Türk Hükümeti'nin bu ayın sonuna kadar IMF ile bir anlaşmaya imza atacağını öne sürmüştüm.Yanılmışım,ayrıntılar üzerinde çalışıldığı öne sürülen program konusunda halen anlaşma sağlanamadı.Açıklanan Orta Vadeli Program, IMF anlaşmasına benzer ögeler içereceği için ikisi arasında finansman ayağı dışında herhangi farklılık bulunması güç.Yanılma sebebim ne olabilir diye düşününce şu kanıya vardım:Siyasi gücün, Uluslararası Para Fonu ile destek anlaşması imzalanmasından imtina etme gerekçesi kurumun ayak diretmesi olamaz mı?Dünya yeniden şekillenirken buna yardımcı olacak hazır kıtalardan birisi de IMF.Ayağımıza kadar gelip her gün yeni maddeler öne sürmek cinliğini sadece bizler bilmiyoruz.
Para Fonu,kağıt üzerinde üye ülkelere kriz dönemlerinde mali tavsiyeler vermek aynı zamanda gereken finansmanı sağlamak amacıyla kurulmuş. Ben onların yalancısıyım,ama uygulamaya gelince anlaşmalarda sermaye kesiminin zenginliğini daha da arttıran unsurlar hep ön planda.IMF ile 20 (yazıyla yirmi) adet stand-by imzalayan bir ülke vatandaşı olarak artık şerbetlendik.Salma türü vergilere,haksız enflasyon vergisine karşılık taze yabancı kaynak sağlamak gelir dağılımını bozup, vergi tabanını genişletmediği için yapısal sorunların ileride daha da büyük problemler çıkarmasına neden oluyor.Konuya teknik bakış açısı getirecek kadar bilgi sahibi bir insan değilim, görünen resim siyasi gerekçelere takılan bir anlaşamama hali mevcut.
Küresel Güçler, çıkarları uğruna her türlü kurum ve imkandan azami ölçüde faydalanıyorlar.Ekonomik örgütler ya da araştırma şirketleri dev finansal kuruluşların aktiflerinde yer alan zehirli varlıkların krize sebebiyet vermesini göremeyecek kadar saf değillerdir sanırım.ABD tarafından durgunluktan faydalanarak zayıflamış,negatif dolar balonunu sıfıra yaklaşan faiz indirimleri ile boşaltıp,piyasaya dolar arzını zamanla azaltarak güçlü bir para birimi yaratılması amaçlanıyor olamaz mı?
Geleceğin dünyasında Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya önem kazanan aktörler olacaklar.Bu ülkelerin en önemli özellikleri ise döviz fazlaları. Özellikle Çin tasarruf fazlalarını ABD tahvillerinde değerlendiriliyor.Kriz sona erdiğinde yurtiçi üretim ve yatırım oranları en önemli kalemler haline gelecekler.Anılan ülkelerin avantajları işte bu alanlarda.İleride borca dayalı büyüme kaynakları tüketen geri kalmış bir anlayış olarak ele alınacak.
İstanbul'da yeni başlayan IMF-Dünya Bankası Toplantıları küresel kriz çağında G-20 ülkelerinin kendi çıkışlarını arama platformları sayılıyorlar. Ülkeler bazında karar vericiler Para Fonu ile çalışmakta zorunlu değil gibi görünürler ama kazın ayağı öyle değil.Dev finans kurumları borç verdikleri ülkelerden paralarını geri almak için araya Para Fonu'nu koymakta.Ciroları ülkelerden büyük şirketler işlerini şansa bırakır mı?İnsanın aklına krizden kaynaklanan trilyonlarca dolar zarar takılıyor.Tüm krizlerde olduğu gibi ABD'de finans piyasasının zararlarını geniş halk kesimleri çekecek.Türkiye bu girdabın dışında kalamadı.Zamanında gereken önlemler alınsaydı işsizlerimiz evlerine ekmek götürebileceklerdi.
30 Eylül 2009 Çarşamba
IMF ile Anlaş(ama)ma...
