29 Temmuz 2009 Çarşamba

Dibi Bulmak Ne Kadar Sürer?

Türkiye 2007 yılından itibaren yavaşlama sürecine girdi.Ekonomik faaliyetlerin daralma yönünde ivme kazanması ise teğet geçeceği söylenen Küresel Kriz ile eş zamanlı. 2009 yılı küçülme rakamlarının doğal sonucu olarak işsizlik ve enflasyon oranları tepe noktaları bulacak gibi. TÜİK'in çivi,süt tozu ya da barut gibi birbiriyle alakasız maddeleri enflasyon sepetine dahil etmesi bile durgunluk+enflasyon sarmalına girdiğimiz gerçeğini değiştirmez.Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları talepteki gerilemeye rağmen azalmış görünmüyor, mevsimsel etkilerin ya da dış dünyada emtia fiyatlarının düşmesi gibi sebepler arındırılsa bile Türk ekonomisinin kamu-özel sektör kaynaklı yapısal zaafları örtülmüyor. Tasarruf ve yatırım açığımızı, iç ve dış kaynaklı kredi musluklarıyla kapatma çabamız duvara çarpmış durumda. Kaynaklarımızı verimli kullanamamamız sonucu tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçiş sıkıntılarla dolu bir süreç şimdi.

Kamu kesiminin borçlarına, özel kesimin borçlarını ilave edersek kaynak sıkıntımızın had safhada olduğu ortaya çıkıyor. Bütçenin seçim öncesi ve sonrası durumu da hiç içaçıcı değil.Cari açığın biz ve bizim dışımızdaki sebeplerle düşmesi doların fiyatının artmayacağı anlamına da gelmiyor.Tüm bu verileri alt alta koyarsak şu sonuçlara varabiliriz:

1- Ekonomiye bakış açımızı dolar-faiz-borsa şaşılığından kurtarmamız lazım.
2-IMF ile imzalanacak olan anlaşma dipten gelen dalgaya karşı bizi koruyamayabilir.
3-2001 Krizi'nden sonra güçlendiği gözlenen bankacılık sektörü bile güven bunalımının nereye varacağını kestiremezken, hükümetin onca oyalamadan sonra dümeni yeniden IMF'ye teslim etme ihtimali başlı başına bir iradesizlik göstergesi.
4-Güvensizlik krizi beslerken, siyasetteki istikrarsızlık da krizi besleyecek.
5-Ekonominin siyasal sonuçlar yaratarak dönüşümü, sosyal kesimleri çatışmalara sürükleyebilir.
6-İnsan haklarında gerileme sandıktan çıkan bir siyasal hareketle hızlanabilir.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Bağdat-Ankara Arası Milli Strateji

İç politika, ülkelerin dış politikasını genel düzeyde etkiler ve şekillendirir, dış politikanın ülke siyasetlerini belirlediği örnekler sınırlı ama çarpıcıdır. Kıbrıs , bizim için bu konuda en önemli örnek olarak sayılabilir. Hükümetler devlet stratejilerini diplomasi aracılığı ile uzun vadeli planlar halinde düzenleyip, üzerinde değişiklikler yapmak kaydıyla uygulamaya koyarlar. Güç dengesinin- reel politikanın diplomaside anlamı karşılıklı çıkar ilişkileri ve milli menfaatlerdir. Tüm bu anlatılanlar ciddi devletlerin milli bir stratejiye sahip olduğunu gösterir. Türkiye, uluslararası arenada ne zamandır stratejisiz taktik manevralara kalkışmakta ve hemen hemen hepsinde başarısızlığa uğramaktadır. Bu durumun başlıca sebepleri arasında hükümetin tabuları yıkıyoruz diye Cumhuriyet Dönemi boyunca süregelen geleneği yıkması, kendi çıkarlarını ülke çıkarlarından öne alması gibi nedenler sıralanabilir.

2010 yılının Ocak ayında Irak Genel Seçimleri yapılacak. Meşruiyeti tartışmalı olan iki Kürt asıllı isim Talabani ve Zebari koltuklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya. Kuzey Irak Yönetimi' ni birinci derecede endişelendiren ABD askerlerinin çekilmesi ise bir diğeri merkezi yönetimde söz sahibi olan kendilerine yakın siyasetçilerin yerini Şii-Sünni olan ama Arap asıllı yenilerinin alması riski. Kerkük petrollerinden istedikleri payı alamayan Özerk Kürt Yönetimi , sırtını bir süreliğine Türkiye'ye dayama amaçlı bir taktik içinde. Son Kürt Açılımı Irak'ın mevcut durumu göz önüne alındığında daha bir anlam kazanıyor. 25 Temmuz Yerel Seçimleri 3 önemli vilayette yapılan oylama KDP-KYB ikilisinin karşısına yine kayda değer muhalefetin çıkmayacağını gösterir işaretler içeriyor.

