17 Ağustos 2009 Pazartesi

Barometre...

Kurnaz insan ile akıllı insan arasında fark var bana kalırsa.Birisi kısa vadeli çıkarlarını ön planda tutarken, akıllı insan geleceğini de hesaba katarak hareket eder. Tıpkı Rusya Başbakanı Vladimir Putin ya da ABD Başkanı Barack Obama gibi. Bizde uzun erimli amaçları olan siyasetçiler azdır. Halkın oyunu aldıktan sonra sözünü unutanlar, rüşvet ve kayırma yaparak koltuğunun hakkını yiyenler,iç ve dış çıkar çevrelerinin maşası olanlar Türk politik hayatında normal olarak kabul edilirler.Üstelik bu durum insan malzemesinin çürüklüğünü de gösterir.

Tek suçlu onlar değil halbuki:Siyasetçiler, kirlenmiş bir toplumun günahkar barometresi olarak görülebilirler. Bizler, pisliğin üzerinde oturduğumuzun farkında bile değiliz. Muhafazakarlık ya da ayıp kültürü altında her türlü rezilliğe teşne insanlar üreten vahşi çöplük gibi bu güzel ülkemiz.Açlığın ve baskının ezdiği hayatların karşılığı işte böylesi bir kara tablo. Kaderimiz olarak bellediğimiz kıskaçlar arasında güdük bırakılmış , ulu orta yerlere serilmiş değer yargıları. Her geçen günün bir öncekini arattığı ilişki ve yaşam tarzları, modernleşemeyen bireylerin aidiyet duyduğu cemaatten kopamama sancısını için için anlatıyor.Kırdan kente göç sürecinde şehirlerimiz köyleşti, kentli insanların küçük gördüğü taşra kültürü büyük şehirlerde gitgide değersizleşerek hakim oldu.

Yozlaşmanın dibini bulduğumuzu anladığımız an ekonomik gerilememizin son noktasını da bulmuş olacağız.

14 Ağustos 2009 Cuma

Sadece Bizde Değil (Faşizm Yükselirken...)

Dünya çapında faşist güçlerin yükselişe geçtiği haberleri her geçen gün artıyor. Ekonomik krizin muhafazakarlığı ve yabancı düşmanlığını tetiklediği savaşlar çağında, bakışlarımızı etrafımıza çevirdiğimizde gelecek günlerin vahim gelişmelere gebe olduğu ortaya çıkıyor. Falcılık yapmak değil hevesim, sadece Kürt Açılımı ile başlayan kamplaşmayı, bilgi kirliliğini ya da çözümsüzlük seçeneklerini öne süren biz statüko taraftarlarını bir kenara koysak bile fitili ateşlenmiş bir bombanın üzerinde oturduğumuzun farkında olmadığımızı göstermek istiyorum.

Sokaklara çıkan insanlar herhangi bir şeyi bahane edebilir, haklarıdır. Emeklerinin karşılığını isteyen gençleri, emeklileri,çalışanları ya da iş arayanları şiddet yöntemiyle susturmak isterseniz büyük şehirlerde Şırnak, Hakkari ya da Lice'ler yaratır,başkaldırıyı durduramazsınız.

Yaygın işsizlik, Kürt Açılımı, azınlık milliyetçiliği gibi hassas konular sol siyasetin devlet eliyle ezildiği Türkiye gibi ülkelerde MHP-BBP-Saadet Partisi gibi sağ hareketlere fayda sağlar. Kapitalizmin bekçiliğini yapan militarist güçlere sivil ve gönüllü destek veren bu odaklar, sokak hareketlerine paramiliter güçlerini sevk etmekten çekinmezler. Devlet-i ebed düsturuna sıkı sıkıya bağlı bu gruplar, sandıktan çıkma faşizmin öncü güçlerini teşkil edebilirler. İnsan haklarında geri gitmeye başladığımızın işareti olan Kürt Açılımı, barış adı altında bazı gruplara savaş baltalarını gömdükleri yerlerden çıkarmalarına yarayabilir.

Altyapı, üstyapıyı şiddetli biçimde sarsıyor.Doğanın boşluk kaldırmadığını kabul edersek , bir tarafı doğranmış siyasi yelpazede alternatifsizlik halk düşmanı hareketleri güçlendiriyor. Kurt puslu havayı severmiş, sistemin bize dayattığı partiler kaderimizi belirlememeli.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Irak Bölünüyor, Biz Ortaklık Derdindeyiz...