Etiketler:
ekonomi,
IMF,
IMF Toplantıları İstanbul,
Küresel Kriz,
para,
siyaset
29 Eylül 2009 Salı
Şeytan Üçgeni ile İran...
haberler.com isimli web sitesinde 18 Eylül 2009 tarihinde yayımlanan bir haberde İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun BM toplantılarının hemen öncesinde gizlice yaptığı Moskova ziyaretine yer veriliyor.Bir hafta geriye dönüldüğünde ise http://www.türksam.org dış politika sitesinde Doç. Dr. Celalettin Yavuz tarafından yazılan makalede Artic Sea adlı yük gemisinin Ağustos ayı başlarında Manş Denizi'nde kimilerine göre Mossad tarafından kaçırılma olayı kaleme alınmış.İddialara göre İran için S-300 füzelerini taşıdığı söylenen gemiye Mossad ajanlarının baskın yapması sonucu İran'a teslim edilmesi planlanan füzeler Rusya'nın elinde kaldı.Hemen hemen aynı tarihlerde Karadeniz sahilindeki yazlık evinde Rusya Devlet Başkanı Medvedev ile İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres görüştüler.Konunun gizli kalan kısımlarından birisi füze teslimatının engellenmesi ise aşikar olan tarafı Rus dış politikasının ABD Füze Kalkanı projesinin rafa kaldırılması ile İran'a karşı makas değiştirmesi oldu.Bu değişimde İsrail devletinin ne kadar katkısı olabilir?
Ülkemizi de kapsayacak olan ABD'nin yeni füze kalkanı projesi bir yandan İran'ın olası bir İsrail ya da Avrupa! saldırısını engelleme amacı güttüğü kadar ülkemizi iki Körfez Savaşı'nda yaşandığı gibi yeniden hedef ülke haline getirdiği ortaya çıktı.İran'ın kitle imha silahlarına sahip olması amacıyla uranyum zenginleştirmesini engellemek için İsrail'in gelecek günlerde adı geçen ülkeye hava saldırısında bulunma ihtimali değişen Rus politikasından ve BM'de kabul edilen Nükleer Silahlanmayı Önleme Anlaşması ardından daha da güçlendi.1 Ekim tarihinde 5+1 ülkelerinin, İran ile nükleer tesislerini BM gözetimine açma toplantıları zaten sıcak olan Ortadoğu gündemini yakın günlerde çöl sıcağına çevirecek.
GOP kapsamında merkez ülke olan Türkiye devlerin denge oyununda adına ve gücüne yakışmayan bir acizlik sergilemekte.IMF anlaşmasına bağlanan taze kaynak umudu ile ekonomik istikrarının para babalarının iki dudağına bırakılması gerçekleri açılımların sahte gündeminde yok kabul edilmemeli.Sınırlarımızın hemen ötesinde sadece stratejik çıkarlar değil medeniyetler savaş haline girebilir.Bize düşen, Küresel Kriz'le birlikte yepyeni dengelerin kurulduğu coğrafyamızda kişisel ilişkilere ya da dostlar alışverişte görsün mantığına dayanan dış politikanın tam bağımsız, Mustafa Kemal dönemi gibi onurlu olmasını her fırsatta dile getirmektir. Söylediklerimizin soyut kavramlarla sınırlı kalmaması için ilk harekete geçen okumuş yazmış olanlarımız değil mi?
Ülkemizi de kapsayacak olan ABD'nin yeni füze kalkanı projesi bir yandan İran'ın olası bir İsrail ya da Avrupa! saldırısını engelleme amacı güttüğü kadar ülkemizi iki Körfez Savaşı'nda yaşandığı gibi yeniden hedef ülke haline getirdiği ortaya çıktı.İran'ın kitle imha silahlarına sahip olması amacıyla uranyum zenginleştirmesini engellemek için İsrail'in gelecek günlerde adı geçen ülkeye hava saldırısında bulunma ihtimali değişen Rus politikasından ve BM'de kabul edilen Nükleer Silahlanmayı Önleme Anlaşması ardından daha da güçlendi.1 Ekim tarihinde 5+1 ülkelerinin, İran ile nükleer tesislerini BM gözetimine açma toplantıları zaten sıcak olan Ortadoğu gündemini yakın günlerde çöl sıcağına çevirecek.
GOP kapsamında merkez ülke olan Türkiye devlerin denge oyununda adına ve gücüne yakışmayan bir acizlik sergilemekte.IMF anlaşmasına bağlanan taze kaynak umudu ile ekonomik istikrarının para babalarının iki dudağına bırakılması gerçekleri açılımların sahte gündeminde yok kabul edilmemeli.Sınırlarımızın hemen ötesinde sadece stratejik çıkarlar değil medeniyetler savaş haline girebilir.Bize düşen, Küresel Kriz'le birlikte yepyeni dengelerin kurulduğu coğrafyamızda kişisel ilişkilere ya da dostlar alışverişte görsün mantığına dayanan dış politikanın tam bağımsız, Mustafa Kemal dönemi gibi onurlu olmasını her fırsatta dile getirmektir. Söylediklerimizin soyut kavramlarla sınırlı kalmaması için ilk harekete geçen okumuş yazmış olanlarımız değil mi?