Bağımsızlıklarını dış destekle kazanan halklar ne yazık ki destek aldıkları ülkelerin piyonu olmaktan öteye gidememişlerdir. Kürt liderler , emperyalizmin maşası olmakla kendi halklarına ihanet etmekle kalmayıp , çevre ülkelere terörü koz olarak kullanan siyaset esnaflığını kimliğini de edinmişlerdir. Bizim kırmızı pasaport verip , el üstünde tuttuğumuz Barzani, Talabani gibi tipler bayrağımızı yaktırma cüretinde bile bulunmuşlardır. Türkiye'ye düşmanlık edip, sonra ona muhtaç olan kişilikten yoksun müsvedde isimlerdir bunlar.

Şimdi Kürt açılımının menşei belli oldu.Irak düzeyinde Barzani-Talabani odaklı oynanan oyuna karşılık, topraklarımızda DTP-PKK oyunu Kürt Açılımı olarak hükümet tarafından maya tutmaya çalışılıyor. Bu süreçte CSIS gibi düşünce kuruluşlarının sözde haritaları yeniden masaya yatırılıyor,ağzımıza bir parmak bal çalınarak biz dahil bölge ülkelerinin sınırları emperyalizmin isteklerine göre yeniden belirleniyor. Önümüzdeki seçenekler sınırlı. Hükümetin tercihleri ise tereddüt dolu ve milli menfaatlerden uzak. Karanlıkta ıslık çalmak bu olsa gerek...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Buradan Bakınca...

HSYK, Adli Tıp, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri gibi devlet kurumlarının hayatımıza bir şekilde dahil olduğunu görüyoruz. İşlerini sessiz sedasız yapması gereken, en hassas düzeyde kararları veren organların güven bunalımı doğuracak eylemleri tutunacak dalımız kalmadığının işareti.Yaşananlar, aşiret ekonomisinin çürük temeliyle şekillenen cemaat toplumunun kriz çığlıkları. Eğitimsiz, işsiz, umutsuz insanların bileşik kaplar misali açmazı devlet düzeyinde kilitlenmelerle kendini gösteriyor.

Kriz, değer yargılarının dinamitlenmesidir.Kişiliksiz bireylerden müteşekkil zayıf toplumsal bağdır, beraberlik duygusudur. Ekonominin dip noktadan hangi harf biçimiyle çıkacağını konuşuyoruz ama gitgide insanlığımızı yitiyoruz, işte bununla alakadar olmuyoruz. Mahallelerin arasına dikilen lüks rezidanslar sınıflararası adaletsizlik ile yaşam koşullarının ne kadar güçleştiğinin işaret fişekleri olsa gerek. Yoksullaşmanın barut misali kıvrım kıvrım ilerlediği toplumsal hayat, bizlere bugünlerimizi aratacağa benziyor.

21 Temmuz 2009 Salı

Bireysel Terör...

Ergenekon Terör Örgütü diyerek , çok tehlikeli bir süreci gözden kaçırıyoruz. Bireysel cinayetler, töre davaları daha da genişletirsek toplumsal saldırganlık düzeyine ulaşan şiddet dalgası bunun adı. Orman yasasının, mevcut hukuk düzeninin önüne geçmesi yaşam standardının giderek düşmesiyle eş anlı ilerliyor. Kurtlar Vadisi dizisinin psikopat ruh haline sahip insan kılıklıları her an içimizden birilerine zarar vererek hayat öpücüğü bulmaya çalışıyorlar.Yaşamak için öldür felsefesi bu olsa gerek.Şiddetin bu kadar kanıksanması, saldırganı da bu sarmalın kurbanı yapıyor bana kalırsa. Çıkış yolu bulamayan çok masum arzular, insani ihtiyaçlar zihin dünyasında şekil değiştirip kişiliklerin kırılmasına kadar varıyor. Ruh halimiz hiç de iç açıcı değil.