ABD, 2011 yılına kadar Irak'tan çekilme kaygısı taşırken,kimilerince Türkiye doğan boşluğu doldurabilecek bir bölgesel güç olarak görülüyor.Kürt Açılımı'nın yankı bulduğu son günlerde Irak'a Dışişleri Bakanı ile Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı tarafından yapılan ziyarette karşılıklı çıkara dayalı stratejik ortaklık amacı güdüldüğü dile getirildi.Irak'a ziyaret gayesiyle bize yabancı kalan geleneklere, tarihsel arka plana, siyasi ve sosyal yapıya sahip komşumuzla ağırlaşan hatta kanayan yaralara pansuman vurma gayreti görülüyor.

Salt ekonomik çıkar kaygısıyla komşumuza yaklaşmak reel dış politik hesaptan öte öngörüsüzlüktür.Üstelik Irak, siyasi birliği konusunda tereddütler duyulan, kamu yönetiminde Sünni-Şii ya da Arap-Kürt-Türkmen gibi birbirine zıt unsurlar taşıyan, anayasasını federal yapıya dayandırmış, sınırları belirsiz ,ABD'ye her açıdan bağımlı bir devlet.PKK konusu, Kerkük ve Türkmen problemi bizle Irak'ı yakın zamanda karşı karşıya getirebilir. 2010 yılında yapılacak Genel Seçimler sonrası kıyamet kopmasa bile çatışma ihtimali yükselecek.Süreç boyunca iç güvenlik ciddi biçimde tehdit altında kalacak. Olası Arap-Kürt ya da Kürt-Türkmen savaşı sınırlarımıza yeni bir göç dalgası getirebilir. Bölgedeki karışıklıktan en fazla faydalanacak olan güç ise PKK olacak gibi görünüyor. Bu sayede yaşam alanını genişletecek.Örgütün iplerini elinde tutan Barzani-Talabani ve ABD için zayıf bir Irak, güçlü ve birleşik bir Irak'tan daha güvenilir bir müttefik.Aynı strateji Türkiye için de geçerli görünüyor.

Ümmetçilik ideolojisine dayalı dış politik adımlarla çok kutuplu dünyanın gerçekleri örtüşmüyor. Etnik ve dini unsurların moral değerler olarak, elle tutulur çıkarlar kadar etkili olduğu günümüz diplomatik arenasında bu düşünceyi hayata geçirmek yerel dengeleri bozarak din savaşlarına gidecek kadar bağnazlığa yol açabiliyor. Mustafa Kemal'in gerçekçi, dengeli, aktif ve barışçı dış politikasına geri dönsek fena olmaz bana kalırsa. ABD kaynaklı haritalar bizlere bölünmüş bir Irak'a benzer bir Türkiye vaat ediyor. Sarsılan benlik bilincimizi herkes için demokratik hakları geliştirerek ulaşabiliriz. Kendi güvenliğini sağlayamayanlardan fayda beklemek ise tek kelime ile şaşkınlıktır.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Rus Gazı Bize Ne Kadar Yarar?

Türk-Rus enerji anlaşmaları geçtiğimiz Perşembe günü Putin-Erdoğan arasında imzalandı. Türkiye'nin enerji koridoru olma özelliğini pekiştireceği söylenen anlaşmalar kanımca Rusların bizden daha kazançlı çıktığı bir akıllıca bir diplomasiyi içeriyor.

1-Rusya , Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı'na petrol verme karşılığında Güney Akım Doğalgaz Hattı için ekonomik bölgemizden faydalanma hakkına kavuşuyor.

2-Nükleer santral konusunda gelişme sağlarken, Nabucco'ya alternatif boru hattı inşa etme niyetini saklı tutuyor.

3-İsrail ile gaz anlaşmasını Türkiye üzerinden sağlama alıyor.

4-Mavi Akım 2 Hattının inşası ile daha fazla gaz satma imkanına kavuştu.

5-2011 yılında sona erecek doğalgaz anlaşmasını uzatmış oldu.