Etiketler:
ABD,
dış politika,
Füze Kalkanı,
GOP,
İran,
İsrail,
Ortadoğu,
Rusya,
uluslararası sistem
28 Eylül 2009 Pazartesi
Şansölyem Türk Olsun!
Almanya seçimleri yapıldı, bitti.Sonuçlara bakılırsa Şansölye Merkel ile sağ partiler seçimden güçlü taraf olarak çıktılar.Koalisyon ortağı olan Sosyal Demokratlar ise gelecek dönem boyunca tarihlerinde yaşadıkları en önemli oy kaybının yaralarını sarmaya çalışacaklar.Bu arada 5 Türk asıllı aday Federal Meclis'e girmeye hak kazandı,kendilerine başarılar dileriz.
Gözle görünen ilk gerçek Küresel Kriz boyunca tüm Dünya'da olduğu gibi Almanya'da seçmenin sağa teveccüh ettiğidir.Bu durumun arkasında yatan temel sebep ise durgunluktan kaynaklanan yaygın işsizlik.Yabancı düşmanlığını körükleyen bu gelişme Almanya'daki 7 milyon yabancının yarısına yakınını oluşturan Türklerin geleceğe daha da endişeyle bakmalarına sebep olacak gibi. İki Dünya Savaşı'nı çıkaran küresel ekonomik gücün ırkçılığa teşne yeni yaklaşımlarını bekleyip görmek gerekecek ama Fransa'dan sonra Almanya, AB yolunda engel çıkarmak için gereken çabayı eksik etmeyecek kanısındayım.
Önyargılı olarak niteleyebilirsiniz ama fakirleştikçe muhafazakarlığa çark eden bir sosyal dokudan içeride yabancı düşmanlığının çıkması dış politikada kendilerinden olmayana şüphe ve nefretle karışık bakış açısını dile getirmesini şaşırtıcı görmüyorum.Türkiye'de saltanat yanlılarının arkaik özlemlerine cenaze namazlarını vesile etmesi gibi Alman siyasetçilerin köşeye sıkışınca ilk hedef olarak yabancıları göstermesi üzücü gelişmeleri getirebilir. Gamlı baykuş olmaktan ziyade demek istediğim halkımızın gurbet ellerde yıllarca süren çabalarının sonucu vücut bulan kazanılmış hakları tehlike altına girecek.
Tam üyelik maceramızın kırpılmış yıldızlara döndüğü, Kıbrıs davasının tıkandığı, açılımlar geçidinin yaşandığı neo-saltanat Türkiye'sinde kimin umurunda Almanya'da yaşayan Türklerin durumu.Bizler onlara parası yasal yollardan gasp edilecek Almancı gözüyle bakıyoruz.Almanların yabancı düşmanlığından fazlası paketlenmiş halde bizde yok mu? Böyledir bu işte bendeki kelam.
Gözle görünen ilk gerçek Küresel Kriz boyunca tüm Dünya'da olduğu gibi Almanya'da seçmenin sağa teveccüh ettiğidir.Bu durumun arkasında yatan temel sebep ise durgunluktan kaynaklanan yaygın işsizlik.Yabancı düşmanlığını körükleyen bu gelişme Almanya'daki 7 milyon yabancının yarısına yakınını oluşturan Türklerin geleceğe daha da endişeyle bakmalarına sebep olacak gibi. İki Dünya Savaşı'nı çıkaran küresel ekonomik gücün ırkçılığa teşne yeni yaklaşımlarını bekleyip görmek gerekecek ama Fransa'dan sonra Almanya, AB yolunda engel çıkarmak için gereken çabayı eksik etmeyecek kanısındayım.
Önyargılı olarak niteleyebilirsiniz ama fakirleştikçe muhafazakarlığa çark eden bir sosyal dokudan içeride yabancı düşmanlığının çıkması dış politikada kendilerinden olmayana şüphe ve nefretle karışık bakış açısını dile getirmesini şaşırtıcı görmüyorum.Türkiye'de saltanat yanlılarının arkaik özlemlerine cenaze namazlarını vesile etmesi gibi Alman siyasetçilerin köşeye sıkışınca ilk hedef olarak yabancıları göstermesi üzücü gelişmeleri getirebilir. Gamlı baykuş olmaktan ziyade demek istediğim halkımızın gurbet ellerde yıllarca süren çabalarının sonucu vücut bulan kazanılmış hakları tehlike altına girecek.