Bu sürecin en çok zarar görenleri ise yaşlı çocuk ve kadınlar... Onlar fiziksel olarak zayıftır,saldırılara karşı kendilerini savunamazlar. Kim bilir içlerinde ne de güzel taşıdıkları yüreklerini kapkaranlık bir kuyuya atarlar.Davranış bozuklukları zaman içerisinde akli davranışın yerini alır, göz göre göre patolojilerine özgü kişiliklerini severek yaşarlar. Bu satırların yazarı kendi ruh halini düzeltmek için ne kadar çaba gösterdiği için bilir o insanların neler yaşadığını. Kendime ve insanlara güvensizlik duyma, korku, yalnızlık duygusu, başıma her an bir şey gelecekmiş gibi tetikte durma, sevgisizlik patolojimin bana miras bıraktığı bilinçaltı çöpleri.Artık içgüdülerimi yaşayacağım demek için aşağı yukarı 3 sene terapi görmem gerekti. 36 yaşına geldiğimde hala 17 yaşına sahip bir kişiliğin sıkıntılarını duyar,tutulur kalırım.

En başta söylediklerimden yola çıkarak kendi sıkıntılarıma vardım, doğrusu bu dostlarım. Altını çizmem gereken tek gerçek şu olur ki insanı sevmek gibi bir şey bu durumun panzehiri. Kendinizi sevmek ruhsal sıkıntıların tek ilacı.Yaşadığınız her anı doya doya tadın, siz o kadar güzelsiniz ki bunu görememeniz bile sizin kusurunuz değil bana kalırsa. Bilinçaltınızdaki tortuları atın, içgüdülerinizi yaşayın dolu dolu. Atın ölümü arpadan ise sizin ömrünüz yüreğinizle dolsun. Çıkarlarınız için kendinizi satmayın,kendinize olan inancınızı koruyun. O inanç sizin tek enerji kaynağınız bana kalırsa. Son sözüm:Kendinize gerçekten iyi bakın...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Ergenekon'da 2. İddianame...

2. İddianamenin ilk duruşmasının görülmeye başlanmasının hemen ardından, 3. iddianame mahkemeye sunuldu. 2009 yılında yapılan 10-11 ve 12. dalgaları içeren son iddianame ile tutuklu, tutuksuz 52 sanık daha mahkemeye çıkarılacak. Daha önceki dalgalarda tutuklanıp hapse atılan sanıklar , duruşmalar devam ettiği sürece tahliye edilmeyi bekleyecekler. Bu bekleyiş süresi 7 seneye kadar uzanabilir.

Ergenekon Süreci siyasi muhaliflerine korkutma amacı güden bir iktidarın hezeyanlarından başka bir şey içermiyor. Hangi yasadışı kuruluş tek kurşun sıkmadığı halde terör örgütü olarak nitelendirilebilir? Görevdeyken kudretli olan subayların, emekliliklerinde darbe yapabilecek kadar güçleri olabileceği kuşkulu. Kalemlerinden başka geçim yolu olmayan aydınlar, darbelerin her türlü sillesini yedikleri halde yeni bir darbeye çanak tutmalarını beklemek hiç de mantıklı değil.Böyle bir gizli örgüt emekli subaylarla darbe sevdalısı aydınlara kalmışsa yandı gülüm keten helva. İktidar borazanı medyanın olayları abartarak vermesi ise darbe yapma gücüne sahip odakları perdeliyor.

Ergenekon Davası'nın bizzat kendisi, hukuku iktidarın güdümüne koyma çabalarıyla darbe kokan özellikler arz ediyor. Adalet mekanizmasının sıhhatli işlemesine herkesin ihtiyacı olduğu gerçeği Yassıada Davaları'ndan bu güne kadar sayısız şekilde kanıtlandı. Umarım Silivri Ceza ve Tutukevi'nin 740 kişilik duruşma salonu gelecek günlerde iktidar yanlılarına adalet dağıtmaz.Göreceğiz...

17 Temmuz 2009 Cuma

Savaşlar Çağı...

İsrail, nükleer denizaltısından sonra iki de savaş gemisini (Mısır desteğiyle) Kızıldeniz'e çıkarmış durumda.Bazı kaynaklara göre ise Suudi Arabistan, hava sahasını İsrail jetlerine açarak olası bir İran harekatı durumunda Yahudi Devleti'ne desteğini sunacak. Ortadoğu'daki Şii-Sünni nüfuz çatışması bu yardımın sebebi olsa gerek. İran'ın ezeli düşmanı ABD'nin Başkan Yardımcısı Joe Biden da, "İsrail, İran'a saldırırsa yolunda durmayız." diyerek gelecek günler hakkında bize tahminde bulunma şansını sağladı.Peki ne oldu da, barış için İran'a dahi elini açan Obama'nın umut verici diyalog çağrılarından bugünlere gelindi? Küresel bir alt üst oluş döneminin taze başkanı , gerçek güç dengesini görmüş olabilir.