Atılan imzalar ile yeni bir cephe kazanan Rusya Federasyonu, işin magazinel tarafı bir kenara bırakılırsa akıllıca bir zamanlama ile bölgede enerji konusunda ağırlığını hissettirecek. Türkiye'nin karşı tarafa bağımlılığını arttıracak bu gelişmelerin stratejik açıdan ülkemize ne getirip ne götüreceğini zaman gösterecek.

Ticari açıdan önemli bir ortaklığa sahip olduğumuz Rusya gümrük konusunda anlaşmamız önemli bir konu. Çıkarlarımızı azami hale getirmemiz siyasi irade ile el ele gidecek.

4 Ağustos 2009 Salı

Ege Suları Niye Isınır?

Yunanistan, geçen gün ıssız bir adaya asker çıkarıp neden Türk gazetecilerini tutuklar? Neden Rum Yönetimi , Kıbrıs müzakerelerinde anlaşmaz tarafı oynadığı halde Türkiye'yi biteviye suçluyor? Ege Denizi'nde petrol arama çalışmalarının uluslararası hukuk ayağının sakat olduğunu bildiği halde komşumuz! neden ısrarla bu oyunu oynar? Sorular, sorular...

Ermeni Açılımı'nın hüsrana uğradığını, Kürt Açılımı'nı da aynı akıbetin beklediğini göz önüne alırsak Ortodoks Kuşağı'nın bizleri sardığı coğrafi alanda komşularla sıfır problem politikası imkansızın diplomaside ikrarıdır. Kıbrıs gibi Akdeniz'e çıkış noktamız olan bölgeyi hatalı adımlarla pazarlık konusu yapmak AB üyeliğini garanti etmez. Rumlara limanlara açmak,mülkiyet konusu ve garanti anlaşmasını tartışmak mantıksızlığın şahikasıdır. Başkalarının ağzına bakarak adımlar atmak onurunuzun tartışılır olmasını sağlamaktan başka bir sonuca yol açmaz.

ABD ve AB odaklı stratejiler Türk Dış Politikası'nın Mustafa Kemal merkezli teorisine ihanettir. Dünyada yaşanan değişimin bizleri geçmişin tutsağı yapmasından öte söylediklerim.Bağımsızlık, milli menfaatlerini tüm gücüyle korumak, komşularına saldırıya maruz kalma dışında her zaman barış elini uzatmak ve rasyonel olmak benim Atatürkçü diplomasiden anladığım. Demokrat Parti'den itibaren başlayan Amerikan Sevdası, modernleşemeyen bir halkın ağzı açık hayranlığının sonucu.Muhafazakarlık adı altında sürdürülen çağdaş normlardan uzaklaşma çabasının diplomasiye yansıması tüm yaşananlar.Aynı zamanda hayatını kul olarak sürdürmek isteyenlerle birey olarak sürdürme arzusu taşıyanlar arasındaki kavgadır bu.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Emek-Sermaye Çelişkisi...

Çalışma hayatının en önemli unsurunu oluşturan işçi ve işveren ilişkilerinde taraflar, üretimden kaynaklanan artı değeri ücret ve kar adı altında paylaşırlar. Liberal ekonomi teorisinde karın paylaşım biçimi üretim sürecine katılım durumuna göre değil, girişimin riskini yüklenen müteşebbisin karını azami hale getirmesine göre tarif edilmiştir. Emeğinin karşılığını ücret olarak talep eden işçi artı değerden asgari payı alır. Kar etmenin tek amaç olduğu, paranın insandan daha ön planda tutulduğu kapitalizm, Endüstri Devrimi ve coğrafi keşiflerle yarattığı emek sömürüsü ve emperyalist kolonizasyon sayesinde dünyaya yayılıp küreselleşmiş,bu süreçte çok uluslu şirketlerin çıkarları mensup oldukları halkların çıkarlarından daha önemli tutulmuştur.

Küresel Kriz , bıçak sırtında gelişen emek-sermaye çelişkisini keskinleştirerek çok taraflı iç savaşları ya da bölgesel bir savaş ihtimalini arttırdı.Kamuoylarının dikkatinin savaş ihtimaline çevrilmesiyle var olan paylaşım kavgası gündemden düşmüş oldu. ABD'de başlayıp diğer ülkelere sirayet eden krizle birlikte varlık değerleri azalmış, mali kuruluşlar iflas etmiş, ekonomik faaliyetler dibe vurmuştur. Türkiye, durgunluk+enflasyon baskısına ek olarak siyasi istikrarsızlık ve yönetim acziyetinin getirdiği tehditlere maruz bırakılmıştır.