Tam üyelik maceramızın kırpılmış yıldızlara döndüğü, Kıbrıs davasının tıkandığı, açılımlar geçidinin yaşandığı neo-saltanat Türkiye'sinde kimin umurunda Almanya'da yaşayan Türklerin durumu.Bizler onlara parası yasal yollardan gasp edilecek Almancı gözüyle bakıyoruz.Almanların yabancı düşmanlığından fazlası paketlenmiş halde bizde yok mu? Böyledir bu işte bendeki kelam.
Etiketler:
Alman Seçimleri,
Almanyalı Türkler,
dış politika,
seçimler,
siyaset
27 Eylül 2009 Pazar
Seçim mi, Geçim mi?
Bu ve önümüzdeki haftalar Türkiye'de siyaset sahnesi çok sıcak gelişmelere gebe olacak.Sosyal hayatın suçla hemhal olan gerçeğine siyasetin verimsiz tartışmalarının ne gibi katkısı olabilir diyebilirsiniz.İnsanlar iş ve ekmek derdinde, geri kalan azınlığın tartışmaları neleri değiştirebilir diye de sorabilirsiniz? Şöyle cevap vereyim, ekonomik krizler içe kapanmacı toplumlar yaratır. Bu oluşumdan karlı çıkan taraflar ise muhafazakar ve ırkçılığa yakın saf tutan politik bilinçteki gruplardır.Türkiye'de gözlemlediğim en önemli saptama şu:Yaygın işsizlik ve yoksulluk sosyal sınıflar arasında benzerlikten çok farklılıkları öne çıkarıyor. Üretim ekonomisinin tüketime dayandığı aldatmacasına sarılarak dış dünyadan kredi bekleyerek açılım sevdasına düşenler yarın halkın bir kısmının evlerinden dışarı çıkıp zengin komşularının evlerini yağmalamaya kalkmasına nasıl bir gerekçe uyduracaklar acaba?
En kısa zamanda içeriği belirlenmesi gereken açılımlar sürecinin şaka kaldırır tarafı yok.Kamplaşmalar sonucu düşmanlıkların bilendiği, bir el toka yaparken öbür elde bıçak taşındığını görmezden gelemeyiz.Siyasetçilerin, halk kesimlerini birbirlerine hasım etmeleri ardından, oturup kanlı kavgayı seyrettikleri 1980 öncesi dönem Türkiye'nin acı bir gerçeğidir.Bana kalırsa,ülkemizde farklılıkları ayırıcı sebep yapan temel özellik gelir dağılımının son on senede hiç bu kadar bozulmamış olması ile halkın tüketime borçlanarak devam etmesidir. Şimdi deniz bittiği için yokluğun nesini paylaşacağını şaşıran, en ufak ekmeğe yüzlerce ağzın açıldığı sefalet günlerine doğru yol alıyoruz.Radikal'de yayımlanan çöpten meyve toplayan kız çocuğu fotoğrafı herşeyi ortaya koymuyor mu? Doğu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinin yoksul halkına ekmek,iş, eğitim vermek önceliğimiz değil mi? Kulağımızın üstüne yattığımız zaman aç insanların sessiz çığlıklarını duymuyor olabiliriz. Ama gün gelir paylaşmak istemediğiniz yemeğinizi zorla almak isteyen çıplak bir el görürseniz sakın demedi demeyin.
En kısa zamanda içeriği belirlenmesi gereken açılımlar sürecinin şaka kaldırır tarafı yok.Kamplaşmalar sonucu düşmanlıkların bilendiği, bir el toka yaparken öbür elde bıçak taşındığını görmezden gelemeyiz.Siyasetçilerin, halk kesimlerini birbirlerine hasım etmeleri ardından, oturup kanlı kavgayı seyrettikleri 1980 öncesi dönem Türkiye'nin acı bir gerçeğidir.Bana kalırsa,ülkemizde farklılıkları ayırıcı sebep yapan temel özellik gelir dağılımının son on senede hiç bu kadar bozulmamış olması ile halkın tüketime borçlanarak devam etmesidir. Şimdi deniz bittiği için yokluğun nesini paylaşacağını şaşıran, en ufak ekmeğe yüzlerce ağzın açıldığı sefalet günlerine doğru yol alıyoruz.Radikal'de yayımlanan çöpten meyve toplayan kız çocuğu fotoğrafı herşeyi ortaya koymuyor mu? Doğu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinin yoksul halkına ekmek,iş, eğitim vermek önceliğimiz değil mi? Kulağımızın üstüne yattığımız zaman aç insanların sessiz çığlıklarını duymuyor olabiliriz. Ama gün gelir paylaşmak istemediğiniz yemeğinizi zorla almak isteyen çıplak bir el görürseniz sakın demedi demeyin.