Kriz bölgelerinin çoğu İslam toplumlarının yaşadıkları coğrafyada bulunuyor, tesadüf değil elbette. "Büyük Oyun" , aynı inancı paylaştığımız insanlar üzerinde oynanıyorsa bu stratejinin arka planını nasıl bir zihniyet belirlemekte? Saldırgan tarafları savaşa teşvik eden sebepleri: İran'ın mevcut yönetimini değiştirmek, nükleer silahları geliştirmesini durdurmak, terör örgütlerine destek vermesini engellemek diye sıralayabiliriz. Nükleer güce de sahip bulunan İran, bu kanlı plana katılmak zorunda bırakıldığında Sovyetler Birliği'nin dağılışından beri yaşanacak olan en büyük savaşa şahit olabiliriz.

Yaşananları arka arkaya koyarsanız görünen büyük resimde şunlar öne çıkıyor: Hristiyan ve Yahudi nüfusa sahip devlet ya da devletçikler, İslam coğrafyasını savaşlarla, iç çatışmalarla yeniden şekillendiriyorlar. Tüketim ekonomisinin yarattığı küresel kriz, emperyalizmi sahte düşmanlar yaratarak kendi içlerinde dağılmaya engel olmak gibi bir yola sevk ediyor. Kirlenen çevre ile küresel ısınmanın artması, tükenen temiz su ve gıda kaynakları, bilgi toplumundan uzak yaşayan milyarlarca kişiyi kendi sebep olmadıkları bu durumun kurbanları arasına eklemekte. Yakın zaman zarfında yukarıda sayılan unsurlar yeryüzünün geleceğini fazlasıyla tehdit edecek. Görünen o ki kadim dinlerin mensupları, dinsel fanatizm sebebiyle ittifak etmekten ziyade birbirlerinden nefret etmeyi tercih ederlerse inançlarının gereği olan kıyamet fikrini kendi elleriyle hayata geçirecekler.

14 Temmuz 2009 Salı

Felsefe, Matematik ve Faşizm...

İnsanın doğadaki yerini irdelemekle yola çıkmış ilk düşünürler.Akıl yoluyla doğa ve doğaüstü ile ilişkilerini belirli bir düzene koymaya çalışıp, kendilerine sunulan geleneksel kalıpları reddederek kurulu düzeni sarsmaya başlamışlar.İlk çağın cesur felsefecileri ile ardılları yaşadığımız hayata daha derin bir anlam katma çabalarını bundan 2500 yıl önce hayata geçirmeye koyuldular. Konuşulan dilin yazı diline çevrilmesi ile sistemli düşüncenin kurulma aşaması kolaylaşmış oldu.

Kavramları dış dünyadan alarak yaratan aklımız, algılarını bu kavramlara dayanarak gerçekliğe bağlar.İnsanoğlu eleştirel fikirlerini , değişime açık düşüncelerini ya da önyargılaşmış kalıplarını akıl süzgeciyle değerlendirip yeni ufuklara açılma imkanına böyle kavuşur. Düşünmeyen insan, ölü insandır.Felsefe nasıl bilimsel düşünceye açılan kapı ise, matematik o kapının altın anahtarı olarak adlandırılabilir.

Matematik pek sevilmez ülkemizde, çünkü anlaşılmaz.Yeni açıklanan ÖSS sonuçları da bu duruma işaret ediyor.Oysa aklın mucizesidir matematik...Hayatta onun yer almadığı hiçbir alan yok. Varoluşumuzun garantisi de diyebilirim matematik için.Bilim üreten insanoğlunun salt usa vurarak ulaştığı uygarlık seviyesini ona borçluyuz.Karmaşık, anlaşılmaz terimler kullanılsa bile ulaşılmak istenen sonuç aşikar:Felsefe ve matematikte kullanılan dilin evrensel gelişmemizi amaçlaması.

Dünya milletlerine Alperenleri hediye etmekle gelişmiş insanlık ailesine ulaşamayız. Irka dayalı bir toplum kurma sevdalısı kıt beyinli tosuncuklarla bu hedefimizi gerçekleştirmemiz olanaksız. Onlara da yazık, yaşamın en güzel renklerine kör edilmiş gözlerle bakarak, düşmanlıklarla dolu bir hayat sürdürmek ne kadar iç burkucu.Ezcümle insanımızı daha mutlu, daha eğitimli, refah içinde yaşatmanın yolu bilimlerin anası felsefe ve matematikten geçiyor.