Pastayı paylaşım konusunda her zaman emek karşıtı harekette yerini alan sağ siyasetin temsilcisi AKP, borçla çevirdiği tüketim ekonomisini yüksek faiz-düşük kurdan vaz geçerek düşük faiz-düşük kur açmazına soktu. Para musluğunun sıkı tutulması ticari hayatı örseleyerek , talebin zayıflamasına neden oldu.Zora giren reel ekonomi şimdilik sağlam duran bankacılık sistemini zayıflatabilir. Kredilerin geri dönmeme ihtimali göz ardı edilmemeli. İşçi sınıfı, işsizlik ve Kölelik Yasası gibi devlet kaynaklı tehditlerle karşı karşıya kaldı. Sermayenin istekleri yasa koyucu tarafından eksiksiz yerine getirilirken, çalışan kesim haklarından feragat etmeye zorlanmaktadır.

İleriki yıllarda üretim ekonomisinin tasarruf/yatırım odaklı büyüme stratejisini kazanmak için adil gelir dağılımı ve vergi politikaları ile kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına almak şart görünüyor. Nitelikli işgücü yetiştirmek doğru eğitim hamleleriyle mümkün.Eğer bunları gerçekleştirmezsek halihazırdaki sorunlar gelecek yıllarda karşılaşacaklarımız yanında devede kulak kalır.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Yatırım, Tasarruf, Üretim...

Ekonomimizin öncelikli sorunu yeterli miktarda parasal kaynağa sahip olamamasında yatmaktadır.Tasarruf açığı, yatırım yapma ya da mevcut borçları çevirme konularında bizleri dışarıdan borçlanma seçeneğine mahkum bırakıyor.Kriz dönemlerinin güven bunalımı, yetersiz tasarruf ve yatırım oranları nedeniyle katmerleşerek artarken, bilinen tedbirleri bile almaktan ısrarla kaçınan iktidar , borsa-faiz-kur gündemiyle Merkez Bankası'nın sadece faiz indirmekten ibaret silik politikalarına sığınmış durumda. Düne kadar istikrar için çapa olarak sunulan AB ve IMF gibi kuruluşlar köşeye sıkışmış hükümetten daha fazla taviz bekliyorlar. "Ümüğümüzü sıktırmayız!" noktasından Kürt ve Ermeni Açılımları'na giden yol haritaları zayıf ekonomimizi daha da sarsan siyasal gelişmelerin öncü göstergeleri bana kalırsa.

Ekonomik faaliyetlerde daralma, istihdamın azalması, zayıf talebi canlandırmak için uydurulan sanal teşvik paketleri ya da yama misali alınan vergi indirimleri temel dengelerdeki bozulmanın işaretleri. Birbirini besleyen bir süreç bu. Pusulası bozuk bir gemiyle , fırtınalı bir denizde kayalıklara doğru son hızla yol alıyoruz, kaptan köşkü ise boş...

Üretim ekonomisine yeniden dönüş için alınması gereken acil tedbirlerin başında siyasal istikrar geliyor. 2011 yılı ya da daha yakın bir tarihte yapılacak olan genel seçimler bu koşulu belirsiz kılıyor. İktidar olan ama muktedir olamayan AKP seçim döneminin getirdiği kısıtlamaları aşmak konusunda basiretsiz bir sınav vermiştir. Seçim zamanında eli açık olmak gibi artık bize lüks olan bir anlayışa sahipler.

Ekonomik bunalımın üstyapı kurumlarını derinden sarstığı bir döneme uygun şekilde Yargı-Hükümet ya da TSK-Hükümet kamplaşmalarının yaşanması Küresel Kriz tablosunun sadece bize ait olan resmini göstermekte. Sınırlarımıza yakın bölgelerde yaşanacak olası gelişmeler büyük ekonomik krizlerin savaşlara yol açabileceğini, savaşların ise siyasetin silahlarla devam eden şekli olduğuna bizleri inandırıyor.