Etiketler:
AKP,
ekonomi,
Küresel Kriz,
Kürt Açılımı,
siyaset,
sosyal sınıflar
26 Eylül 2009 Cumartesi
Kıbrıs ve Son Gelişmeler...
2008 Eylül ayından beri Hristofyas ile Talat, BM çatısı altında Birleşik Kıbrıs Devleti'ni kurmak amacıyla görüşüyorlar.Anlaşıp,el sıkıştıkları elle tutulur hiçbir konu yok.Annan Planı'nın 2004 referandumunda Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilmesinden beri uzlaşmaz taraf olduğu halde Güney hep ödüllendiriliyor.Üstelik önemli davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi, AB Adalet Divanı ise K.K.T.C. devletini mahkum ediyor. Bu durumun son örneği Orams Davası.1996 yılında açılan Louzidiou Davası'nın ardından Rum tarafının İngiliz Oram çiftinin satın aldığı Kuzey'deki arazinin Güney Kıbrıslı Rum Apostolidi'ye ait olduğunu öne sürerek İngiltere'de dava açması ile konu Güney'in hukuk alanının bütün Kıbrıs adasını kapsadığına ait ABAD kararı ile sonuçlandı. İngiliz çift yargılama süresince mağdur olduklarını öne sürerek AİHM'e gittiler, dava halen devam ediyor.Haklıyız ama mağduruz edebiyatının arkasına sığınmadan ülkemizin başta Kıbrıs olmak üzere diğer milli politikaları adım adım nasıl terk ettiğini gösteren hazin tabloyu tasvir etmek isterim...
20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1983 yılına kadar Kıbrıs Türkü,Türkiye ile omuz omuza yaşam mücadelesi verdi.Diplomasi masasında bıçak kemiğe dayanınca aynı sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek yılların Kıbrıs Davası Türk halkının kendi milli devletini kurmasıyla sonuçlandı.Barış Harekatı sonrası yaşanan ateşkesin tek garantisi ise Türk Ordusu olmuştur.Verilen 2000 şehitin karşılığında güvenlikleri sağlanan Kıbrıs Türk halkı bizlerden başka hiçbir dostları olmadığına halen ikna olmadılarsa onları ikna edecek tek tarihi gerçek Rumların ne kadar Türk kanı döktükleridir.K.K.T.C. halkının ekonomik sıkıntılarının yeniden kendi canlarını feda edecek kadar derin olmadıklarına inanıyorum.
Rum Kesimi'nin 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olması ile Türkiye uluslararası arenada karşısında Yunanistan'ın yanısıra bu devletçiği de buldu.1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyeliği kazanma amacıyla verdiğimiz tavizler 2004 Annan Planı referandumu Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edildiği halde Rum tarafından reddedilmesi sonucunu doğurmuştur.Yine aynı zirvede Türkiye 2009 yılı sonuna kadar hava limanları ve limanlarını Güney Kıbrıs'a açma sözünü de verdi. Salam politikası aynen devam ediyor. Rauf Denktaş sonrası yeni Cumhurbaşkanı Talat ise bizim siyasilerimizin AB sevdasına benzer bir liderlik örneği göstermeye devam ediyor. AB trenini yakalamak için Rum vagonuna atlamak cehalet değilse ne örneğidir? Peki, tam üyelik görüşmelerinde kimi başlıkların açılmasının Rum-Yunan vetosuna uğramasının hatasını kimde aramak gerekir? AB üyeliği uğruna verilen tek taraflı tavizlerin sonunda milli çıkarlarımıza daha ne kadar halel getireceğiz? Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı soykırımın benzerini Türk askerini adadan çekersek biz imkan vereceğiz.Böyle bir ihtimal çok zayıf olsa da, gelecek günlerin öngörülemez olması bu tip kaygıları arttırmaktadır.
Coğrafya olarak Ortodoks Çemberi'nin tam ortasındayız.11 Eylül ardından da 21. yüzyıl Haçlı Seferleri ile ABD, Ortadoğu ve Asya kıtasını işgalleriyle kuşak gibi sardı.Halihazırda gerilmeye başlayan ABD-İran,İsrail-İran ve Suriye-Irak ilişkilerine ek olarak ülkemizde girişilen Ermeni, Kürt Açılımları ile AB ve Kıbrıs Davaları'nın tandem hale getirilmeleri bizlerin değil hasımlarımızın ekmeğine yağ sürüyor.Kıbrıs yüzmeyen uçak gemisi tabiri ile Akdeniz'deki sınırlarımızın başladığı yerde bulunmakta ve yukarıda anılan çemberin çıkış noktası sayılıyor.Savaşarak alınan toprakların masa başında elimizden alınmaya çalışılması günlük siyasetin boş tartışmalarında gölgede kalıyor.
