,
AKP,
dış politika,
diplomasi,
Ermeni Açılımı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)