Milli politikalar uzun yılların tecrübesiyle oluşturulur. Strateji ve tarih bilgisi olmadan bu politikaları terk etmek aklın değil bilgisizliğin, vizyon sahibi olmamanın ürünü değil mi?
20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1983 yılına kadar Kıbrıs Türkü,Türkiye ile omuz omuza yaşam mücadelesi verdi.Diplomasi masasında bıçak kemiğe dayanınca aynı sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek yılların Kıbrıs Davası Türk halkının kendi milli devletini kurmasıyla sonuçlandı.Barış Harekatı sonrası yaşanan ateşkesin tek garantisi ise Türk Ordusu olmuştur.Verilen 2000 şehitin karşılığında güvenlikleri sağlanan Kıbrıs Türk halkı bizlerden başka hiçbir dostları olmadığına halen ikna olmadılarsa onları ikna edecek tek tarihi gerçek Rumların ne kadar Türk kanı döktükleridir.K.K.T.C. halkının ekonomik sıkıntılarının yeniden kendi canlarını feda edecek kadar derin olmadıklarına inanıyorum.
Rum Kesimi'nin 2004 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olması ile Türkiye uluslararası arenada karşısında Yunanistan'ın yanısıra bu devletçiği de buldu.1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyeliği kazanma amacıyla verdiğimiz tavizler 2004 Annan Planı referandumu Kıbrıslı Türkler tarafından kabul edildiği halde Rum tarafından reddedilmesi sonucunu doğurmuştur.Yine aynı zirvede Türkiye 2009 yılı sonuna kadar hava limanları ve limanlarını Güney Kıbrıs'a açma sözünü de verdi. Salam politikası aynen devam ediyor. Rauf Denktaş sonrası yeni Cumhurbaşkanı Talat ise bizim siyasilerimizin AB sevdasına benzer bir liderlik örneği göstermeye devam ediyor. AB trenini yakalamak için Rum vagonuna atlamak cehalet değilse ne örneğidir? Peki, tam üyelik görüşmelerinde kimi başlıkların açılmasının Rum-Yunan vetosuna uğramasının hatasını kimde aramak gerekir? AB üyeliği uğruna verilen tek taraflı tavizlerin sonunda milli çıkarlarımıza daha ne kadar halel getireceğiz? Sırp ve Hırvatların Boşnaklara yaptığı soykırımın benzerini Türk askerini adadan çekersek biz imkan vereceğiz.Böyle bir ihtimal çok zayıf olsa da, gelecek günlerin öngörülemez olması bu tip kaygıları arttırmaktadır.
Coğrafya olarak Ortodoks Çemberi'nin tam ortasındayız.11 Eylül ardından da 21. yüzyıl Haçlı Seferleri ile ABD, Ortadoğu ve Asya kıtasını işgalleriyle kuşak gibi sardı.Halihazırda gerilmeye başlayan ABD-İran,İsrail-İran ve Suriye-Irak ilişkilerine ek olarak ülkemizde girişilen Ermeni, Kürt Açılımları ile AB ve Kıbrıs Davaları'nın tandem hale getirilmeleri bizlerin değil hasımlarımızın ekmeğine yağ sürüyor.Kıbrıs yüzmeyen uçak gemisi tabiri ile Akdeniz'deki sınırlarımızın başladığı yerde bulunmakta ve yukarıda anılan çemberin çıkış noktası sayılıyor.Savaşarak alınan toprakların masa başında elimizden alınmaya çalışılması günlük siyasetin boş tartışmalarında gölgede kalıyor.
Milli politikalar uzun yılların tecrübesiyle oluşturulur. Strateji ve tarih bilgisi olmadan bu politikaları terk etmek aklın değil bilgisizliğin, vizyon sahibi olmamanın ürünü değil mi?
Etiketler:
AB,
ABD,
dış politika,
Kıbrıs,
KKTC,
Rum Kesimi,
Türkiye
25 Eylül 2009 Cuma
Doların Seyri...
G-20 Zirvesi devam ederken merkez bankaları piyasaya dolar arzını azaltacakları yönünde politika beyanında bulundular. Bu duruma ek olarak ABD'de sıfıra yaklaşan dolar faizleri de kademeli bir şekilde arttırılacak. Diğer ülkeler de ABD'yi takip edecekler sanırım. Kısacası piyasalarda doların değeri yükseliş yönünde olacak.Halihazırda cari açık sorunu yaşayan ABD güçlü para birimine sahip olma dezavantajını ihracat alanında nasıl aşabilir?Banka ve finans kuruluşlarına aktiflerindeki zehirli varlıklar nedeniyle sermaye zerk eden ABD yönetimi daralmanın etkilerini aşmadan faizleri arttırmakla doğru hareket ediyor mu? Bunu zaman gösterecek, yalnız açık bir gerçek söz konusu: Kriz, ABD'de başladığına göre oralar düzelmeden gerçek bir küresel iyileşmeden bahsedemeyiz.
Sorularımıza devam edelim: Türkiye ve piyasalarımız bu değişikliği nasıl karşılayacak? Bana kalırsa halen kan kaybeden dolar,üstelik T.L. gerçek değerinden uzak iken dış gelişmelere bağlı olarak yükselişe geçtiğinde fiyatını ne oranda düzeltir? Ağustos 2008 döneminde 1.18 TL olan kur şimdi 1.49 seviyesinde.13 aylık değer kazancı ise %27. %30'luk değer artışını şu anki kura yansıtırsak T.L. fiyatı dolar karşısında 1.90-1.95 arasında olur. Siyasi istikrar gibi önemli bir çapa olduğunu farz edersek bu durum geçerli sayılır. Seçimlerin erkene alınması ya da baskın bir genel seçim hükümetin geçen hafta açıkladığı programın köküne kibrit suyu dökülmesi demek. Özetle; belirsizlik güveni zedeliyor, menkul varlıklar özellikle istikrarsız ortamlarda likit kalarak kısa vadede güven duyduğu limanlara sığınıyorlar.Bu adresler ise güçlü ekonomiler oluyor.Fırtınalı sularda borç ekonomisini yüzdürmek daha fazla maharet istiyor.Öngörülerde isabetli olmak, kararlı bir şekilde doğru adımları atmak, sağlıklı iç ve dış kamuoyu desteği bu dönemin en az hasarla atlatmanın ana hatları.
Radikal'in haberine göre, Euromoney Dergisi Durmuş Yılmaz'ı en başarılı Merkez Bankası Başkanı olarak seçmiş, üstelik aynı dergi bu ödülü 2000 yılında Gazi Erçel'e de sunmuş. 2001 Krizi'nde parasını dolara yatıran bir Başkan ve mahkemede beraat etmesi kötü bir örnek.Şöyle diyebilir miyiz: Başarılı her Merkez Bankası Başkanı ardında derin kriz bırakandır. Korkarım, Durmuş Yılmaz onca iyi niyetine 2009 Krizi'nin kurban isimleri arasında sayılacak.
Sorularımıza devam edelim: Türkiye ve piyasalarımız bu değişikliği nasıl karşılayacak? Bana kalırsa halen kan kaybeden dolar,üstelik T.L. gerçek değerinden uzak iken dış gelişmelere bağlı olarak yükselişe geçtiğinde fiyatını ne oranda düzeltir? Ağustos 2008 döneminde 1.18 TL olan kur şimdi 1.49 seviyesinde.13 aylık değer kazancı ise %27. %30'luk değer artışını şu anki kura yansıtırsak T.L. fiyatı dolar karşısında 1.90-1.95 arasında olur. Siyasi istikrar gibi önemli bir çapa olduğunu farz edersek bu durum geçerli sayılır. Seçimlerin erkene alınması ya da baskın bir genel seçim hükümetin geçen hafta açıkladığı programın köküne kibrit suyu dökülmesi demek. Özetle; belirsizlik güveni zedeliyor, menkul varlıklar özellikle istikrarsız ortamlarda likit kalarak kısa vadede güven duyduğu limanlara sığınıyorlar.Bu adresler ise güçlü ekonomiler oluyor.Fırtınalı sularda borç ekonomisini yüzdürmek daha fazla maharet istiyor.Öngörülerde isabetli olmak, kararlı bir şekilde doğru adımları atmak, sağlıklı iç ve dış kamuoyu desteği bu dönemin en az hasarla atlatmanın ana hatları.
Radikal'in haberine göre, Euromoney Dergisi Durmuş Yılmaz'ı en başarılı Merkez Bankası Başkanı olarak seçmiş, üstelik aynı dergi bu ödülü 2000 yılında Gazi Erçel'e de sunmuş. 2001 Krizi'nde parasını dolara yatıran bir Başkan ve mahkemede beraat etmesi kötü bir örnek.Şöyle diyebilir miyiz: Başarılı her Merkez Bankası Başkanı ardında derin kriz bırakandır. Korkarım, Durmuş Yılmaz onca iyi niyetine 2009 Krizi'nin kurban isimleri arasında sayılacak.
Etiketler:
Alın-Verin Ekonomiye Can Verin,
dolar,
ekonomi,
IMF,
Merkez Bankası,
Orta Vadeli Program,
para,
T.L.
Ekonominin Papatya Falı...
New York'ta süren BM toplantıları sona erdikten sonra G-20 Zirvesi ABD'nin Pittsburgh şehrinde dün başladı.Türkiye olarak tam takım oralardayız.Gezinin tüm maliyetini halen merak ediyorum.Paramızın iç edildiği o kadar geniş kapsamlı heyetlerle kotarılan avanta dış geziler karşılığında bize neler düşecek? Elbette zam, vergi ve daha fazla fakirlik...Hele bekleyin, Davos'a diyet niyetine imzalanan bir IMF anlaşmasını.Yarın öbür gün emekli maaşlarının fazladan tırnaklanması da cabası.Görülen o ki en haksız salma türü olarak bildiğimiz enflasyon vergisinden sabit ve dar gelirli insanlarımız fazlasıyla etkilenecek.
Ali Babacan ise IMF anlaşması imzalanmış gibi gelecek olan paranın iç borç ödemesinde kullanılacağını anlatıyor.Hani Orta Vadeli Program IMF olmadan da yürütebilir idi? Kaynak sıkıntımız o kadar üst düzeydeki sadece bu yılın bütçe açığı 60 milyar T.L.'de tutulursa olumlu bir gelişme olarak kabul edilecek.Faiz ödemeleri düşürülen oranlara rağmen hızla artıyor.Düşen faizler, yükselen borsa ve görece istikrarlı dolar kuru sizleri aldatmasın.Dövizin fiyatı talebe bağlı olarak sıçrarsa bizi o en çok güvendiğimiz net hata noksan kalemi de kurtaramayacak.
Şimdi bana hiç mi olumlu gelişme olmuyor diye soracaksınız? En iyi gelişme insanların yavaş yavaş uyanması...Küresel krizle karşılaşılan ağır fatura geniş kitlelerce paylaşıldıkça toplumda adalet isteği öne çıkıyor.Bu ekonomik çelişkilerin bir yanında halk var diğer yanında ise azınlıkta kalanlar. Daha fazla yoksulluk mahallerinden yağma için çıkıp komşularını soyarak ganimet elde eden yığınların bonusu olabilir.
Siyasi ve sosyal konulara ideolojik yaklaştığım söylenebilir, saygı duyarım. Haklı olduğuna inandığım her konuda taraf tutmak benim tercihim. Üzüldüğüm nokta ise bu kadar çürümeye karşılık değişimin ancak bir ekonomik krizle hayata geçirileceği gerçeği.Belki de yaşananlar esaslı bir değişimin işaret fişekleridir. Gecenin en karanlık saati şafağın parlayacağı zaman imiş.
Ali Babacan ise IMF anlaşması imzalanmış gibi gelecek olan paranın iç borç ödemesinde kullanılacağını anlatıyor.Hani Orta Vadeli Program IMF olmadan da yürütebilir idi? Kaynak sıkıntımız o kadar üst düzeydeki sadece bu yılın bütçe açığı 60 milyar T.L.'de tutulursa olumlu bir gelişme olarak kabul edilecek.Faiz ödemeleri düşürülen oranlara rağmen hızla artıyor.Düşen faizler, yükselen borsa ve görece istikrarlı dolar kuru sizleri aldatmasın.Dövizin fiyatı talebe bağlı olarak sıçrarsa bizi o en çok güvendiğimiz net hata noksan kalemi de kurtaramayacak.
Şimdi bana hiç mi olumlu gelişme olmuyor diye soracaksınız? En iyi gelişme insanların yavaş yavaş uyanması...Küresel krizle karşılaşılan ağır fatura geniş kitlelerce paylaşıldıkça toplumda adalet isteği öne çıkıyor.Bu ekonomik çelişkilerin bir yanında halk var diğer yanında ise azınlıkta kalanlar. Daha fazla yoksulluk mahallerinden yağma için çıkıp komşularını soyarak ganimet elde eden yığınların bonusu olabilir.
Siyasi ve sosyal konulara ideolojik yaklaştığım söylenebilir, saygı duyarım. Haklı olduğuna inandığım her konuda taraf tutmak benim tercihim. Üzüldüğüm nokta ise bu kadar çürümeye karşılık değişimin ancak bir ekonomik krizle hayata geçirileceği gerçeği.Belki de yaşananlar esaslı bir değişimin işaret fişekleridir. Gecenin en karanlık saati şafağın parlayacağı zaman imiş.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)